Ne zaman büyük ülke olunur? 07.12.2009 Ali Ünal
İlk defa kültür mantarını, 1991 yazında 6 hafta kadar kaldığım İngiltere'nin Leicester şehrinde bir markette gördüm ve sepetiyle kasiyerin önüne getirdim. Kasiyer, "Tamamını alacak mısınız?" diye sordu. "Evet!" dedim. Tarttı, 1,5 kilo geldi. Kasiyer, yanındaki diğer kasiyere "Lord bu, lord!" dedi. Londra'da bir manavdan bir tane bamya, yarım havuç ve bir baş soğan alan kadın da görmüştüm.
Bunu şunun için anlatıyorum. Bazı aydınlarımız, Türkiye'de kişi başına düşen gayri safî hâsılanın ve dolayısıyla "yaşam kalitesi"nin bazı Avrupa ülkelerine nazaran ne kadar düşük olduğundan bahsetmeyi severler. Oysa biz, Batı'dakine nazaran genellikle çok az çalışır; çalışmadan, hele devlet kesesinden geçinmeyi pek severiz. Maaşının azlığı sebebiyle sokağa dökülen memurların çoğu, "Neden bu devlet, memur istihdamında koskoca bir KİT gibi? Acaba ben işimin hakkını veriyor muyum?" diye hiç sormaz. 1,5 kilo mantar, kilo kilo meyve ve sebze almak için lord olmaya ihtiyaç yoktur. Neden? Çünkü Türkiye, her şeye rağmen temel gıda açısından zengin bir ülkedir.
Ne var ki, özellikle Kemal Derviş döneminden bu yana tarım ve hayvancılık sektörümüz büyük darbeler yemektedir. Bugün dünyada güçler arası asıl mücadele, enerjinin yanı sıra asıl tarım alanında veriliyor; ayrıca, büyük güçlerin sömürü mekanizmasını, istihbarat faaliyetleri ile, bilhassa biyolojik harp sanayii dâhil, silah ve ilaç sanayii oluşturuyor; Genetik mühendisliği ve bir endüstriye dönüşen tıp, söz konusu mücadele ve sömürüde ana motor olma fonksiyonu görüyor. Tarımımız, tarlalarımız (ve tabii ki sağlığımız), yalnızca GDO'lu ürünlerin değil, melez (hibrid) tohumculuğun ve suni gübrenin tehdidi altında. Geçtiğimiz yaz, Uşak ve Afyon civarında köylüler, hükümetin geçen yıla kadar ekegeldikleri siyah haşhaş yerine beyaz haşhaş ekme mecburiyeti getirdiğinden, beyaz haşhaş tohumlarının ekildikleri tarlaları âdeta esir aldığından, haşhaşçılığı da esir alacağından şikâyet ediyorlar, ilginç olanı, bu tohumların İsrail'den geldiğini söylüyorlardı. Domates gibi pek çok ürünlerde benzer bir sürecin haylidir yaşandığını da biliyoruz. Pek çok Müslüman-Arap ülkesinin süt ürünlerini Hollanda ve Danimarka gibi küçücük iki ülke sağlıyor. Bu iki ülkenin kat be katı tarım ve hayvancılık arazisi olan ülkemizde ise hayvancılık gittikçe seviye kaybederken, tarımımız da pek çok sahada dışa bağımlı hale geliyor. Konya ovası gibi ovalar, yanlış sulamacılık yüzünden verimsizleşirken, tatlı sulu olanları dâhil, pek çok gölümüz kurumakla karşı karşıya. GDO'lu ürünleri tartıştık; basit bir teklifim var: İsrail'in ve dünyada Yahudilerin kullandıkları tohumları kullanıp, bizzat tükettikleri yiyecekleri tüketelim, ihraç ettiklerini değil.
Yeni bir haber: Biz domuz gribi aşısını tartışırken, Çin'in Şanghay Pudong havaalanında 28 Kasım tarihinde düşen bir ABD kargo uçağının, havadan serpilmek üzere mutasyona uğramış domuz gribi virüsü taşıdığı iddia ediliyor. Endonezya Sağlık Bakanı da, domuz gribinin Batılı ülkeler tarafından üretilen biyolojik bir silah olduğunu ileri sürmüştü. Geçtiğimiz haftalarda Hindistan ve Nijerya'da da şüpheli biyolojik maddeler taşıdıkları gerekçesiyle bazı ABD uçaklarının mecburî iniş yapmaya zorlandığı ifade ediliyor. Virüsün daha ölümcül bir türünün görüldüğü Ukrayna'nın başkenti Kiev'de kasım ayı başında şüpheli uçaklardan halkın üzerine gaz püskürtüldüğü de iddia edilmişti.
Ne zaman tarım ve hayvancılıkta bağımsız hale gelir; yazları Anadolu'nun belli bölgelerini etkisine alan kene istilası, domuz gribi ve kuş gribi virüsü gibi arada ortaya çıkıveren biyolojik ajanlar, ASELSAN'da peşpeşe mühendislerimizi kaybetmemiz, önemli bazı bilim insanlarına mezar olan Isparta uçağı-
nın ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düş(ürül)mesi gibi hadiseler sır olmaktan çıkar ve böylesi vakaları kontrol edebilirsek, asker de hukukun sahasına alınabilirse, işte o zaman büyük ülke olmanın bazı unsurlarına sahibiz demektir.
