Anayasa tartışmaları 22.03.2010 Ali Ünal
Her gün onlarcasını yaşadığımız trafik kazalarında yılda 10.000'in üzerinde insan ölüyor ve kazaların Türkiye'ye verdiği yıllık zarar, 20 milyar lira civarında. PKK terörü, öldürülen teröristler dâhil yılda ortalama 1000-1200 civarında can aldı ve Türkiye'ye yıllık maliyeti 12-15 milyar lira civarında idi. Trafik kazaları, ülkemize PKK teröründen çok daha fazlasına mal olduğu gibi, yol açtığı yıllık zarar, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin verdiği zarardan da daha büyük.
Bu kadar zarara ve ölüme rağmen kazaların önlenememesi, kanun ve kuralları sevmeyen bir halkımızın olduğunu ortaya koyuyor. Hele, oraya buraya asılan bazı sloganların ise, çevre kirliliğinden başka bir şey yapmadığını gösteriyor. Trafik konusunda kanun ve kurallara uymak lehimize, uymamak hem de hayatî sonuçlarıyla aleyhimize olmasına rağmen, kanun ve kurallara neden uymuyor, uymayı neden sevmiyoruz? Bu soruyu, yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı bugünlerde şöyle de sorabiliriz: Neden bu kadar çok kanun değiştiriyoruz; neden yaptığımız anayasalar hiç ömürlü olmuyor? Bu soruyu sorup onu cevaplamak, özellikle her kanun koyucunun, her hukukçunun öncelikli meselesi olsa gerek.
Kanun veya hukuk kuralları, insanı bir yöne sevk etmeye yetmez. Kanunlarla hangi maksadı takip ediyorsak, insanların da o maksat çerçevesinde eğitilmesi gerekir. Aksi halde, itaat zorla olur ve bu da insanları "münafık" yapar; kaçamağını bulduğu her durumda kanunlardan sıyrılmaya sevk eder. Öyleyse kanunlar, bir maksada, bir değer üzerine oturmalıdır. Konuya açık bir misal olması bakımından İslâm'ın tebliğ tarihi açısından yaklaşacak olursak, İslâm'ın Mekke döneminde hiçbir ahkâm, yani (müeyyide sahibi) kanun inmemiştir. Kanunlar, Medine'de gelmiş, elbette Medine'de de devam edecek bir süreç olarak, Mekke'de insanlar, bu kanunlara her bakımdan hazırlanmıştır. Öyle ki, Medine'de hem günah-sevap ifade eder birer dinî hüküm, hem de dünyada da müeyyidesi olan birer kanun olacak zina ve insan öldürme gibi fiiller, Mekke'de yasaklanmış olmasına rağmen (müeyyideli) birer kanun olarak vaz' edilmemişlerdir. İslâm, tebliğ sürecinde insanların zihinlerine ve kalblerine yerleştirmediği hiçbir doğruyu önce kanun olarak koymamış, önce zihinleri ve kalbleri hazırlamış, sonra ilgili kanunları koymuştur. Meselâ, kadınlara tesettür emri gelmeden önce Peygamber Efendimiz'e kadınlara örtünme emri vermesi için defalarca müracaatta bulunulmuş ve bu emir nihayet bir Kur'an hükmü olarak gelince, onu seve seve ve gereklilik olarak görüp tatbik etmeyen Müslüman kadın kalmamıştır. Ayrıca, müeyyideli bazı kanunların, dinî emir ve yasakların konması, yıllar alan bir süreç takip etmiştir. İçki de, faiz de Mekke'de iken yasaklanma sürecine girilmiş, içki fasıla fasıla nihayet Hicret'in 5. yılında yasaklanırken, faiz yasağının tamamıyla ekonomiden çıkarılması Veda Haccı'nda olmuştur.
Anayasa dahil kanunlar, en azından halkın büyük çoğunluğunun benimseyeceği değerler üzerine oturmaz ve halk bu değerler istikametinde eğitilmiş olmazsa, tesirsiz kalır. Bu çerçevede kanunlarla değerler ve eğitim birbirini desteklemesi gerektiği gibi, hayatı kuşatan sistem, bütün inanç, düşünce, içtimaî, siyasî ve ekonomik boyutlarıyla tam bir âhenk içinde olmalı ve kanunlar hem bu âhenkten kaynaklanmalı hem de onu destekleyici olmalıdır. Üçüncü olarak, insanlar, özellikle Müslüman halk için kanunlar ve üzerine oturduğu değerler, halkın büyük çoğunluğunun kabul ettiği, edeceği kaynağa dayanmalı, yani halk nazarında "kudsî" bir kaynaktan gelmelidir. "Me'hazin kudsiyeti", kaynağın kutsallığı, insanların bir şeyi kabulünde en önemli etkiye sahiptir.
