Alevî açılımı 09.11.2009 Ali Ünal
Türkiye'de sistem, empoze bir sistem olarak halkıyla, onun değerleriyle ve tarihiyle zıtlaşmaktan ve onu düşman tanımaktan kaynaklanan çoğu üretilmiş problemlerle ve genellikle bu problemlerden güç alarak bugünlere geldi.
Ama sistem her ne kadar katı ve tutucu şekliyle devam etmekte diretse de, artık hem içeriden hem de çevresindeki ve dünyadaki değişim ve gelişmeler sebebiyle dışarıdan gelen baskılar, AK Parti iktidarını söz konusu problemlerin teşkil ettiği kamburlarla karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Bu da, iktidarı bazı "açılımlar"a zorluyor.
İktidar, bazı çevreler tarafından bir Kürt problemi olarak gösterilen, fakat öncelikle sisteme ait ve haricî tesirlerin de fazla rol oynadığı daha çok üretilmiş bir Türkiye problemi olup, 1980'den sonra PKK terörü halinde baş veren problemin çözümü için başlattığı "demokratik açılım"da iyi bir sınav veremedi. Şu ana kadar ortaya konan performans, problemin teşhisinin tam yapılamadığını ve "demokratik açılım"la problemin en fazla buzdolabına kaldırılabileceğini gösteriyor. ABD'nin bilhassa İsrail tesirli Irak-Kuzey Irak meselesi, enerji ve enerji havzaları üzerindeki evrensel çatışmanın dikkatleri Orta Asya'ya çekmesi ve Türkiye'nin mutlaka güvenli olması gereken enerji geçişinde vazgeçilmez bir ülke haline gelmesi gibi faktörler, söz konusu açılımda önemli rol oynuyor. Dolayısıyla probleme daha çok konjonktürel yaklaşılıyor, asıl sebepleri noktasında bakılamıyor; böyle olunca da onu temelden çözecek adımlar atılamıyor. Kürt halkını asla temsil etmediği halde PKK, Güneydoğu'da AK Parti'nin de gerisinde olan DTP ve ona mevcut şartlarda bir Kürt problemi olarak bakılmasını isteyen çevreler asıl muhatap kabul edilip, halkın büyük çoğunluğu, bu çoğunluğu temsil edenler dikkate alınmıyor; geçmişte üzerinde bu ölçüde birleşme olmayan tam demokratikleşme yolunda yeni bir anayasa yapmaya gidilemiyor; asker kendi sınırlarına çekilemiyor; polis-jandarma ikilemi kaldırılamıyor; iktidar, dayanması gereken asıl güç kaynaklarına dayanamadığı gibi, bu kaynaklara karşı icraatlar da ortaya konabiliyor.
Ağır-aksak yürüyen "demokratik açılım", Alevîleri de içine alacak. Ümit ederiz ki iktidar, bu meseleyi olsun temelden ve bütün boyutlarıyla teşhis edici bir çalışma yapmıştır. Bunun için de önce bazı çevrelerin telkinlerine kanmadan, "Kürt" ve "Alevî meseleleri"nin halka ait ve halk içi meseleler olmadığı bilinmelidir. Yani, Kürt meselesi, her ne kadar Kürtler bir dışlanma yaşamışsa da bu, onların İslâm'a daha bağlı görülmelerinden kaynaklanmıştır ve etnik temelde dışlanan Kürtler değil, Kürtlük olmuştur. Elbette bu da yanlıştı; fakat bu yanlışları yapanlar hiçbir zaman Müslüman Türk halkı olmamıştır; mesele bir sistem meselesidir ve Müslümanlıkları sebebiyle Kürtlerin, etnik temelde Kürtlüğün dışlanması, bir düşman gibi algılanması, Kürtçülüğün doğması ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bunun gibi, Türkiye'de Alevîlik de hiçbir zaman Sünnîlik tarafından ve Sünnîlik sebebiyle dışlanma yaşamamıştır. Osmanlı Devleti dahil tarihimizde bir Sünnî-Alevî çatışması olmamıştır ve elbette farklı boyutlarına rağmen, Osmanlı Devleti dönemindeki mücadele, devlet ile -Alevîlik de değil- bazı Alevîler arasında siyasî bir mücadele şeklinde cereyan etmiştir. Bunun daha geçmiş tarihe giden mühim kökleri bulunduğu gibi, söz konusu mücadelenin asıl aktörü de İran'da kurulan Safevî devleti olmuştur. Nitekim Safevîler iktidarı 18'inci asrın ilk yarısında Avşar Hanedanı'na kaptırınca, bu hanedanın ilk hükümdarı Nadir Şah'tan sonra bu mücadele de durmuştur. Bunun gibi, Cumhuriyet döneminde Alevîler bir dışlanma yaşamış ve devlet, Sünnîliği benimsemiş ve korumuş gibi görünse de, gerçek hiç de böyle değildir. Belki tam tersine, rejimin karakteri sebebiyle Sünnîlik ve Sünnî Müslüman çoğunluk sindirilmeye, kontrol edilmeye, rejim adına halk tabanında ve nazarında "dinî bir payanda" olarak kullanılmaya çalışılmıştır.
