YILBAŞI KUTLAMALARI | Ahmet Selim
Yılbaşından iki gün önce, bir akşam üstü, evde yalnız başıma oturuyorum, bazı notlar çıkarmakla meşgulüm… Üstümde bir rehavet de var. Tam o sırada bir tarraka koptu.
Hemen sigortaları indirip el fenerini aldım, pencerelere yavaş yavaş yaklaştım… Evin arka cephesindeki binaların her patlamada bütün yüzü aydınlanıyordu. Aklıma binbir dehşet senaryosu geliyor; fakat çözemiyordum. Neydi bu?
Ön balkona geçince, karşıki blokun arkasındaki çatılardan havai fişeklerin fışkırdığını görüp rahatladım. Böyle havai fişek mi olurmuş? Bu yaşıma geldim, görmedim. Kulaklarım uğulduyordu, bir ek tansiyon tableti alıp uzandım, “Allah ıslah etsin!” dualarıyla.
Yaşlısı var, hastası var, çocuğu var, uyuyanı var; insanlara bu yapılır mı? Bunun insanlıkla alakası var mı? (Sonradan araştırdım, havai fişek gösterisiymiş, polis de harekete geçip uyarmış.)
Biz eğlenmeyi ve sevinmeyi bilmiyoruz. Eskiden bilenleri dinlemeyi ve örnek almayı bilirdik, onu da unuttuk.
Yılbaşı, eğlenmeyi, sevinmeyi bilmeyişimizin en elverişli negatif vesilesi olduğu için bana antipatik geliyor. “Telaş, hiperaktivite, saygısızlık, dengesizlik ve ölçüsüzlük, trafik savrulması” gibi haller, artık dinî bayramlarımızda bile var. Her bayram 100 kişi trafikten hayatını kaybediyor… Bu halimizin en sivri ve serbest tezahürleri de yılbaşında yaşanıyor. Keyfiyetini bir tarafa bırakıp, yaşanışının ve uygulanışının gerçekliğini düşünmek gerekir. “Taksim Meydanı taciz meydanı oldu” adlı haber her televizyon kanalında yayınlandı. Derin analizlere lüzum yok, realite orada sırıtıp duruyor.
Din görevlisi, görevinin kapsamına giren konularda “din görevlisi” sıfatıyla konuşabilir. “Yılbaşı nedir, kapitalizm-demokrasi-laiklik nedir” gibi konularda düşünce üretmek ve yorumlar-değerlendirmeler beyan etmek, din görevlisinin (resmî) görev kapsamına girmez. Kendi düşüncesini söyleyecek ise bunu görevli olarak değil, kişisel olarak ifade eder.
Ömer Nasuhi Bilmen bir yerde “hilaf-ı evla” tabirini kullanmıştı ve ben bu zarureti çok sevmiştim. Onun benimsediği ve kendisiyle özdeşleştiği “görev üslubu” böyle gerektiriyordu. Bir fıkhî tekabül ifadesi bularak, görevinin sınırları içinde kalmış olmanın özenini unutmamak ona çok yakışan bir incelikti. Mevdudî’lerin yazdıkları, din bilgisi değildir, düşüncedir; ama Ömer Nasuhi’lerin yazdığı din bilgisidir. “Yılbaşı artık bir kültür haline geldi” düşüncesini, düşünce insanları kendi düşüncesi olarak ifade edebilir; fakat dinî görev ve makam sahipleri bunu söylerse bir hüküm belirtme niteliğine bürünür ki hiç uygun olmaz.
Bu fark çok ciddi meselelerle ilgili özellikler taşır. Dinden ilham alan, dine dayandırılan bireysel görüş ve düşünceler; din adına savunulamaz. “Muhtemel isabetler dindendir, muhtemel yanılmalar bendendir” deyip kendi sınırınızı kendiniz sorumlulukla çizip tevazuyla kabulleneceksiniz. “Tefsir, içtihat, yorum, tevil, ilham, düşünce” kavramları farklı kavramlardır. (Tefsir ile yorum dahi farklıdır, bilhassa belirttim.) İçtihad alanına şahsî düşünceleri dahil etmek ne kadar yanlışsa, düşünce alanının görevlerini içtihat zorlamalarıyla lüzumsuzlaştırmaya çalışmak da yanlıştır. Düşünce (tefekkür) alanı çok daha geniş, çok daha özel ve bireysel bir sorumluluk alanıdır.
… “Zaman’dan, insan’dan, hayat’tan anladıkları nedir ki, yılbaşı’ndan anlayabildikleri ne olacak ve onu nasıl kutlayacaklar?” sorusunun cevabını ekranlar canlı-canlı yansıtıp duruyor. Bu neyin kültürüdür, hangi medeniyetin, hangi hayat felsefesi’nin kültürüdür? Bu kültürün değer ölçüleri, düşünürleri, filozofları var mıdır? Ömrüm okumakla geçti, ben bilmiyorum. Bu, bir kültür değil, “kültürsüz medeniyet” bunalımının yansımasıdır. Batı’nın kendi ölçülerine ve o ölçülerin evrensele taşıyabildiği insanî ve müşterek itiraf sicillerine göre de böyledir.
