Bir güzel insan daha Hakk'a yürüdü 19.10.2009 Ali Ünal

Bir defasında Fethullah Gülen Hocaefendi, "Avrupa'da kendi topografyasına göre ferdî zirveler var; fakat bizim tarihimiz ve dünyamız, Himalayalar gibi hep birbirine eklenmiş zirvelerden müteşekkil." demişti.



Gerçekten de bilhassa tarihimiz, düşünce, dinî ve "tabiî" ilimler, manâ kahramanları, sanatkâr ve edipler, kumandanlar ve devlet adamları açısından yüz binlerce zirveyle doludur. Düşünce ve ilim açısından seleflerine nisbeten geri kabul edilen Osmanlı toplumu bile, yıkılırken başta Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere, Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Zahid-i Kevserî, Mustafa Sabri Efendi, Filibeli Ahmet Hilmi, Ferit Kâm, Babanzade Ahmet Naim, Mehmet Akif gibi, her biri ayrıca birer dil üstadı ve edep âbidesi zirveler yetiştirmişti. Cumhuriyet dönemi, bu noktada hâk ile yeksân bir manzara arz etse de, Alvarlı Muhammed Lütfi hazretleri, Abdülaziz Bekkine, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahit Kotku, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Mahmut Ustaosmanoğlu, Fethullah Gülen, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nurettin Topçu gibi isimler, bu hâk ile yeksân manzara içinde âdeta bir gökkuşağı oluşturmuşlardır.

Artık "ehl-i hizmet" gençlerin bile taksiden inmediği bir zamanda toplu taşıma araçlarıyla hizmetten hizmete koşarken gecenin yarısını geçen bir saatte kaybettiğimiz İbrahim Canan hocamız, söz konusu gökkuşağına dahil renklerden biriydi. Bediüzzaman Hz., "Acz, gururun madeni; aşağılık kompleksi, kibrin kaynağıdır." der. Evet, bir türlü kurtulamadıkları aşağılık kompleksiyle ispat-ı nefs için tahribe ve tenkide yönelen ve malûmatı ilim zanneden bazı ilâhiyatçılar içinde ilmi, hizmet aşkı, hiç eksilmeyen gayreti ve engin tevazuu ile bir zirve idi o. Yine Bediüzzaman'ın müthiş tesbitiyle, toplumda herkes için statü denilen bir görme ve görünme penceresi vardır. Boyları pencereyi geçenler eğilirler; boyları bu pencereye yetişmeyenler, uzun boylu görünmeye çalışırlar. İşte, büyüklerde büyüklüğün ölçüsü ve tezahürü tevazu; küçüklerde küçüklüğün ölçüsü ve tezahürü ise tekebbürdür. İbrahim Canan hocamız, büyük görünmeye çalışan pek çok cücenin yanında yukarılara ser çekmiş boyuyla bir tevazu modeliydi. En son, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda vakfın Fethullah Gülen Hocaefendi'yi tanıtmak için hazırladığı programı görüşmek üzere bir araya gelmiştik. Fakir, biraz yar-ağyar mülâhazası, biraz bizzat Hocaefendi'nin şahsının öne çıkarılmasından duyduğu fevkalâde rahatsızlık, biraz da Bediüzzaman Hz.'nin Peygamber Efendimiz'i tanıma adına bile Kur'an'ı, İslâm'ı, İslâm medeniyetini nazara vermesi sebebiyle, Hocaefendi'nin şahsına odaklanmaktan çok, düşüncelerini ve bu düşüncelerin meydana getirdiği pratiği incelemek gerektiğini arz ettim. Canan hocamız, buna katılmakla birlikte, "Hocaefendi'nin insanlara tesir eden bir şahsiyeti de var. Aynı şeyleri o yazıp söyleyince tesiri başka oluyor. İnsanlar, onun şahsî kemalâtına da tutuluyor." diyerek, şahsını da düşünceleriyle birlikte ele almanın gerektiğini buyurmuş ve -fakirin takdiri ne ifade eder ama- gözümde, gönlümde birkaç kat daha büyümüştü.

Değerlerimize maalesef sahip çıkmıyoruz. Erdem Beyazıt, iyi bir şairdi; İslâmî değerleri terennüm etmişti; düşünce insanıydı ve ayrıca milletvekilliği yapmıştı. TFF Başkanı Hasan Doğan ile aynı gün veya günlerde vefat etti. Sayın Doğan da elbette değerli bir insandı ama, merhum Erdem Beyazıt'ın bu ülkeye hizmeti, merhum Doğan'ınkinden daha az olmamıştır. Buna rağmen, Erdem Beyazıt'a yer vermeyi beklediğimiz ve üzerlerinde hakkı bulunan bazı medya organları bile, Hasan Doğan'a verdikleri yeri ondan esirgediler. Ergun Göze de hiçbir zaman bu ülkeye Halit Refiğ'den daha az hizmet etmedi; ondan da Sayın Refiğ'e verilen yer fazlasıyla esirgendi. Bu da, bilhassa İslâm hassasiyetli bilinen kesimin nerelere savrulduğunu gösteriyor. Allah, İbrahim Canan hocamıza Kendine lâyık şekilde rahmet etsin; yakınları ve sevenleriyle birlikte bütün İslâm dünyasının başı sağ olsun. a.unal@zaman.com.tr 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.