'Bura, mahrem makamıdır' 15.12.2008 Ali Ünal
Bir katre halinde Mekke sınırlarına varmak, Harem dairesine ulaşmak ve nihayet girmek demektir. Selâmlık ile harem dairesinin kaideleri bir olmaz; bir bile olsa, onlara uyma derinliği, dikkati, şuuru katiyen aynı olamaz. Orası, Sultan'a en yakın olma dairesidir ve Sultan'a yakınlık âteş-i sûzândır.
Orada göz, kulak, kalb, sır, hafî, ahfâ gibi bütün dış ve iç hâsseler (duyu) hedeften azıcık kaysa muâheze gelir. Oraya girenlerden azamî vefa istenir, reşha olmaya yönelmiş bir damla olmaları istenir en azından. Nesimî'nin ifadesiyle, şöyle seslenilir orada reşha olma yolundaki vefa ehline:
Gel ey âşık ki, mahremsin;
Bura mahrem makamıdır;
Seni ehl-i vefa gördük.
Bayram arefesi günü Arafat'a yükselecek Beytullah yolcuları, bir gün önce aşk makamı Mina'ya uğrayıverirler; reşha olma yolunda Güneşler Güneşi'nin şualarıyla ısınma turudur bu. Arefe günü güneşle beraber Arafat tırmanışı başlar. Arafat, 'Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde marifet yolculuğudur. Burada vakfe ile, İslâm için, Ümmet-i Muhammed ve insanlık için dua dua yalvarmakla varlıklarını marifet şualarına açan Beytullah yolcuları, akşam olunca Müzdelife'ye doğru akarlar. Mânidardır ki Kur'an-ı Kerim, Arafat'tan Müzdelife'ye doğru yürüyüş için 'akma' tabirini kullanır (2:198). (Kâbe etrafında tavaf eden, Arafat'tan Müzdelife'ye ve Cemerât'ta şeytan taşlamaya akan mü'minler, gerçekten muhteşem bir ırmak manzarası arz ederler.) Arafat zirvelerinde marifete ulaşan katreler, Güneşler Güneşi'nin şualarına tutunup reşha olmaya yönelmişlerdir. Dolayısıyla, Müzdelife'ye akan muhteşem ırmakta tek tek katreler görülmez olur, sadece bir ırmak vardır ortada; böyle olması da gerekir, çünkü Allah (cc), bu akışın hep birlikte olmasını, herkesle birlikte bir ırmak halinde akmak gerektiğini buyurur. (2:199) Akanlar, varlıklarını insanlığı temsilen ümmet ırmağında yok etmiş ve Güneşler Güneşi'nin şuaları karşısında da yok edecek olmanın, cem makamına âdeta ulaşmışlığın bir nişanesi gibi, Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını cem ederler. Kur'an, bilhassa burada, şuurun zirvesini temsil eden Meş'ar-i Haram'da Cenab-ı Allah'ı (cc) kuvvetle zikretmeyi emreder. (2:197) O bakımdan Müzdelife, hemen gelip az bir vakfe ile geçiliverecek yer değildir.
Müzdelife'de bayram günü sabah namazını müteakip Mina yolculuğu başlar. Mina aşktır; bu yolculuk da aşk ateşinde yanma yolculuğudur. Kâinat, bütün parçaları hem birbirleriyle hem de bütünün kendisiyle içen münasebet halinde yekpare bir bünyedir; Arş, bu bünyenin kalbidir. Aynı şekilde, küçük kâinat olan insan da, bütün parçaları hem birbirleriyle hem de insanî varlığın bütünüyle tam bir münasebet halinde yekpare bir bünyedir ve bu bünyede merkezi teşkil eden kalb, Cenab-ı Allah'ın küçük kâinat insandaki Arşı olduğu gibi, İlâhî vâridatın sağanak sağanak boşaldığı yerdir de. Bunun yanı sıra, kalbde şeytanın sızma merkezi de vardır. Yine, yeryüzü de, kâinat gibi, insan gibi bir bünyedir. Onun kalbi, merkezini Kâbe'nin teşkil ettiği Mekke Haremi'dir. İşte bu kalbde de şeytanın sızma üssü bulunur ki, Mina, şeytanın yeryüzündeki bu üssüdür aynı zamanda. Dolayısıyla, Mina'ya ulaşan Allah âşıkları, bayram sabahı burada doğrudan büyük şeytanı taşlayarak, yedi vuruşta onu da alt ederler. Onu alt ederken, kendileriyle Maşuk'ları arasına girebilecek her türlü engeli de yok etmiş olurlar. Hz. İbrahim (as), Hz. İsmail'i (as) burada kurban etmeye yönelmiş ve 'Allah bir kişi için göğsünde iki kalb var etmemiştir (dolayısıyla insan derûnunda iki hakiki sevgi bir arada cem olmaz.' (33:4) İlâhî fermanında buyrulduğu gibi, Allah ile arasında hiçbir hakiki sevgi bırakmamıştı. İşte, Mina'da aşk ırmağında yıkanıp, aşk ocağında varlıklarını ifna eden Beytullah yolcuları, şeytanı da alt etmiş olmanın arkasından hem bir şükür gereği hem de Allah'a daha da yaklaşma merhalesi olarak kurbanlarını keser, tam emniyete ulaşmış, emniyet insanı, yani hakikî mü'min olmuş bulunmanın nişanesi olarak da (48:27) saçlarını tıraş eder ve ihramdan çıkarlar.