03.01.2008- ZAMAN
Hemen sigortaları indirip el fenerini aldım, pencerelere yavaş yavaş yaklaştım… Evin arka cephesindeki binaların her patlamada bütün yüzü aydınlanıyordu. Aklıma binbir dehşet senaryosu geliyor; fakat çözemiyordum. Neydi bu?
Ön balkona geçince, karşıki blokun arkasındaki çatılardan havai fişeklerin fışkırdığını görüp rahatladım. Böyle havai fişek mi olurmuş? Bu yaşıma geldim, görmedim. Kulaklarım uğulduyordu, bir ek tansiyon tableti alıp uzandım, “Allah ıslah etsin!” dualarıyla.
Yaşlısı var, hastası var, çocuğu var, uyuyanı var; insanlara bu yapılır mı? Bunun insanlıkla alakası var mı? (Sonradan araştırdım, havai fişek gösterisiymiş, polis de harekete geçip uyarmış.)
Biz eğlenmeyi ve sevinmeyi bilmiyoruz. Eskiden bilenleri dinlemeyi ve örnek almayı bilirdik, onu da unuttuk.
Yılbaşı, eğlenmeyi, sevinmeyi bilmeyişimizin en elverişli negatif vesilesi olduğu için bana antipatik geliyor. “Telaş, hiperaktivite, saygısızlık, dengesizlik ve ölçüsüzlük, trafik savrulması” gibi haller, artık dinî bayramlarımızda bile var. Her bayram 100 kişi trafikten hayatını kaybediyor… Bu halimizin en sivri ve serbest tezahürleri de yılbaşında yaşanıyor. Keyfiyetini bir tarafa bırakıp, yaşanışının ve uygulanışının gerçekliğini düşünmek gerekir. “Taksim Meydanı taciz meydanı oldu” adlı haber her televizyon kanalında yayınlandı. Derin analizlere lüzum yok, realite orada sırıtıp duruyor.
Din görevlisi, görevinin kapsamına giren konularda “din görevlisi” sıfatıyla konuşabilir. “Yılbaşı nedir, kapitalizm-demokrasi-laiklik nedir” gibi konularda düşünce üretmek ve yorumlar-değerlendirmeler beyan etmek, din görevlisinin (resmî) görev kapsamına girmez. Kendi düşüncesini söyleyecek ise bunu görevli olarak değil, kişisel olarak ifade eder.
Ömer Nasuhi Bilmen bir yerde “hilaf-ı evla” tabirini kullanmıştı ve ben bu zarureti çok sevmiştim. Onun benimsediği ve kendisiyle özdeşleştiği “görev üslubu” böyle gerektiriyordu. Bir fıkhî tekabül ifadesi bularak, görevinin sınırları içinde kalmış olmanın özenini unutmamak ona çok yakışan bir incelikti. Mevdudî’lerin yazdıkları, din bilgisi değildir, düşüncedir; ama Ömer Nasuhi’lerin yazdığı din bilgisidir. “Yılbaşı artık bir kültür haline geldi” düşüncesini, düşünce insanları kendi düşüncesi olarak ifade edebilir; fakat dinî görev ve makam sahipleri bunu söylerse bir hüküm belirtme niteliğine bürünür ki hiç uygun olmaz.
Bu fark çok ciddi meselelerle ilgili özellikler taşır. Dinden ilham alan, dine dayandırılan bireysel görüş ve düşünceler; din adına savunulamaz. “Muhtemel isabetler dindendir, muhtemel yanılmalar bendendir” deyip kendi sınırınızı kendiniz sorumlulukla çizip tevazuyla kabulleneceksiniz. “Tefsir, içtihat, yorum, tevil, ilham, düşünce” kavramları farklı kavramlardır. (Tefsir ile yorum dahi farklıdır, bilhassa belirttim.) İçtihad alanına şahsî düşünceleri dahil etmek ne kadar yanlışsa, düşünce alanının görevlerini içtihat zorlamalarıyla lüzumsuzlaştırmaya çalışmak da yanlıştır. Düşünce (tefekkür) alanı çok daha geniş, çok daha özel ve bireysel bir sorumluluk alanıdır.
… “Zaman’dan, insan’dan, hayat’tan anladıkları nedir ki, yılbaşı’ndan anlayabildikleri ne olacak ve onu nasıl kutlayacaklar?” sorusunun cevabını ekranlar canlı-canlı yansıtıp duruyor. Bu neyin kültürüdür, hangi medeniyetin, hangi hayat felsefesi’nin kültürüdür? Bu kültürün değer ölçüleri, düşünürleri, filozofları var mıdır? Ömrüm okumakla geçti, ben bilmiyorum. Bu, bir kültür değil, “kültürsüz medeniyet” bunalımının yansımasıdır. Batı’nın kendi ölçülerine ve o ölçülerin evrensele taşıyabildiği insanî ve müşterek itiraf sicillerine göre de böyledir.
03.01.2008- ZAMAN
Bu Yayına Yorum Yapın