Bir bağlama arkeoloğu: Talip Özkan | Tuncay Opçin
Anadolu’nun hemen her bölgesinde, soğuk kış günlerinin olmazsa olmazı ev gezmeleridir. Özellikle kırsalda ev gezmeleri, sosyalleşmek için tek fırsattır. Kütahya da bu anlamda Anadolu’nun ayrılmaz bir parçasıdır. Erkekler küçük gruplar oluşturarak, her hafta mutad bir şekilde, sırayla evlerde toplanırlar. Bu toplantılar, tadına doyum olmayan sohbetlere ev sahipliği yapar.
Kütahya’da “gezek” adı verilen toplantıların özelliklerinden biri de, müziğe geniş yer verilmesidir. Birbirinden güzel halk türkülerine, Kütahyalılar kaşık oynayarak dahil olurlar. “Gezek”lerin değişmez repertuvarında ilk sırayı “Kar mı Yağmış Kütahya’nın Dağına” alır. Tabii bu türkü beraberinde aklımıza ister istemez Talip Özkan’ı getirir.
Özkan, 1939’da Denizli-Acıpayam’da dünyaya geldi. Uzun yıllar TRT’nin farklı bölge radyolarında solist ve koro şefi olarak görev yaptı. Ancak bir müddet sonra Türkiye’de şartlar Özkan’ın müzik adına nefes almasına imkan vermez oldu. O zaman Özkan bağlamasını, tanburunu yüklenerek sefere çıktı ve Paris’te konakladı.
ARKEOLOG TİTİZLİĞİYLE ÇALIŞTI
Talip Özkan’ın hayatı, ünlü müzisyen Muzaffer Sarısözen’i tanıyana kadar, herhangi bir isimden farksızdı. Özkan, Acıpayam’a gelen Sarısözen’e saz çaldığını söylemiş ve bağlamayı dinlemesini sağlamıştı. Sarısözen, ilk dinleyişte Özkan’a notunu vermiş, Ankara’ya geldiğinde kendisini bulmasını istemişti.
Özkan, Sarısözen’in bu teklifini karşılıksız bırakmamıştı. Üniversite eğitimi için Ankara’ya gittiğinde ilk çaldığı kapı Sarısözen’inki olmuştu. Sarısözen, Özkan’ı usulen bir imtihana tabi tutmuş ve TRT Ankara Radyosu kadrosuna almıştı. Özkan, Yurttan Sesler Korosu’na adım attığında takvim yaprakları 1957’yi gösteriyordu. Özkan, bir kaç yıl sonra yüksek lisans için İstanbul’a gidince kadrosu da TRT İstanbul Radyosu’na geçecekti. Bir sonraki durağı ise, yurtdışına gideceği ana kadar TRT İzmir Radyosu olacaktı.
Talip Özkan, usta bir bağlama sanatçısıydı. Muzaffer Sarısözen başta olmak üzere, müzik otoritelerinin dikkatini baglamadaki yeteneğiyle çekmişti. Ancak, Özkan bununla kalmamış derleme çalışmalarına katılmış, yüzün üzerinde türkü derlemişti. Özkan, türkü derlemeyi restorasyon yapmakla bir tutuyordu. Derlediği türkü ve manilerin bir tek notasını değiştirmeden repertuvara katıyordu.
Ona göre derlemenin ana kuralı, yüzyıllar içinde şekillenmiş müziği bütün özgünlüğüyle gelecek kuşaklara aktarmaktı. Asli suretinde derleme yapıldıktan, repertuvara kazandırıldıktan sonra isteyen sanatçılar kendi yorumlarını yapmakta serbestti. Ege zeybeklerini, Alevi deyişlerini, Azeri türkülerini büyük bir sorumlulukla toplamış ve icra etmişti.
VER ELİNİ PARİS
Özkan, Türkiye’nin büyük çalkantılar yaşadığı ve ideolojik olarak bölündüğü yıllarda hiçbir kimsenin, hükümetin ya da zümrenin adamı olmamıştı. Sadece müziğe sadakât gösteriyor, bağlamanın yanına tanburu da ekleyerek sanatını icra ediyordu. Ancak, TRT radyolarında ilk defa Alevi deyişlerine yer vermesi başını epey ağrıtmıştı. Özkan, bunun üzerine 1977’de TRT’den istifa ederek, memuriyete veda etti. Hergün yirmiye yakın kişinin can verdiği Türkiye’den ayrılmanın vakti gelmişti. Özkan, kararını vermiş ve Fransa’ya, Paris’e gitmiş ve oraya yerleşmişti. Özkan için önemli olan mesleğini icra edebilmekti.
Fotoğraf: Muammer Yanmaz / 40 İstasyon Projesi
Paris’in özgür ortamında bir apartman katında, Anadolu’nun bağrından topladığı türküleri her milletten insana öğretmenin çabasını verecekti. Bunda da büyük başarı kazanacaktı. Özkan, Paris’te beş albüm yayınlayacak, Avrupa’da yaşayan Türklerden farklı milletlerden kişilere kadar pek çok isme baglama çalmasını öğretecekti.
Özkan’ı diğer müzisyenlerden, müzikoloğlardan farklı kılan Anadolu müziğine bütüncül bakabilmesiydi. Çok iyi derlemeler yapmasına karşın ne Ege zeybekleriyle ne de Azeri müziği bayraktarlığıyla ön plana çıkmıştı. Her yöreye aynı ölçüde değer veriyor, kendisine yöreler üzerinden bir varlık alanı oluşturmaya çalışmıyordu.
TÜRK MÜZİĞİNİN FLAMENKOYA ETKİSİN ARAŞTIRIYORDU
Özel yaşamında da bu durum farklı değildi. İzmir’de tanıştığım kızı Aybala Yentürk, babasının 1970lerin kıt imkânlarında bile dünya müziğinin seçkin örneklerini evine taşıdığını, bu kayıtları bulup, dinlettiğini anlatıyordu. Özkan, müziğin evrenselliğine vurgu yapıyor, yerel müziklerin dünya müziği üzerindeki etkisini araştırıyordu. Bu çerçevede Flamenko dikkatini çekmişti. Türk müziğinin Emeviler üzerinden İspanya’ya ulaştığını ve Flamenko’yu etkilediğini fark etmiş, bu konuyu çalışmaya başlamıştı.
Yine derleme yaptığı yıllarda, o dönemde popülerleşen Hint müziğinin Anadolu’da halk müziğini etkilediğini farketmişti. Müzik yaşıyordu ve sonsuz etkileşime açıktı. Bunu icrasında da gösteriyor, repertuvarındaki zeybeklere, deyişlere doğaçlama katkılarda bulunuyordu.
Talip Özkan adını ilk defa, TRT İzmir Radyosu sanatçılarından duymuştum. Sonrasında İzmir’in önemli koleksiyonerlerinden Aybala-Nejat Yentürk çiftinin akrabalığını keşfetmiştim. Paris’te, yaşadığı apartman dairesinde hastalanmış ve hayatının son günlerini Türkiye’de geçirmeye karar vermişti.
Özkan’ın son seferi Paris’ten İzmir’e olmuş, tedavisine burada devam etmeye karar vermişti. Kendine has bağlama tekniği, derlediği türkü ve maniler, yetiştirdiği sanatçılarla hayatını dolu dolu yaşadığını inanan Talip Özkan, göçtüğünde takvimler 27 Mayıs 2010’u gösteriyordu. Bağlamanın, tanburun tellerine vuruldukça, zeybekler söylenip, gezekler devam ettikçe Talip Özkan, hep varolmaya devam edecek…
Bu Yayına Yorum Yapın