Temel mahiyetiyle küresel kriz | 20.10.2008 | Ali Ünal
2001'de Türkiye'yi vuran kriz, özellikle öncesinde büyük yolsuzluklarla gelmiş ve yabancıların piyasadaki paralarını Türkiye dışına çıkarmalarıyla yaşanmıştı.
Şu anda neredeyse bütün dünya ölçeğinde yaşanan krizin merkez üssü ise ABD ve Batı Avrupa devletleri; yani dünya ekonomisini kontrol eden, dünya siyasetini yönlendiren ülkeler. Bu krizin en önemli boyutunu yine devasa çapta yolsuzluklar oluşturuyor ve ABD'nin, bu ülkenin zenginliğini temsil ettiği kabul edilen piyasa devleri, paralarını ABD dışına çıkarıyorlar. Bazı çevrelerde yazıldığına göre ve ABD ile Batı Avrupa'daki Yahudi sermayedarlar ve İsrail'den pek sızlanma gelmemesinden de kestirilebileceği üzere, yüz milyarlarca dolar İsrail'e aktarılmış durumda ve yine yazıldığına göre, dünyanın finans merkezi bundan sonra Çin ve Hindistan olacak gibi. Bu ülkelerde maliyetin çok düşük olması sebebiyle, Batı Avrupa ülkelerinde üretim yapan fabrikalar zaten kaç yıldır Çin'e taşınıyordu.
Yaşanan 'küresel' malî krizin zahirî boyutunda biri iradî temel iki unsur var: (1) Krizden birinci derecede etkilenir görünen fakat yine ülkelerin vatandaşlarından, yani halklardan toplanan vergilerin oluşturduğu devlet bütçelerinden aktarılan trilyonlarla kurtarılmaya çalışılan şirketler, sanki bilerek işin içinde görünüyor. Yani ortada yeni bir siyasî/ekonomik tercih söz konusu. Bu tercih, inşallah gelecek hafta üzerinde durmayı düşündüğümüz Âhir Zaman'la ilgili âyetlerin ve hadis-i şeriflerin tek tek gerçekleşme sürecini de bize işaretliyor. (2) Piyasa veya pazar ekonomisi denilen ve sahih değerlerden çok spekülatif ve varsayılan değerler üzerinde dönen malî-ekonomik sistemin kalıcı olabilmesi mümkün değildir. Yani, liberal kapitalizmin bugünün ve geleceğin tek ekonomik alternatifi olmak şöyle dursun, bizatihî ayakta kalması dahi imkânsızdır.
Konunun ikinci önemli yanını, Bediüzzaman'ın Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan büyük kriz günlerindeki şu değerlendirmelerinde bulabiliriz:
İnsanlık tarihindeki ihtilâllerin, bozgunculukların ve bütün ahlâk-ı rezilenin kaynağı iyi tavırdır: 'Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!' ve 'İstirahatım için sen zahmet çek ve çalış, ben yiyeyim.'
Birinci tavrın kökünü kesecek çare zekâttır. İkinci tavrın devası ise faizin haramlığıdır. Beşer, zekât emrini ve faiz yasağını dinlemedi, müthiş bir sille yedi. İkincisini yemeden dinlemeli. (Dinlemedi, II. Dünya Savaşı sillesini yedi.) (Hakikat Çekirdekleri)
Bediüzzaman, bir başka yerde (Lemaât) şu açıklamayı yapar:
Modern medeniyet, insanlığa büyük bir esaret prangası vurmuş ve onun için ilaç değil zehir olmuştur. İnsanlığın yüzde 20'sine sahte, yaldızlı bir saadet sunmuş da olsa, yüzde 80'i meşakkat ve şekavete atmış, ekonominin kârını azınlığın azınlığı toplamıştır. Hevâ ve hevesi serbest bırakmış, hayvanî bir hürriyet getirmiş, hiç de zarurî olmayan ihtiyaçları zarurî hükmüne geçirerek, temelde dört şeye muhtaç olan beşeri yüz şeye muhtaç ve fakir kılmıştır. Emek ve helâl kazanç, masrafa yetmemektedir; dolayısıyla beşer hile ve harama sapmış ve bu noktadan beşerin ahlâkı bozulmuştur. Neticede de, bütün 'ortaçağlar'da işlenen vahşet, cinayet, zulüm ve hıyanetin tamamını şu habis medeniyet bir defada (I. Dünya Savaşı olarak) kusmuştur. Fakat midesi hâlâ bulanmaktadır.
Evet, Bediüzzaman'ın genel çerçevesini çizdiği ve ferdiyetçilik, bencillik, rekabet, adaletsizlik ve gittikçe açlık veren maddî doyum üzerine oturan ve bütün bunları besleyen, ayrıca emeksiz ve kolay kazancın ve sınıflaşmanın temelini oluşturan, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve her bakımdan bir sömürü aracı olan faize dayalı ekonomik sistemiyle modern medeniyetin bulanan midesi, II. Dünya Savaşı'nda öncekinden daha korkunç bir istifrada bulunmuştur. Şimdi daha korkunç bulanmaktadır. Kur'an-ı Kerim, faizle iştigal edenlere Allah ve Rasûlü'nün harp ilan ettiğini beyan buyurur. (Bakara Suresi/2: 279) Allah ve Rasûlü'nün kendisine harp ilan ettiği bir sistemin insanlığa saadet getirmesi ve ömürlü olması mümkün değildir.
