SEVGi | Ahmet Selim

Sevmek, bir tanımıyla, “Kendini yakın hissetmek, kendine yakın hissetmek” demektir. Bu, önce kalbî, sonra aklî ve şuurî bir hissediştir. Bir başka deyişle, sevmenin de, ölçüleri vardır. Bu ölçüler, asliyeti koruyan ölçülerdir. Aksi halde, sevgi, bazı inhiraflarla (sapmalarla) aslî mahiyetini kaybeder ve başka bir hale dönüşür. Sevgi, sevgi olmaktan çıkar. Gelişemez, büyüyemez, derinleşemez, hayırlı (müspet) meyvelerini veremez.



Çeşitli örneklerle bu durumu izaha çalışalım…

Bir din büyüğünü sevmek ne demektir?

Onun Allah’a bağlılığını ve yakınlığını bilmek, Allah rızası için hiçbir nefsanî tesire kapılmadan ona yakınlık ve bağlılık duymak, onu memnun edici (ruhunu şad edici) bir “duyuş-düşünüş-davranış” içinde bulunmaya çalışmak demektir.

Bütün gerçek (şuurlu) Müslümanlar Hazret-i Ali’yi sever. Hazret-i Ali’yi sevmek, Müslümanlar arasında bir (içtihadî-mezhebî) farklılık sebebi olamaz. Bu konu, bir ihtilaf sebebi de olamaz.

Ben Hazret-i Ali’yi sevmeyen, çok sevmeyen, bir tek şuurlu Müslüman görmedim. Böyle bir hal tasavvur edilemez. Hazret-i Ali bir ilim deryası idi, bir takva mükemmelliğine sahipti, bütün ömrü boyunca Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yanında ona yardımcı olmanın mücadelesi ve gayreti içinde bulunmuştur. Onun sevgili kızının zevci, onun sevgili torunlarının babası idi. İlmi, şecaati, takvası, vefası, merhameti, itidali, basireti, daha nice faziletleri anlatılamayacak üstünlükler arzeder.

Mesele, “Sevginin safvetini ve asliyetini koruyarak çok sevmek”tir. Safvetini ve asliyetini koru; o sevgiyi, yüreğin ne kadarına yetiyorsa o kadar büyüt. Fakat “safvetini ve asliyetini” bozuyor isen; o çokluk bir “ifrat ve sapma” mahiyetine bürünür, yokluğa dönüşmeye başlar. Hassas nokta buradadır. (Bir şey ki haddini aşar, zıddına münkalib olur.)

Kitaplarda yazılı. Mesela “Peygamberimizden fazla sevmek” bir sapmadır. Sevginin bozulmasıdır. Hazret-i Ali bundan muazzep olur. Sevgi bir “yakınlaşma” olduğu halde, böyle yapanlar Hazret-i Ali’den uzaklaşmış olur. “Hazret-i Ali’yi sevmek” Hazret-i Ali’nin sevdiği gibi sevmektir, Hazret-i Ali’nin inandığı gibi inanmaktır, Hazret-i Ali’nin ibadet ettiği gibi ibadet etmektir, Hazret-i Ali’nin düşündüğü gibi düşünmektir, Hazret-i Ali’nin bağlandığı gibi bağlanmaktır, Hazret-i Ali’nin yaşadığı gibi yaşamaktır; kısacası onun yolunda olmaya çalışmaktır. Hazret-i Ali’nin yolu, Kur´an ve sünnet yoluydu. Ve bütün bunlar; Hazret-i Ebubekir için de söylenebilir, Hazret-i Ömer için de…

“Ben Hazret-i Ebubekir’i çok seviyorum, ama Hazret-i Ali’yi sevmiyorum” diyen bir tek kişi yoktur. Ama tersi vardır ve neden var olduğu üzerinde “sevginin safveti ve asliyeti” açısından durmak lazımdır.

Sevginin başı, sevginin en üstünü, Allah sevgisidir. Bütün sevgiler, bu sevgiye nisbetle halisiyet ve gerçeklik kazanır. Uymuyorsa, ters düşüyorsa; o sevgi, “halis ve gerçek sevgi” değildir. Bu, bir büyüğüne duyulan sevgi olsa da böyledir; insanın o kendi çocuğuna duyduğu sevgi de olsa böyledir; tabiata yönelik sevgi de olsa böyledir…

Sevginin birinci “safvet, halisiyet, asliyet” şartı, Allah rızası için olmasıdır; Allah’ın rızasına uygun olmasıdır. “Allah rızası için” demek, “nefsanî kaygılara, zaaflara, hesaplara” yer verilmemesi demektir.

Bu konuyu burada aylarca yazsam bitiremem. O kadar doluyum…

Sevginin, hissediş kadar; düşünüş ve şuurlanış yönü de vardır. Bütün hayatı, bütün İslam’ı, sevgiyi anlatarak (bir metodla) izah etmiş olursunuz. Öyle derin, öyle geniş bir kavramdır sevgi.



11.07.1995 ZAMAN
Blogger tarafından desteklenmektedir.