Terörle mücadelede en önemli üç nokta 19.07.2010 Ali Ünal
Terörle mücadelede, hem onun zeminini kurutma hem de teröristleri mağlûp etme adına gözetilmesi gereken en önemli husus, asla zulme sapmamaktır.
Hak haktır; onun büyüğü-küçüğü olmaz; bir masumun hakkı topluma feda edilemez." Ayrıca, "Bir kişinin hatası için başkaları suçlanamaz ve cezalandırılamaz." Yine, "Savaşta sivil halka, yani muharip olmayan kadın-erkek, genç-yaşlı kimseye dokunulamaz; dinî mekânlara, ormanlara, hattâ yerleşim yerlerine zarar verilemez." Bütün bunlar, İslâm'ın koyduğu, hak ve adaletin emrettiği en esaslı düsturlardır, kurallardır.
Günümüzde bu kuralların hiçbiri "medenî" dünyada olduğu gibi, onun bir parçası olan ülkemizde de gözetilmemektedir. 26 yıllık PKK ile savaşta özellikle OHAL dönemlerinde en fazla zararı masum sivil halk, yerleşim yerleri, ekim alanları görmüş, bir teröristi cezalandırma adına onun nice yakınları zulme maruz bırakılmış, nice köyler, hattâ kasabalar topa tutulmuştur. Yeri gelmişken ifade edelim ki, Devlet Bahçeli OHAL istemekle bu aynı uygulamaları istiyorsa, vatana ve millete asıl ihanet OHAL istememek değil, tam tersine, OHAL istemektir.
Kuvvet şehveti, kontrol altına alınması gereken en tahrip edici şehvettir. Onu kontrol eden de hak ve adalettir. Tarih, yanıltmaz şahittir. Kuyucu Murat Paşa, Anadolu'yu, hattâ belli derecede Rumeli'yi ve Osmanlı-Arap bölgelerini perişan eden ve kısmen Alevî isyanları olan Celâlî isyanlarını kanla bastırmakla ne Alevîleri ne de Alevîliği yok edebilmiştir. Cumhuriyet dönemimizde "bölücülük"le mücadele adına kurulan sehpalar, bastırılan onlarca isyan, asla çözüm getirmemiştir. İlker Başbuğ'un şapka çıkarılacak matematik hesabıyla, "30.000 teröristi öldürmekle 5 defa mağlûp edilmiş olan" PKK terörü, bugün gücünden bir şey kaybetmiş görünmemektedir. Bir yandan bu gerçeklerin yanı sıra, diğer yandan, İslâm dünyasını ezip geçen Moğolların bir-bir buçuk asır geçmeden ilim ve maneviyat temelli İslâm medeniyeti içinde eriyip Müslümanlaşmasının bize öğretmesi gereken çok şeyler olmalıdır. Kuvvet şehveti, hak ve mutlak adalet temelleri üzerine oturan hukuka tâbi olmazsa, geçici tatmin sağlasa da, sonunda mağlûp olmaya mahkûmdur. 72 yıl ayakta kalabilen Sovyet Rusya, birkaç yıllık Nazi İmparatorluğu, gücünün zirvesindeki ABD'nin Vietnam, Somali ve 1983 Lübnan mağlûbiyetleri ve İslâm dünyasına karşı güya terörle savaş adına giriştiği sol saldırılarda kaçınılmaz görünen hezimeti, savaş makinesi İsrail'in Güney Lübnan'dan ve Gazze'den yüzgeri edilmesi, yine aynı gerçeğin tecellileridir. Dolayısıyla, Türkiye'nin Irak sınırına yığınak yaptığının konuşulduğu şu günlerde AK Parti hükümeti, söz konusu temel kuralların çiğnenerek terörü daha da azdıracak uygulamalara meydan verilmesinden mutlaka kaçınmalıdır.
İkinci olarak, yine İslâm'ın en önemli idarî esaslarından biri de, "Bir toplumun efendisi, ona hizmet edendir." düsturudur. Dolayısıyla, büyüklüğü, efendiliği, idareciliği, kuvveti halkına samimî hizmette bulan bir idare, bürokrasi, ordu, emniyet, parti, başarının sırrını elde etmiş demektir. Bütün bunları halka tahakkümde bulan her türlü yapı, neticede başarısızlığa ve çökmeye mahkûmdur. Ve benlikten, kendini beğenmekten, gururdan ve gaddar siyasetten gelen tarafgirliğin sadece zarar getireceği unutulmamalıdır.
Üçüncü olarak, etnik ayrılıklar, insan iradesine dahil olmayan yaratılış tecellileridir ve dolayısıyla asla idealize edilemez; realite olarak kabul edilir, fakat üstünlük, ayrılık ve ayrımcılık sebebi yapılamaz. Bin yıl hamuru İslâm ile yoğrulan ve bu mayayı kimsenin yok edemeyeceği ülkemizde Türkçülük ve Kürtçülük gibi etnik kimliklerin öne çıkarılması, ancak ayrılığı, ayrımcılığı ve terörü körükler; ülkeye ve millete zarar verir. Dolayısıyla, terörle mücadelede bütün etnik ayrımları kendi içinde eriten İslâm kardeşliğine gereken ağırlık verilmeli, bu kardeşlik güçlendirilmeli ve bu konuda Diyanet ile birlikte halk temelinde etkili sivil kuruluşlardan azamî ölçüde yararlanılmalıdır.