Bunu şunun için anlatıyorum. Bazı aydınlarımız, Türkiye'de kişi başına düşen gayri safî hâsılanın ve dolayısıyla "yaşam kalitesi"nin bazı Avrupa ülkelerine nazaran ne kadar düşük olduğundan bahsetmeyi severler. Oysa biz, Batı'dakine nazaran genellikle çok az çalışır; çalışmadan, hele devlet kesesinden geçinmeyi pek severiz. Maaşının azlığı sebebiyle sokağa dökülen memurların çoğu, "Neden bu devlet, memur istihdamında koskoca bir KİT gibi? Acaba ben işimin hakkını veriyor muyum?" diye hiç sormaz. 1,5 kilo mantar, kilo kilo meyve ve sebze almak için lord olmaya ihtiyaç yoktur. Neden? Çünkü Türkiye, her şeye rağmen temel gıda açısından zengin bir ülkedir.
Ne var ki, özellikle Kemal Derviş döneminden bu yana tarım ve hayvancılık sektörümüz büyük darbeler yemektedir. Bugün dünyada güçler arası asıl mücadele, enerjinin yanı sıra asıl tarım alanında veriliyor; ayrıca, büyük güçlerin sömürü mekanizmasını, istihbarat faaliyetleri ile, bilhassa biyolojik harp sanayii dâhil, silah ve ilaç sanayii oluşturuyor; Genetik mühendisliği ve bir endüstriye dönüşen tıp, söz konusu mücadele ve sömürüde ana motor olma fonksiyonu görüyor. Tarımımız, tarlalarımız (ve tabii ki sağlığımız), yalnızca GDO'lu ürünlerin değil, melez (hibrid) tohumculuğun ve suni gübrenin tehdidi altında. Geçtiğimiz yaz, Uşak ve Afyon civarında köylüler, hükümetin geçen yıla kadar ekegeldikleri siyah haşhaş yerine beyaz haşhaş ekme mecburiyeti getirdiğinden, beyaz haşhaş tohumlarının ekildikleri tarlaları âdeta esir aldığından, haşhaşçılığı da esir alacağından şikâyet ediyorlar, ilginç olanı, bu tohumların İsrail'den geldiğini söylüyorlardı. Domates gibi pek çok ürünlerde benzer bir sürecin haylidir yaşandığını da biliyoruz. Pek çok Müslüman-Arap ülkesinin süt ürünlerini Hollanda ve Danimarka gibi küçücük iki ülke sağlıyor. Bu iki ülkenin kat be katı tarım ve hayvancılık arazisi olan ülkemizde ise hayvancılık gittikçe seviye kaybederken, tarımımız da pek çok sahada dışa bağımlı hale geliyor. Konya ovası gibi ovalar, yanlış sulamacılık yüzünden verimsizleşirken, tatlı sulu olanları dâhil, pek çok gölümüz kurumakla karşı karşıya. GDO'lu ürünleri tartıştık; basit bir teklifim var: İsrail'in ve dünyada Yahudilerin kullandıkları tohumları kullanıp, bizzat tükettikleri yiyecekleri tüketelim, ihraç ettiklerini değil.
Yeni bir haber: Biz domuz gribi aşısını tartışırken, Çin'in Şanghay Pudong havaalanında 28 Kasım tarihinde düşen bir ABD kargo uçağının, havadan serpilmek üzere mutasyona uğramış domuz gribi virüsü taşıdığı iddia ediliyor. Endonezya Sağlık Bakanı da, domuz gribinin Batılı ülkeler tarafından üretilen biyolojik bir silah olduğunu ileri sürmüştü. Geçtiğimiz haftalarda Hindistan ve Nijerya'da da şüpheli biyolojik maddeler taşıdıkları gerekçesiyle bazı ABD uçaklarının mecburî iniş yapmaya zorlandığı ifade ediliyor. Virüsün daha ölümcül bir türünün görüldüğü Ukrayna'nın başkenti Kiev'de kasım ayı başında şüpheli uçaklardan halkın üzerine gaz püskürtüldüğü de iddia edilmişti.
Ne zaman tarım ve hayvancılıkta bağımsız hale gelir; yazları Anadolu'nun belli bölgelerini etkisine alan kene istilası, domuz gribi ve kuş gribi virüsü gibi arada ortaya çıkıveren biyolojik ajanlar, ASELSAN'da peşpeşe mühendislerimizi kaybetmemiz, önemli bazı bilim insanlarına mezar olan Isparta uçağı-
nın ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düş(ürül)mesi gibi hadiseler sır olmaktan çıkar ve böylesi vakaları kontrol edebilirsek, asker de hukukun sahasına alınabilirse, işte o zaman büyük ülke olmanın bazı unsurlarına sahibiz demektir.
Bu Yayına Yorum Yapın