Hani cellata dalkavukluk etmeyecektik? | Cem Mora
Başarısız bir intihar girişiminden sonra sebebini soran arkadaşına Ziya Gökalp, "mefkuresizlikten" diye cevap vermişti. Adı Türkiye Günlüğü ile özdeş Mustafa Çalık'ın 15 Temmuz'la ilgili broşür hazırlayıp okullara dağıttığını öğrenince "Çalık da intihara mı kalkışmış?" diye düşündüm içim burkularak.
Babası son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Siverek milletvekili ve kaymakam olan İbrahim Vehbi Üçok ile annesi aslen Selanikli olan Hadiye Hanım’ı da anlatır Cahit Uçuk Bir İmparatorluk Çökerken (YKY 1995) adıyla kaleme aldığı hatıratında… Yazar, akıcı üslubuyla Selanik ve İstanbul’un ahşap konaklarındaki görkemli hayatlar kadar imparatorluğun son döneminden, henüz yaşanmış gibi, anekdotlar aktarır.
Selanik sükûnetinde memleket meselelerini konuşan Vehbi Bey ile Hediye Hanım’ın sohbeti ne kadar da tanıdık:
“Vehbiciğim birden sustun, çevrene baktın. İşte Selanik’le İstanbul’un farkı burada. Bu konuşmaları eşinle dostunla hatta yeni tanıştıklarınla yapabilirdin ama İstanbul’da senin de bildiğin gibi yerin kulağı vardır. Böyle serbestçe konuşamazsın bile.”
Demek ki İstanbul ve Anadolu 100 yıl önce de insanların özgürce konuşamadıkları bir yermiş. O yıllarda Meriç bizi ayırmadan önce de Selanik’te, Beyaz Kule’nin gölgesinde hürriyet havası teneffüs edilirken “iyi ki buradayım” şükürleri ediliyormuş:
“Ben şimdi bu mutlu kıyı şehrindeyim, şükürler olsun yarabbi. Benim sevgili idealist Jöntürk arkadaşlarımın çoğu hâlâ Fizan’da sürgündeler, bir bölümü de Paris’te. Ben de babamın ricalarına dayanamayıp Enis Paşa hasretlerinin Kalem-i Mahsus Müdürü olup Diyarbakır’dan ayrılmasaydım…”
Ya hapiste ya sürgündeydi. Ya da ‘ülküdaşı’ Ziya Bey gibi intiharın eşiğinde…
Vehbi Bey bir yandan Selanik mavisinde eşi Hediye’ye sevda sözleri fısıldarken, diğer yandan İttihat ve Terakki Fırkası’nın kuruluş heyecanını paylaşır.
Fakat ikisi de Ziya Bey’in intihar sahnesinin ızdırabını yeniden yaşarlar.
“Biliyor musun sevgilim, ben de daha çok küçük yaşlarda vatanımın insanlarının kul olmaktan kurtulmalarının hayalini kurardım. Hem akrabam, fikir ve ülkü arkadaşım Ziya (Gökalp) ile gizli gizli hayalleri aynı yaşlarda, heyecanla duymaktaydık. Bir gün kötü haberi bana ulaştırdılar. Ziya beynine bir kurşun sıkmış, intihar etmiş.”
Girdiği şokla bayılan Vehbi Bey kendine gelince hastaneye koşar. Ziya’nın başı sargılıdır. İki arkadaş karşılıklı ağlarlar. “Neden Ziya, neden yaptın bu işi?” diye sorduğunda ise tam da Ziya’ya yakışır bir cevap alır:
– Mefkuresizlikten. Öyle yükseklere tırmanmak istiyordum ki, ama adım atmamıza bile fırsat bulamıyordum.
Türkiye Günlüğü dergisi yayın yönetmeni Mustafa Çalık’ın, “15 Temmuz, İslam’sız Müslümanlığın Öteki Yüzü” adlı bir broşür bastırıp üzerine de ‘Hazırlayan’ diye adını yazdırdığını -geç de olsa- öğrenince birkaç gün önce kızımla uzun uzun üzerine konuştuğumuz Uçuk’un kitabı ve o ünlü sahne gözümde canlandı.
Mustafa Çalık intihara mı kalkışmış, dedim için burkularak.
2010 refarandumu sürecinde verdiği mülâkatlarda, “Hâlâ ülkücü müsünüz?” sorusuna, “Hem de nasıl, İttihatçılığım da fazladan” cevabını veren Çalık kendini ve geçmişini inkâr ediyordu.