Hak haktır; onun büyüğü-küçüğü olmaz; bir masumun hakkı topluma feda edilemez." Ayrıca, "Bir kişinin hatası için başkaları suçlanamaz ve cezalandırılamaz." Yine, "Savaşta sivil halka, yani muharip olmayan kadın-erkek, genç-yaşlı kimseye dokunulamaz; dinî mekânlara, ormanlara, hattâ yerleşim yerlerine zarar verilemez." Bütün bunlar, İslâm'ın koyduğu, hak ve adaletin emrettiği en esaslı düsturlardır, kurallardır.
Günümüzde bu kuralların hiçbiri "medenî" dünyada olduğu gibi, onun bir parçası olan ülkemizde de gözetilmemektedir. 26 yıllık PKK ile savaşta özellikle OHAL dönemlerinde en fazla zararı masum sivil halk, yerleşim yerleri, ekim alanları görmüş, bir teröristi cezalandırma adına onun nice yakınları zulme maruz bırakılmış, nice köyler, hattâ kasabalar topa tutulmuştur. Yeri gelmişken ifade edelim ki, Devlet Bahçeli OHAL istemekle bu aynı uygulamaları istiyorsa, vatana ve millete asıl ihanet OHAL istememek değil, tam tersine, OHAL istemektir.
Kuvvet şehveti, kontrol altına alınması gereken en tahrip edici şehvettir. Onu kontrol eden de hak ve adalettir. Tarih, yanıltmaz şahittir. Kuyucu Murat Paşa, Anadolu'yu, hattâ belli derecede Rumeli'yi ve Osmanlı-Arap bölgelerini perişan eden ve kısmen Alevî isyanları olan Celâlî isyanlarını kanla bastırmakla ne Alevîleri ne de Alevîliği yok edebilmiştir. Cumhuriyet dönemimizde "bölücülük"le mücadele adına kurulan sehpalar, bastırılan onlarca isyan, asla çözüm getirmemiştir. İlker Başbuğ'un şapka çıkarılacak matematik hesabıyla, "30.000 teröristi öldürmekle 5 defa mağlûp edilmiş olan" PKK terörü, bugün gücünden bir şey kaybetmiş görünmemektedir. Bir yandan bu gerçeklerin yanı sıra, diğer yandan, İslâm dünyasını ezip geçen Moğolların bir-bir buçuk asır geçmeden ilim ve maneviyat temelli İslâm medeniyeti içinde eriyip Müslümanlaşmasının bize öğretmesi gereken çok şeyler olmalıdır. Kuvvet şehveti, hak ve mutlak adalet temelleri üzerine oturan hukuka tâbi olmazsa, geçici tatmin sağlasa da, sonunda mağlûp olmaya mahkûmdur. 72 yıl ayakta kalabilen Sovyet Rusya, birkaç yıllık Nazi İmparatorluğu, gücünün zirvesindeki ABD'nin Vietnam, Somali ve 1983 Lübnan mağlûbiyetleri ve İslâm dünyasına karşı güya terörle savaş adına giriştiği sol saldırılarda kaçınılmaz görünen hezimeti, savaş makinesi İsrail'in Güney Lübnan'dan ve Gazze'den yüzgeri edilmesi, yine aynı gerçeğin tecellileridir. Dolayısıyla, Türkiye'nin Irak sınırına yığınak yaptığının konuşulduğu şu günlerde AK Parti hükümeti, söz konusu temel kuralların çiğnenerek terörü daha da azdıracak uygulamalara meydan verilmesinden mutlaka kaçınmalıdır.
İkinci olarak, yine İslâm'ın en önemli idarî esaslarından biri de, "Bir toplumun efendisi, ona hizmet edendir." düsturudur. Dolayısıyla, büyüklüğü, efendiliği, idareciliği, kuvveti halkına samimî hizmette bulan bir idare, bürokrasi, ordu, emniyet, parti, başarının sırrını elde etmiş demektir. Bütün bunları halka tahakkümde bulan her türlü yapı, neticede başarısızlığa ve çökmeye mahkûmdur. Ve benlikten, kendini beğenmekten, gururdan ve gaddar siyasetten gelen tarafgirliğin sadece zarar getireceği unutulmamalıdır.
Üçüncü olarak, etnik ayrılıklar, insan iradesine dahil olmayan yaratılış tecellileridir ve dolayısıyla asla idealize edilemez; realite olarak kabul edilir, fakat üstünlük, ayrılık ve ayrımcılık sebebi yapılamaz. Bin yıl hamuru İslâm ile yoğrulan ve bu mayayı kimsenin yok edemeyeceği ülkemizde Türkçülük ve Kürtçülük gibi etnik kimliklerin öne çıkarılması, ancak ayrılığı, ayrımcılığı ve terörü körükler; ülkeye ve millete zarar verir. Dolayısıyla, terörle mücadelede bütün etnik ayrımları kendi içinde eriten İslâm kardeşliğine gereken ağırlık verilmeli, bu kardeşlik güçlendirilmeli ve bu konuda Diyanet ile birlikte halk temelinde etkili sivil kuruluşlardan azamî ölçüde yararlanılmalıdır.
Bu Yayına Yorum Yapın