İran'daki seçimler ve sonuçları 22.06.2009 Ali Ünal
Modern Batı, rasyonel düşünür; bu rasyonalitede dinin yeri olmadığı için de dünyevî düşünür ve dolayısıyla ona göre insan için rasyonel olan, menfaatine uygun olandır. Fakat İslâm, akla-mantığa da, hislere de, kalbe ve ruha da verilmesi gereken yeri vermiştir. Bu sebeple Müslüman, genellikle din konusunda mutmaindir.
Onun için problem, daha çok insanî yapının bu temel unsurları arasında ve dolayısıyla dinde dengeyi tam muhafaza edememekten kaynaklanır. Denge akıl aleyhinde bozulursa bir Müslüman, genellikle hisleriyle hareket eder. Ayrıca halka, onu bilhassa kalben ve hissen fethedebilen insanlar rehberlik yapabilir ve onu bu insanlar harekete geçirir. Batı, bu rehberliğe ve insanları harekete geçirebilme kabiliyetine karizma der; oysa İslâm ve Müslümanlar için o, kudsî câzibedir. Batı, kudsî câzibeyi çok anlayamaz; anlayamayınca da Müslümanların tavır alışlarını doğru yorumlayamaz. İran halkı, temelde daha çok dinin yön verdiği diğer Doğu halklarından çok farklı değildir. Bu bakımdan, Mir Hüseyin Musevî ile Ahmedinejad arasındaki fark temel prensipler açısından değil, bu prensipleri hayata geçirmedeki bazı yaklaşımlar sebebiyledir. Fakat seçimleri Ahmedinejad'ın kazanmasının ve söz konusu farklılığın çetin bir seçim propagandası atmosferi ve seçimlerden sonra da âdeta bir hesaplaşma doğurmasının, haricî olanları dışında üç ana sebebi vardır:
1. Mir Hüseyin Musevî, entelektüel birikimi, hattâ tecrübesi, devrim içindeki yeri itibarıyla daha önde bir profile sahip olsa da, kitlelerle Ahmedinejad seviyesinde kalbî bir iletişim kuramamıştır. 2. İkincisi, Şiîliğin genel karakteridir.
Sünnîlik, 14 asırdır büyük Müslüman çoğunluğun yolu olması ve ana karakteri itibarıyla genellikle bir aksiyon, müsbet hareket, yani tamir ve inşa yoludur; muhalefet değil, muvafakat yoludur. Son bir?bir buçuk asırda neo-Selefîlik ve İslâmcılık gibi tarifler ve adlarla anılan Sünnî hareketler, bu temel karakteri koruyamayıp muvafakattan çok muhalefet, aksiyondan çok reaksiyon hareketlerine dönüştükleri için başarılı olamamışlardır.
Şiîlik ise azınlık ve muhalefet yolu olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu tür yolları takip edenler, muhalefette sert olurlar. Tâbi oldukları din de olsa, onu genellikle bir ideoloji olarak benimser ve yaşarlar. Tarih ve semboller, onlarda çok güçlü bir yere sahiptir. Bütün bu özellikler Şiîlikte çok belirgin olmasının yanı sıra böylesi hareketlerde kendilerini çoğunluğa karşı haklı göstermek birinci derecede önemli hale geldiği için felsefe ve polemik çok gelişir. Sünnîlikte kucaklayıcı, bütünleştirici, kalbe ve hislere hitap eden tasavvufun çok derin bir yeri olmasına karşılık, Şiîlikte onun yerini felsefe almıştır. Polemikçilik ise en üst seviyededir; bundandır ki, Şiî ulema, kendi kaynaklarıyla Sünnîliği bile pek çok Sünnî ulemâdan teorik açıdan daha iyi bilir; çünkü Şiîliği Sünnîliğe karşı haklı göstermek en önemli bir vazife olagelmiştir. Bu tutum, İran'da devrimden sonra da devam etmiş, İrşad-ı İslâmî Bakanlığı, hem de mezhepleri yaklaştırma adına Şiî polemikleriyle dolu eserler yayınlamış, dinamikleriyle devrimi anlatacaklarına Sünnîlik karşısında Şiîliği ön plana çıkaran eserlere öncelik vermişlerdir. Felsefe, polemik, muhalefet ruhu önde olup, din bir ideoloji gibi algılandığı için de devrim, İslâm'la yoğrulmuş nesiller yetiştirememiş, İrşad-ı İslâmî bakanı, birkaç yıl önce 'Üniversite gençliğinin (yani tamamen devrim döneminde doğup yetişen okumuş gençliğin) % 95'i namaz kılmıyor' itirafında bulunmuştur. 3. İran'da son durumu doğuran üçüncü sebep, insandaki iktidar zaafıdır. Bu bakımdan, Ahmedinejad, Musevî, Kerrubî ve Rızaî düşünce ve inanç olarak birbirlerine çok yakın da olsalar, bu beşerî zaafın nelere mal olabileceğine tarih yeterince şahittir.
