Tarihî-İslâmî çizgi ve iç muhalefetler – Ali Ünal 27/06/2016
Sahabe Kur’ân’ın mucizesi; Tabiûn ve Tebe-i Tabiîn, Sahabe’nin kerametidir. Hz. Musa (a.s.) ile başlayıp 3,5 asır sonra Hz. Davud’la (a.s.) bir hedefe varan ve oğlu Hz. Süleyman (a.s.) ile zirveye ulaşan tebliğ hareketi, Hz. Süleyman’ın hemen ardından parçalandı ve İsrail Oğulları’nda putperestlik hortladı. Hz. İsa’nın (a.s.) tebliği, daha ilk nesilde özünü kaybetmeye durdu. Çünkü Hz. Süleyman’ın da, Hz. İsa’nın da Tâbiûn ve Tebe-i Tâbiîn’i olamadı. Ama Allah Rasûlü (s.a.s.) ve ashabı, Allah’ın izniyle 23 yılda tarihin emsalsiz başarısına imza attı. Ve Sahabe’nin evlerinde yetişmiş, her biri hidayete rehber Tâbiûn, Tâbiûn’un yetiştirdiği Tebe-i Tâbiîn ve arkalarından gelen kadr-i celil âlimler sayesinde İslâm, Kur’ân ve Sünnet (vahiy) temelli olarak günümüze kadar sapasağlam geldi.
Kolay olmadı bu. İslâm’ın Sahabe ile te’sisi nasıl bir mucize ise, onun İsrail Oğulları ve Hz. İsa cemaatlerinin daha ilk nesillerde Din’in özünü yitirdikleri, onlarca din ve yüzlerce felsefenin bataklık haline getirdiği “Orta Doğu” toprağında günümüze taşınabilmesi de, Kur’ân ve Sünnet’in ayrı bir mucizesidir. İslâm, hızlı fetihlerle çok geniş bir sahaya yayılınca, bu sahada kendini pek çok din ve felsefeden gelen sorular, meseleler ve itirazlar karşısında buldu. Peygamber Efendimiz’den önceki Şeriat sahibi dört büyük rasûlün tarihimizdeki gölgesi olan 4 büyük mezhep imamı, diğer rasûllerin gölgesi olan itikad ve fıkıh sahasının büyük imamları, müçtehidleri, mücedditleri ve nebîlerin gölgesi olan onbinlerce âlim ve evliyâ, bu sorular, meseleler ve itirazlar karşısında 5 asır mücadele verdi ve İslâm’ı Allah’ın izniyle, özünden bir sapmaya imkân tanımadan sonraki asırlara taşıdı.
Evet, bahis mevzuu müceddit, müçtehid, evliya ve asfiyanın rehberliğini yaptığı tarihî İslâmî çizginin karşısındakiler çok güçlü idi; belki tarihin en zekî insanlarıyla temsil ediliyorlardı. Ama, Hz. Üstad’ın muhteşem tesbitiyle, akıllarına güvendikleri, Din’i tanıma ve ona uymada kullanmaları gereken akıllarını Din’e hakem kıldıkları için Allah’ın mekrine maruz kaldılar; Ehl-i Sünnet’in yüksek düsturlarını anlayamadılar; sıradan samimî insanların bile kavrayabildiği gerçekleri kavrayamadılar ve “ilk düğmeyi yanlış ilikledikleri” için sürekli yanlış yaptılar. Mu’tezile böyle idi; Şia böyle idi. Sonra, “teşebbüh-ü bi’l-Vâcip” iddiası manâsı taşıyan bir tavırla, Allah’ın kimseyi şahit tutmadığı yaratılışın nasıl sırf manâdan maddeye taşındığını izah edeceğiz diye Allah ile yaratılmış arasına uydurma “on akıl” yerleştiren ve cismanî haşri inkâr eden filozoflar geldi. Sahalarında birer devdiler. Fakat İmam-ı Gazalî gibi, onları kendi tutarsız mantıklarında yakalayan bir dimağ ve kalb karşısında eriyip gittiler. Sonra, İslâm dünyasının karmakarışık bir döneminde İbn Teymiye geldi. Müthiş bir dimağ idi; fakat zamanının ve hadiselerin tesiri altında geçmişi tenkide yöneldi, bazı yanlışlarından hareketle Tasavvuf’a yüklendi ve o müthiş dimağ, diğerleri gibi bir saman alevinden ibaret kaldı. Nihayet, modernistler ve onlara yakın Neo-Selefî İslâmcılar geldi; İslâm dünyasının bütün dertlerini maziye, Tasavvuf’a, içtihadın durmasına fatura ediyorlardı. Türkiye’de de tesirleri oldu; ürünleri Karaman vs.
Ne ilginçtir ki, baştan beri bütün dalâlet fırkaları, günümüzde de -İbn Teymiye çizgisinde Vahhabîlik, Neo-Selefî, modernizm alaşımlı İslâmcılık ve bu akımlardan beslenen radikalizm, IŞİD ve türevleri gibi- İslâm adına menfî oluşumlar, hep tarihî Sünnî İslâmî çizginin karşısında konumlanan cereyanlar zemininde hayat buldu. Ve, Hizmet Hareketi gibi, fıkha gerçekten ve samimî bağlı, tarihe ve selefe en saygılı cereyanlar ise, tarihî İslâmî çizgide İslâm’ın gerçek temsilini ortaya koyuyor.
Bu Yayına Yorum Yapın