Konuya inşallah haftaya devam edeceğiz. a.unal@zaman.com.tr
Ama sistem her ne kadar katı ve tutucu şekliyle devam etmekte diretse de, artık hem içeriden hem de çevresindeki ve dünyadaki değişim ve gelişmeler sebebiyle dışarıdan gelen baskılar, AK Parti iktidarını söz konusu problemlerin teşkil ettiği kamburlarla karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Bu da, iktidarı bazı "açılımlar"a zorluyor.
İktidar, bazı çevreler tarafından bir Kürt problemi olarak gösterilen, fakat öncelikle sisteme ait ve haricî tesirlerin de fazla rol oynadığı daha çok üretilmiş bir Türkiye problemi olup, 1980'den sonra PKK terörü halinde baş veren problemin çözümü için başlattığı "demokratik açılım"da iyi bir sınav veremedi. Şu ana kadar ortaya konan performans, problemin teşhisinin tam yapılamadığını ve "demokratik açılım"la problemin en fazla buzdolabına kaldırılabileceğini gösteriyor. ABD'nin bilhassa İsrail tesirli Irak-Kuzey Irak meselesi, enerji ve enerji havzaları üzerindeki evrensel çatışmanın dikkatleri Orta Asya'ya çekmesi ve Türkiye'nin mutlaka güvenli olması gereken enerji geçişinde vazgeçilmez bir ülke haline gelmesi gibi faktörler, söz konusu açılımda önemli rol oynuyor. Dolayısıyla probleme daha çok konjonktürel yaklaşılıyor, asıl sebepleri noktasında bakılamıyor; böyle olunca da onu temelden çözecek adımlar atılamıyor. Kürt halkını asla temsil etmediği halde PKK, Güneydoğu'da AK Parti'nin de gerisinde olan DTP ve ona mevcut şartlarda bir Kürt problemi olarak bakılmasını isteyen çevreler asıl muhatap kabul edilip, halkın büyük çoğunluğu, bu çoğunluğu temsil edenler dikkate alınmıyor; geçmişte üzerinde bu ölçüde birleşme olmayan tam demokratikleşme yolunda yeni bir anayasa yapmaya gidilemiyor; asker kendi sınırlarına çekilemiyor; polis-jandarma ikilemi kaldırılamıyor; iktidar, dayanması gereken asıl güç kaynaklarına dayanamadığı gibi, bu kaynaklara karşı icraatlar da ortaya konabiliyor.
Ağır-aksak yürüyen "demokratik açılım", Alevîleri de içine alacak. Ümit ederiz ki iktidar, bu meseleyi olsun temelden ve bütün boyutlarıyla teşhis edici bir çalışma yapmıştır. Bunun için de önce bazı çevrelerin telkinlerine kanmadan, "Kürt" ve "Alevî meseleleri"nin halka ait ve halk içi meseleler olmadığı bilinmelidir. Yani, Kürt meselesi, her ne kadar Kürtler bir dışlanma yaşamışsa da bu, onların İslâm'a daha bağlı görülmelerinden kaynaklanmıştır ve etnik temelde dışlanan Kürtler değil, Kürtlük olmuştur. Elbette bu da yanlıştı; fakat bu yanlışları yapanlar hiçbir zaman Müslüman Türk halkı olmamıştır; mesele bir sistem meselesidir ve Müslümanlıkları sebebiyle Kürtlerin, etnik temelde Kürtlüğün dışlanması, bir düşman gibi algılanması, Kürtçülüğün doğması ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bunun gibi, Türkiye'de Alevîlik de hiçbir zaman Sünnîlik tarafından ve Sünnîlik sebebiyle dışlanma yaşamamıştır. Osmanlı Devleti dahil tarihimizde bir Sünnî-Alevî çatışması olmamıştır ve elbette farklı boyutlarına rağmen, Osmanlı Devleti dönemindeki mücadele, devlet ile -Alevîlik de değil- bazı Alevîler arasında siyasî bir mücadele şeklinde cereyan etmiştir. Bunun daha geçmiş tarihe giden mühim kökleri bulunduğu gibi, söz konusu mücadelenin asıl aktörü de İran'da kurulan Safevî devleti olmuştur. Nitekim Safevîler iktidarı 18'inci asrın ilk yarısında Avşar Hanedanı'na kaptırınca, bu hanedanın ilk hükümdarı Nadir Şah'tan sonra bu mücadele de durmuştur. Bunun gibi, Cumhuriyet döneminde Alevîler bir dışlanma yaşamış ve devlet, Sünnîliği benimsemiş ve korumuş gibi görünse de, gerçek hiç de böyle değildir. Belki tam tersine, rejimin karakteri sebebiyle Sünnîlik ve Sünnî Müslüman çoğunluk sindirilmeye, kontrol edilmeye, rejim adına halk tabanında ve nazarında "dinî bir payanda" olarak kullanılmaya çalışılmıştır.
Konuya inşallah haftaya devam edeceğiz. a.unal@zaman.com.tr
Bu Yayına Yorum Yapın