Çalık, “Cellatlarımıza dalkavukluk etmeyeceğiz; onlar arkadaşlarımızın tenasül uzuvlarına elektrik verdiler, biz de hiç olmazsa onların yüzlerine tükürmüş olacağız,” sözleriyle kendisini konumlandırdığı yerden baksa değişen çok az şeyin olduğunu görecekti halbuki.
1965-80 dönemi üzerine doktora tezi yazan, “27 Mayıs rejimi Ergenekon Balyoz sürecinde Şener Eruygur, Hurşit Tolon ve Çetin Doğan’ın tevkif edildikleri gün çok şükür ki sona ermiştir. O utanç verici, yüz kızartıcı dönemden geriye, görülmesi gereken fikrî, tarihî ve hukukî hesaplarsa elbette kalmıştır,” diyen Çalık’a ne olmuştu?
Genç askeri lise öğrencilerinin Boğaziçi Köprüsü üzerinde gündüz vakti parçalanarak linç edilmesi kendisini hiç mi rahatsız etmemişti? Suçu kanıtlanmamış generallerin yaka-paça dövülüp kamera önünde teşhirleri, ilan edilen OHAL, çıkarılan KHK’lar ile karartılan yüz binlerce hayat hiç mi bir şey ifade etmiyordu Çalık’a?
12 Eylül karanlığında solcu ve sağcı gençlere verilen elektirik aynı voltajla suçsuz öğretmenlere, gariban devlet memurlarına verilince sorun yok muydu?
Kendi kurduğu Cedit Neşriyât’ın bir yayını olan Türkiye Günlüğü‘nde yıllarca yazıları yayımlanan Mümtaz’er Türköne, Ahmet Turan Alkan ve onlarca saygın aydın sebepsiz yere özgürlüğünden mahrumken, bunun, biyografisine eklediği “doğduğu köyde orta ölçekli mal-davar besiciliği yapmaktadır, dört kere evlendi” zevzekliği kadar bahse konu edilmemesini nasıl yorumlamak gerekir?
Türkiye Günlüğü‘nün 117. sayısının Kış Mektubu’nda dile getirdiği, “17 Aralık ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları” bahsini, Suudi sermayesinin İslami finans kuruluşları arasındaki bölüşümünün husûmet tartışmalarındaki tavrı belliydi Mustafa Çalık’ın. “Türkiye’nin yaşadığı sadece hukuk, devlet ve siyaset krizi değil, aynı zamanda derin bir ahlâk krizidir.” diyordu ama o “Ahlâkî mesnetlerimizle beraber insanî varlığımız da ağır bir imtihandan geçiyor,” dediği sınavda ilk o çaktı.
Ne uğruna?
Sürecin başında, “Ey AK Parti ve Hizmet Hareketi, sizlere, kendi tercihiniz olan sıfatlarla sesleniyorum” derken, şimdi muktedirin lügatine sığınma gereği hangi “ihtiyaçtan” kaynaklanıyordu?
“Kumpas, paralel yapı vs… İnsan bu üslûp ve usûlle “Kâfir”le bile kavga etmez”ken başkalarının kavgasına renkli broşür basıp okullara toplu satışlar yapmak ‘yeni cedidçiliğin’ finansal fırsatçılığı ile mi ilgilidir?
Anlaşılabilir bir durum, “Sizi birçok insan gibi bendeniz de hâlâ seviyorum, şahsî dürüstlük ve takvânıza inanıyorum. Hastalık bahanesiyle ve aslında ‘tedbir’ sâikiyle gittiğiniz o yabancı diyarda önce ‘rehin’ sonra ‘esir’ alındığınıza da eminim” diye hitap ettiği “Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi”ye aynı hitapla seslenmenin bir bedeli var, anladık. Aydın olmanın, aydın kalmanın diyeti yok mu?
Bunu itham ettiklerinize anlatmanın bir anlamı olmadığı çok açık. Fakat önce kendinizi ikna etmeniz gerekmiyor mu Sayın Çalık?
Mesela, “mefkuresizlik”le açıklayabir miyiz?
Cevabı “Bir Enver 80 Mustafa Kemal eder” hesabı kadar zor değildir sanırım.
Taşralı profesörlerle kayıkçı kavgasından bıkıp rüzgârın yönüne göre yeni bir yelkenli edinmek sizin de hakkınız olabilir belki.
Biliyorsunuzdur ama yine de hatırlatayım. Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun meşhur Sultan Abdülhamid ve Osmanlı İmparatorluğunda Komitacılar kitabı maceracıların sonunu anlatırken “Su testisi su yolunda kırılır” tespitiyle başlar. Saraya “kalaylı ibrik” olmak ayrı bir maharet gerektiriyor sanırım.
Bu Yayına Yorum Yapın