Türkiye, Cumhuriyet tarihinde her şeyden önce halkının değerlerini reddetti; sonra, bırakın bu değerlere dayalı bir anayasaya sahip olmayı, kendi içinde bütün bir sisteme de sahip olamadı. Sürekli revizyon geçiren sistemle eğitim asla birlikte yürümedi. Ve bu süreçte biz daha çok kanun ve anayasalar yapar, bozar ve değiştiririz.
Zaman
Bu kadar zarara ve ölüme rağmen kazaların önlenememesi, kanun ve kuralları sevmeyen bir halkımızın olduğunu ortaya koyuyor. Hele, oraya buraya asılan bazı sloganların ise, çevre kirliliğinden başka bir şey yapmadığını gösteriyor. Trafik konusunda kanun ve kurallara uymak lehimize, uymamak hem de hayatî sonuçlarıyla aleyhimize olmasına rağmen, kanun ve kurallara neden uymuyor, uymayı neden sevmiyoruz? Bu soruyu, yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı bugünlerde şöyle de sorabiliriz: Neden bu kadar çok kanun değiştiriyoruz; neden yaptığımız anayasalar hiç ömürlü olmuyor? Bu soruyu sorup onu cevaplamak, özellikle her kanun koyucunun, her hukukçunun öncelikli meselesi olsa gerek.
Kanun veya hukuk kuralları, insanı bir yöne sevk etmeye yetmez. Kanunlarla hangi maksadı takip ediyorsak, insanların da o maksat çerçevesinde eğitilmesi gerekir. Aksi halde, itaat zorla olur ve bu da insanları "münafık" yapar; kaçamağını bulduğu her durumda kanunlardan sıyrılmaya sevk eder. Öyleyse kanunlar, bir maksada, bir değer üzerine oturmalıdır. Konuya açık bir misal olması bakımından İslâm'ın tebliğ tarihi açısından yaklaşacak olursak, İslâm'ın Mekke döneminde hiçbir ahkâm, yani (müeyyide sahibi) kanun inmemiştir. Kanunlar, Medine'de gelmiş, elbette Medine'de de devam edecek bir süreç olarak, Mekke'de insanlar, bu kanunlara her bakımdan hazırlanmıştır. Öyle ki, Medine'de hem günah-sevap ifade eder birer dinî hüküm, hem de dünyada da müeyyidesi olan birer kanun olacak zina ve insan öldürme gibi fiiller, Mekke'de yasaklanmış olmasına rağmen (müeyyideli) birer kanun olarak vaz' edilmemişlerdir. İslâm, tebliğ sürecinde insanların zihinlerine ve kalblerine yerleştirmediği hiçbir doğruyu önce kanun olarak koymamış, önce zihinleri ve kalbleri hazırlamış, sonra ilgili kanunları koymuştur. Meselâ, kadınlara tesettür emri gelmeden önce Peygamber Efendimiz'e kadınlara örtünme emri vermesi için defalarca müracaatta bulunulmuş ve bu emir nihayet bir Kur'an hükmü olarak gelince, onu seve seve ve gereklilik olarak görüp tatbik etmeyen Müslüman kadın kalmamıştır. Ayrıca, müeyyideli bazı kanunların, dinî emir ve yasakların konması, yıllar alan bir süreç takip etmiştir. İçki de, faiz de Mekke'de iken yasaklanma sürecine girilmiş, içki fasıla fasıla nihayet Hicret'in 5. yılında yasaklanırken, faiz yasağının tamamıyla ekonomiden çıkarılması Veda Haccı'nda olmuştur.
Anayasa dahil kanunlar, en azından halkın büyük çoğunluğunun benimseyeceği değerler üzerine oturmaz ve halk bu değerler istikametinde eğitilmiş olmazsa, tesirsiz kalır. Bu çerçevede kanunlarla değerler ve eğitim birbirini desteklemesi gerektiği gibi, hayatı kuşatan sistem, bütün inanç, düşünce, içtimaî, siyasî ve ekonomik boyutlarıyla tam bir âhenk içinde olmalı ve kanunlar hem bu âhenkten kaynaklanmalı hem de onu destekleyici olmalıdır. Üçüncü olarak, insanlar, özellikle Müslüman halk için kanunlar ve üzerine oturduğu değerler, halkın büyük çoğunluğunun kabul ettiği, edeceği kaynağa dayanmalı, yani halk nazarında "kudsî" bir kaynaktan gelmelidir. "Me'hazin kudsiyeti", kaynağın kutsallığı, insanların bir şeyi kabulünde en önemli etkiye sahiptir.
Türkiye, Cumhuriyet tarihinde her şeyden önce halkının değerlerini reddetti; sonra, bırakın bu değerlere dayalı bir anayasaya sahip olmayı, kendi içinde bütün bir sisteme de sahip olamadı. Sürekli revizyon geçiren sistemle eğitim asla birlikte yürümedi. Ve bu süreçte biz daha çok kanun ve anayasalar yapar, bozar ve değiştiririz.
Zaman
Bu Yayına Yorum Yapın