Onun için problem, daha çok insanî yapının bu temel unsurları arasında ve dolayısıyla dinde dengeyi tam muhafaza edememekten kaynaklanır. Denge akıl aleyhinde bozulursa bir Müslüman, genellikle hisleriyle hareket eder. Ayrıca halka, onu bilhassa kalben ve hissen fethedebilen insanlar rehberlik yapabilir ve onu bu insanlar harekete geçirir. Batı, bu rehberliğe ve insanları harekete geçirebilme kabiliyetine karizma der; oysa İslâm ve Müslümanlar için o, kudsî câzibedir. Batı, kudsî câzibeyi çok anlayamaz; anlayamayınca da Müslümanların tavır alışlarını doğru yorumlayamaz. İran halkı, temelde daha çok dinin yön verdiği diğer Doğu halklarından çok farklı değildir. Bu bakımdan, Mir Hüseyin Musevî ile Ahmedinejad arasındaki fark temel prensipler açısından değil, bu prensipleri hayata geçirmedeki bazı yaklaşımlar sebebiyledir. Fakat seçimleri Ahmedinejad'ın kazanmasının ve söz konusu farklılığın çetin bir seçim propagandası atmosferi ve seçimlerden sonra da âdeta bir hesaplaşma doğurmasının, haricî olanları dışında üç ana sebebi vardır:
1. Mir Hüseyin Musevî, entelektüel birikimi, hattâ tecrübesi, devrim içindeki yeri itibarıyla daha önde bir profile sahip olsa da, kitlelerle Ahmedinejad seviyesinde kalbî bir iletişim kuramamıştır. 2. İkincisi, Şiîliğin genel karakteridir.
Sünnîlik, 14 asırdır büyük Müslüman çoğunluğun yolu olması ve ana karakteri itibarıyla genellikle bir aksiyon, müsbet hareket, yani tamir ve inşa yoludur; muhalefet değil, muvafakat yoludur. Son bir?bir buçuk asırda neo-Selefîlik ve İslâmcılık gibi tarifler ve adlarla anılan Sünnî hareketler, bu temel karakteri koruyamayıp muvafakattan çok muhalefet, aksiyondan çok reaksiyon hareketlerine dönüştükleri için başarılı olamamışlardır.
Şiîlik ise azınlık ve muhalefet yolu olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu tür yolları takip edenler, muhalefette sert olurlar. Tâbi oldukları din de olsa, onu genellikle bir ideoloji olarak benimser ve yaşarlar. Tarih ve semboller, onlarda çok güçlü bir yere sahiptir. Bütün bu özellikler Şiîlikte çok belirgin olmasının yanı sıra böylesi hareketlerde kendilerini çoğunluğa karşı haklı göstermek birinci derecede önemli hale geldiği için felsefe ve polemik çok gelişir. Sünnîlikte kucaklayıcı, bütünleştirici, kalbe ve hislere hitap eden tasavvufun çok derin bir yeri olmasına karşılık, Şiîlikte onun yerini felsefe almıştır. Polemikçilik ise en üst seviyededir; bundandır ki, Şiî ulema, kendi kaynaklarıyla Sünnîliği bile pek çok Sünnî ulemâdan teorik açıdan daha iyi bilir; çünkü Şiîliği Sünnîliğe karşı haklı göstermek en önemli bir vazife olagelmiştir. Bu tutum, İran'da devrimden sonra da devam etmiş, İrşad-ı İslâmî Bakanlığı, hem de mezhepleri yaklaştırma adına Şiî polemikleriyle dolu eserler yayınlamış, dinamikleriyle devrimi anlatacaklarına Sünnîlik karşısında Şiîliği ön plana çıkaran eserlere öncelik vermişlerdir. Felsefe, polemik, muhalefet ruhu önde olup, din bir ideoloji gibi algılandığı için de devrim, İslâm'la yoğrulmuş nesiller yetiştirememiş, İrşad-ı İslâmî bakanı, birkaç yıl önce 'Üniversite gençliğinin (yani tamamen devrim döneminde doğup yetişen okumuş gençliğin) % 95'i namaz kılmıyor' itirafında bulunmuştur. 3. İran'da son durumu doğuran üçüncü sebep, insandaki iktidar zaafıdır. Bu bakımdan, Ahmedinejad, Musevî, Kerrubî ve Rızaî düşünce ve inanç olarak birbirlerine çok yakın da olsalar, bu beşerî zaafın nelere mal olabileceğine tarih yeterince şahittir.
Bu Yayına Yorum Yapın