Tartışma programları ve problemlerimiz 01.02.2010 Ali Ünal

Bir zaman çantacı genç bir tanıdık, kendi malûmat dağarcığıyla mutmain, "Bundan sonra ne okusak bize bir şey ilave etmez." demişti. Her insanın bir kapasitesi vardır ve insan, kapasitesinin hacmini de bilmez. Kapasitesinde belli bir doluluk hissedince, "Benim bildiğim bu kadar." demek yerine, her şeyi bildiği zannıyla kendisini en çok bilen görür.



Üstad merhum Necip Fazıl Kısakürek, böyleleri için şu benzetmeyi yapardı: "Bir idrar birikintisi içindeki saman çöpüne binmiş bir karınca, kendisini okyanusta denizaltında seyahat ediyor zanneder." Bir konuda kesin bilgiye ulaşmadan hüküm vermeyi yasaklayan Kur'an-ı Kerim, "Her bilgi sahibinin üzerinde (Allah'a kadar uzanan çizgide) bir bilen vardır." buyurur. Hz. Ali (ra), evliyanın başı olarak imanda yakîn kapasitesini doldurduğunda "Gayb perdesi açılsa yakînim artmayacak" der; kapasitesi elbette Hz. Ali'den çok daha geniş olan büyük peygamber Hz. İbrahim (as), Âhiret'te ölülerin diriltilmesi konusunda daha öte yakîn arayışı içinde Cenab-ı Allah'a ölüleri nasıl dirilttiğini, dirilteceğini sorar.

Günümüzde bilgi edinme imkânlarının gelişmesi, insanlarda malûmatı artırdı, fakat ilmi azalttı, cahilleri çoğalttı, cehaleti daha da yoğunlaştırdı. İmam-ı Şafi'î Hz.leri, "Âlimlerle girdiğim bütün münazaraları, münakaşaları kazandım. Cahillerle girdiğim her münakaşadan ise mağlûp çıktım." der. Bu müthiş gerçek, özellikle bugün televizyon kanallarındaki tartışma programlarında kendisini bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Çoğu programlara bilenlerden çok medyatik polemikçilerin çağrılıyor olması bir yana, asıl problem, tartışmacıların samimiyetsizliğinde yatıyor. Enaniyetin zirve yaptığı ve "bireycilik" felsefesiyle daha daha köpürtüldüğü günümüzde "bilmiyorum" diyebilen veya yanlış bildiğini kabullenebilen insan yok denebilecek kadar az olduğu gibi, rakibindeki doğruya doğru diyebilecek hakperestlikte insan bulmak çok daha zor. Bu sebeple, tartışma programlarında gerçeğin ortaya çıkmaması bir yana, zihinler daha da karışıyor, bilgi kirliliği kapkara bir is gibi gerçeğin üzerini örtüyor ve onu tamamen görünmez kılıyor. Daha da kötüsü, medyada tartışılan en önemli ülke meseleleri bile artık çözülmesi gereken meseleler olmaktan çıkıyor, sadece herkesin çiğnediği ve bir süre sonra atılacak birer sakız haline geliyor. Problemlerimiz bir yanda bu hale gelirken, diğer tarafta yetkililer onları çözme derdinden kurtuluyor ve onlar, tartışılmış olma perdesi altında daha da büyüyor ve müzminleşiyor. Ayrıca, ülkede kavga zemini sürekli derinleşiyor, kutuplaşmalar kemikleşiyor ve artık taraflar arasında birbirini anlama imkânı da kalmıyor.

Söz konusu tartışmalara gereklilik zırhı giydiren, günümüzde insan düşüncesinin önündeki en büyük tuzak ve gerçeğe vurulmuş en paslı kelepçe, objektif olma, objektif düşünme iddiası ve her gerçeği fertlere göre izafîleştirmedir. Oysa gerçek, insanın dışında ve onun bulması, keşfetmesi gereken şeydir. Onun karşısında objektif olmak, gerçek olmayanı geçici de olsa sahiplenmek demektir. Ayrıca, objektif düşünebilme, gerçek karşısında bütünüyle hakperest olmayı, herkesin sınırlarını bilip kabul etmesini, insanın enaniyetini ve nefsini, yani kendisini aşmasını gerektirir. Modern bireyci anlayış ve bu anlayış üzerine oturan modern eğitim ise bunun tam tersini empoze etmektedir. Ayrıca, gerçeğe iki kutuplu tartışmalarla, münakaşa ile varılmaz; ele alınan konunun uzmanlarının, âlimlerinin müzakeresi ile varılır. Bunun yanı sıra modern anlayışta düşünme parametreleri ve gerçeğe yaklaşım kriterleri tamamen tersine işlemektedir. Meselâ, modern objektif düşünce iddiası der: "Allah'ın varlığı ispat edilemez." Oysa asıl olan, bunun tersidir: "Allah'ı inkâr mümkün değildir." Çünkü inkâr, hükümdür ve delil ister. Oysa bir şeyin yokluğunu ispat mümkün değildir; varlığını ispat için ise çok defa bir işaret bile yeter.

Kısaca, feleğin ters dönen çarkını önce doğru yöne çevirmek gerekiyor..

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.