ZAMAN
Şu anda neredeyse bütün dünya ölçeğinde yaşanan krizin merkez üssü ise ABD ve Batı Avrupa devletleri; yani dünya ekonomisini kontrol eden, dünya siyasetini yönlendiren ülkeler. Bu krizin en önemli boyutunu yine devasa çapta yolsuzluklar oluşturuyor ve ABD'nin, bu ülkenin zenginliğini temsil ettiği kabul edilen piyasa devleri, paralarını ABD dışına çıkarıyorlar. Bazı çevrelerde yazıldığına göre ve ABD ile Batı Avrupa'daki Yahudi sermayedarlar ve İsrail'den pek sızlanma gelmemesinden de kestirilebileceği üzere, yüz milyarlarca dolar İsrail'e aktarılmış durumda ve yine yazıldığına göre, dünyanın finans merkezi bundan sonra Çin ve Hindistan olacak gibi. Bu ülkelerde maliyetin çok düşük olması sebebiyle, Batı Avrupa ülkelerinde üretim yapan fabrikalar zaten kaç yıldır Çin'e taşınıyordu.
Yaşanan 'küresel' malî krizin zahirî boyutunda biri iradî temel iki unsur var: (1) Krizden birinci derecede etkilenir görünen fakat yine ülkelerin vatandaşlarından, yani halklardan toplanan vergilerin oluşturduğu devlet bütçelerinden aktarılan trilyonlarla kurtarılmaya çalışılan şirketler, sanki bilerek işin içinde görünüyor. Yani ortada yeni bir siyasî/ekonomik tercih söz konusu. Bu tercih, inşallah gelecek hafta üzerinde durmayı düşündüğümüz Âhir Zaman'la ilgili âyetlerin ve hadis-i şeriflerin tek tek gerçekleşme sürecini de bize işaretliyor. (2) Piyasa veya pazar ekonomisi denilen ve sahih değerlerden çok spekülatif ve varsayılan değerler üzerinde dönen malî-ekonomik sistemin kalıcı olabilmesi mümkün değildir. Yani, liberal kapitalizmin bugünün ve geleceğin tek ekonomik alternatifi olmak şöyle dursun, bizatihî ayakta kalması dahi imkânsızdır.
Konunun ikinci önemli yanını, Bediüzzaman'ın Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan büyük kriz günlerindeki şu değerlendirmelerinde bulabiliriz:
İnsanlık tarihindeki ihtilâllerin, bozgunculukların ve bütün ahlâk-ı rezilenin kaynağı iyi tavırdır: 'Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!' ve 'İstirahatım için sen zahmet çek ve çalış, ben yiyeyim.'
Birinci tavrın kökünü kesecek çare zekâttır. İkinci tavrın devası ise faizin haramlığıdır. Beşer, zekât emrini ve faiz yasağını dinlemedi, müthiş bir sille yedi. İkincisini yemeden dinlemeli. (Dinlemedi, II. Dünya Savaşı sillesini yedi.) (Hakikat Çekirdekleri)
Bediüzzaman, bir başka yerde (Lemaât) şu açıklamayı yapar:
Modern medeniyet, insanlığa büyük bir esaret prangası vurmuş ve onun için ilaç değil zehir olmuştur. İnsanlığın yüzde 20'sine sahte, yaldızlı bir saadet sunmuş da olsa, yüzde 80'i meşakkat ve şekavete atmış, ekonominin kârını azınlığın azınlığı toplamıştır. Hevâ ve hevesi serbest bırakmış, hayvanî bir hürriyet getirmiş, hiç de zarurî olmayan ihtiyaçları zarurî hükmüne geçirerek, temelde dört şeye muhtaç olan beşeri yüz şeye muhtaç ve fakir kılmıştır. Emek ve helâl kazanç, masrafa yetmemektedir; dolayısıyla beşer hile ve harama sapmış ve bu noktadan beşerin ahlâkı bozulmuştur. Neticede de, bütün 'ortaçağlar'da işlenen vahşet, cinayet, zulüm ve hıyanetin tamamını şu habis medeniyet bir defada (I. Dünya Savaşı olarak) kusmuştur. Fakat midesi hâlâ bulanmaktadır.
Evet, Bediüzzaman'ın genel çerçevesini çizdiği ve ferdiyetçilik, bencillik, rekabet, adaletsizlik ve gittikçe açlık veren maddî doyum üzerine oturan ve bütün bunları besleyen, ayrıca emeksiz ve kolay kazancın ve sınıflaşmanın temelini oluşturan, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve her bakımdan bir sömürü aracı olan faize dayalı ekonomik sistemiyle modern medeniyetin bulanan midesi, II. Dünya Savaşı'nda öncekinden daha korkunç bir istifrada bulunmuştur. Şimdi daha korkunç bulanmaktadır. Kur'an-ı Kerim, faizle iştigal edenlere Allah ve Rasûlü'nün harp ilan ettiğini beyan buyurur. (Bakara Suresi/2: 279) Allah ve Rasûlü'nün kendisine harp ilan ettiği bir sistemin insanlığa saadet getirmesi ve ömürlü olması mümkün değildir.
ZAMAN
Bu Yayına Yorum Yapın