Artık seyr ila'llahı tamamlamış olmanın ardından seyr fi'llah başlamaktadır.
Zaman
Orada göz, kulak, kalb, sır, hafî, ahfâ gibi bütün dış ve iç hâsseler (duyu) hedeften azıcık kaysa muâheze gelir. Oraya girenlerden azamî vefa istenir, reşha olmaya yönelmiş bir damla olmaları istenir en azından. Nesimî'nin ifadesiyle, şöyle seslenilir orada reşha olma yolundaki vefa ehline:
Gel ey âşık ki, mahremsin;
Bura mahrem makamıdır;
Seni ehl-i vefa gördük.
Bayram arefesi günü Arafat'a yükselecek Beytullah yolcuları, bir gün önce aşk makamı Mina'ya uğrayıverirler; reşha olma yolunda Güneşler Güneşi'nin şualarıyla ısınma turudur bu. Arefe günü güneşle beraber Arafat tırmanışı başlar. Arafat, 'Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde marifet yolculuğudur. Burada vakfe ile, İslâm için, Ümmet-i Muhammed ve insanlık için dua dua yalvarmakla varlıklarını marifet şualarına açan Beytullah yolcuları, akşam olunca Müzdelife'ye doğru akarlar. Mânidardır ki Kur'an-ı Kerim, Arafat'tan Müzdelife'ye doğru yürüyüş için 'akma' tabirini kullanır (2:198). (Kâbe etrafında tavaf eden, Arafat'tan Müzdelife'ye ve Cemerât'ta şeytan taşlamaya akan mü'minler, gerçekten muhteşem bir ırmak manzarası arz ederler.) Arafat zirvelerinde marifete ulaşan katreler, Güneşler Güneşi'nin şualarına tutunup reşha olmaya yönelmişlerdir. Dolayısıyla, Müzdelife'ye akan muhteşem ırmakta tek tek katreler görülmez olur, sadece bir ırmak vardır ortada; böyle olması da gerekir, çünkü Allah (cc), bu akışın hep birlikte olmasını, herkesle birlikte bir ırmak halinde akmak gerektiğini buyurur. (2:199) Akanlar, varlıklarını insanlığı temsilen ümmet ırmağında yok etmiş ve Güneşler Güneşi'nin şuaları karşısında da yok edecek olmanın, cem makamına âdeta ulaşmışlığın bir nişanesi gibi, Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını cem ederler. Kur'an, bilhassa burada, şuurun zirvesini temsil eden Meş'ar-i Haram'da Cenab-ı Allah'ı (cc) kuvvetle zikretmeyi emreder. (2:197) O bakımdan Müzdelife, hemen gelip az bir vakfe ile geçiliverecek yer değildir.
Müzdelife'de bayram günü sabah namazını müteakip Mina yolculuğu başlar. Mina aşktır; bu yolculuk da aşk ateşinde yanma yolculuğudur. Kâinat, bütün parçaları hem birbirleriyle hem de bütünün kendisiyle içen münasebet halinde yekpare bir bünyedir; Arş, bu bünyenin kalbidir. Aynı şekilde, küçük kâinat olan insan da, bütün parçaları hem birbirleriyle hem de insanî varlığın bütünüyle tam bir münasebet halinde yekpare bir bünyedir ve bu bünyede merkezi teşkil eden kalb, Cenab-ı Allah'ın küçük kâinat insandaki Arşı olduğu gibi, İlâhî vâridatın sağanak sağanak boşaldığı yerdir de. Bunun yanı sıra, kalbde şeytanın sızma merkezi de vardır. Yine, yeryüzü de, kâinat gibi, insan gibi bir bünyedir. Onun kalbi, merkezini Kâbe'nin teşkil ettiği Mekke Haremi'dir. İşte bu kalbde de şeytanın sızma üssü bulunur ki, Mina, şeytanın yeryüzündeki bu üssüdür aynı zamanda. Dolayısıyla, Mina'ya ulaşan Allah âşıkları, bayram sabahı burada doğrudan büyük şeytanı taşlayarak, yedi vuruşta onu da alt ederler. Onu alt ederken, kendileriyle Maşuk'ları arasına girebilecek her türlü engeli de yok etmiş olurlar. Hz. İbrahim (as), Hz. İsmail'i (as) burada kurban etmeye yönelmiş ve 'Allah bir kişi için göğsünde iki kalb var etmemiştir (dolayısıyla insan derûnunda iki hakiki sevgi bir arada cem olmaz.' (33:4) İlâhî fermanında buyrulduğu gibi, Allah ile arasında hiçbir hakiki sevgi bırakmamıştı. İşte, Mina'da aşk ırmağında yıkanıp, aşk ocağında varlıklarını ifna eden Beytullah yolcuları, şeytanı da alt etmiş olmanın arkasından hem bir şükür gereği hem de Allah'a daha da yaklaşma merhalesi olarak kurbanlarını keser, tam emniyete ulaşmış, emniyet insanı, yani hakikî mü'min olmuş bulunmanın nişanesi olarak da (48:27) saçlarını tıraş eder ve ihramdan çıkarlar.
Artık seyr ila'llahı tamamlamış olmanın ardından seyr fi'llah başlamaktadır.
Zaman
Bu Yayına Yorum Yapın