İÇ’E BAKIŞ | Ahmet Selim

İç düzen ne alemde? İç’ten kastım, derunî. Yani; ruhî, kalbî, vicdanî, ahlakî, iz´anî düzen.



İnsan bir makine parçası değil. İnsanın derunî bir dünyası var. Ya, bir uyum söz konusu olacak ya da uyuşmazlığın acılı sesleri duyulacak. Bu sesleri herkes duymaz; ama kendiniz duyarsınız. Vicdanınızda makes bulur ve bütün derunî varlığınıza yayılır. Üzerinde düşünürsünüz, zaruretleri ve mümkün tedbirleri ölçüp biçersiniz. Kendi iç düzeninizi yaşanabilir bir denge ve tahammül muhasebesine göre kurmaya çalışırsınız. Acılı sesleri; düşüncelere, paylaşım sohbetlerine, sanata, edebiyata, şarkılara, türkülere ve dualara yansıtmaya çalışırsınız. Bunlar yoksa böyle bir tezahür zenginliği farkedilmiyorsa, dış ile iç arasında bir uyum oluşmuş demektir.

Herhangi bir ağrı, sancı, sızı yok! Böyle olması bir sıhhat göstergesi midir? Emin olamayız. Vücudu tepkisizleştiren bir uyuşturulma, bir süreç halinde gerçekleşmiş olabilir. Hem de bu, alışkanlıklara yön veren şartlandırmalarla da vuku bulabilir. Mesela yüksek tansiyon kronikleşince; baş dönmesi, ense ağrısı gibi belirtilerin hiçbiri yaşanmaz hale gelebilir. Yirminin üstünde bir tansiyonla güneşin alnında kebap olmaya çalışan insanlar gördüm ben! Farkında değil! Tehlikenin ve kendinin farkında değil! Düz ovada yürür gibi, hoplayarak, zıplayarak, dağ yolunun uçurumlu kıvrımlarında büyük bir savrukluk rehaveti ve gafleti içinde fütursuzca ilerliyor, daha doğrusu oynuyor. Her an ayakları kayıp uçurumun dibine yuvarlanabilir. Semptomları “alışkanlık” süngeri emmiş, o kendini çok iyi hissediyor; hatta “boşverme”nin faziletini savunup kendi gafletini övüyor! İçimden “biraz başı ağrısa, ağırlaşsa” dediğim çok olmuştur.

İnsanlar, sadece patolojik olarak değil, yozlaştırıcı, sosyal-kültürel alışkanlık yönlendirmeleriyle de adeta uyuşmuş hale getirilebilirler. “İnandığın gibi yaşayamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın” sözü böyle gerçekleşir. Düşünceyi çekip alırsan, kaynar suya atılınca zıplayıp sıçrayan bir kurbağanın yavaş yavaş ısıtılıp kaynatılma haline teslim olması gibi, içgüdüsel refleksler söner ve her şey biter. Dikkat edilmeli, “düşünceyi çekip alırsan” diyorum. İnsanın, o kurbağadan farkı da bu zaten! İnsan düşünür. Düşünce, uyarır. Derunî uyarılar, içgüdülerin azgınlığını da, uyuşukluğunu da aşar. Düşünen insan, kendi bütünlüğünü ve var oluş gerçekliğini, kendi iç düzeninin gerektirdiği her bedeli ödeyerek korur. Acıdan, muhasebeden, çileden, zahmetten kaçmaz. Bilir ki tedbir ve mutluluk arayışını sürdürmenin başka yolu yoktur.

Öyle görünüyor ki, iç düzenlerimiz çok sakin! Denizin “çarşaf gibi” denilen haline pek benziyor! Çok dalgalı olması gerekmiyor; ama ufuklara uzanan maviliğinde bile çırpıntı köpükleri görülmeli canım! “Yaşıyor bu deniz” denebilmeli. Yelkenler şişebilmeli. Çok dalgalı olmasın; ama biraz dalgalansın arasıra. Hatta kayalara çarpma sesi derinden hafifçe duyulsun. Deniz denize benzemeli. En sakin zamanında bile, “bu coşabilir” dedirtici bir görünümü olmalı denizin…

Kendini aldatmayan başkasını aldatamaz. Neye inanırsa inansın, o işi yapanın dayandığı bir gerekçe bir (ladinî) fetva mutlaka vardır. Ve o gerekçe, bu toplumda üretiliyor. Açıktan açığa üretiliyor. “Kendini aldatma”nın yolunu kesin ve önüne sorumluluk şuurunu dikin; kanunun, mahkemenin, polisin yapamadığını, edebiyat yapar. Musiki yapar. Taşımıyorsunuz ki; statü hücrelerinde hüner sergileyip, hayatı tam bir seyirci gibi yaşıyorsunuz. Derunî uyanış mesajlarını içselleştirmiyorsunuz. Derunumuz; çalışmıyor, üretmiyor. Kendini aldatmayan başkasını aldatamaz sözü, hakikatin yarısı. Öbür yarısını da söyleyeyim: Kendini aldatmayan, başkasının aldatılmasına izin vermez. El’le, dil’le, gönül’le…

Yukarıda belirttiğim hakikatin arka planını da işaretleyelim: Kendini aldatanlar, başkaları tarafından da çok kolay aldatılırlar! Komplo teorileri masaldır, bütün oyunlar açık oynanıyor. Karşılıklı aldatmalara dayanan oyun düzeninde, sadece periyot mesafeleri tartışılır; henüz açığa çıkmadıysa o aldatıcı tavır sürer, açığa çıkınca yenisi devreye girer. Mütekabil olarak böyle davranılır. Bunların ayrıntısına girmek abestir. Çünkü meselelerin meselesi, iç düzenlerle ilgilidir.

09.01.2014 ZAMAN
Blogger tarafından desteklenmektedir.