Güneydoğu trajedisi ve PKK meselesi (1) | 19.11.2008 | Ali Ünal
Genelkurmay Başkanlığı, bir zaman problemi 'alçak şiddette bir savaş' olarak tavsif etmişti. ODTÜ Sosyoloji Bölümü tarafından yapılan saha araştırmasına göre halkın çoğunluğu, problemi 'işsizlik, fakirlik, geri kalmışlık ve terör' meselesi olarak görüyor.
Mustafa Kaplan şunları söylüyor: PKK'nın mahiyeti belli değil. Türkiye Cumhuriyeti, 1980 öncesinde var olan birçok Kürt örgütünü 12 Eylül'le birlikte söndürdü. 80 öncesinden itibaren var olan PKK niye söndürülemedi? PKK, yoksa hedeflerine ulaşabilmek için dış mihrakların ortaya çıkardıkları bir kukla mı? PKK hareketine bakıyorsunuz, içinde MOSSAD ajanları var, sünnetsiz Ermeniler var, MİT'in adamları var.' (Metin Sever, Kürt Sorunu)
Uğur Mumcu, 1993 yılında öldürülmeden önceki son yazısında şunları yazıyordu: 'Kanıtlanan son ilişki, MOSSAD-Barzanî ilişkisidir. Bu ilişki, Israel's Secret Wars-A History of Israel Intelligence Services adlı kitapta sergileniyor. Kitapta ayrıca MOSSAD'dan Kürtlere her ay 50 bin dolar para verildiği ABD kaynaklarına dayanılarak açıklanıyor... Kürtler, sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa, ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında?'
Yeni Zemin dergisinin Aralık 1993 sayısında Mahir Kaynak ile istihbarat uzmanı Melih Aktaş, Orgeneral Eşref Bitlis, Hulûsi Aydın ve Cem Ersever ile arkadaşlarının öldürülmelerini, bunların Çekiç Güç'e ve Kuzey Irak'taki Kürt devletine karşı çıkmasına bağlıyordu. İşin içine, hattâ PKK ile ittifak halinde esrar ve silah kaçakçılığının, mafyanın ve kamuoyunda daha farklı tanınan önemli siyasî şahsiyetlerin ve üst seviyede asker-sivil bürokratların karıştığı da iddialar arasında. Bu çok yönlü hadisede dikkat çeken bir diğer önemli nokta da, Türkiye'ye teslim edildiği ana kadar Öcalan için resmî arama emri ve tutuklama kararı verilmemesi, Öcalan'ın gıyabında dahi olsa mahkeme edilip cezalandırılmaması ve vatandaşlıktan çıkarılmamış olmasıdır. Ayrıca, Güneydoğu'da PKK'ya karşı en güzel mücadeleyi veren Özel Tim, Mesut Yılmaz'ın 1991 yılında kurduğu ilk hükümet tarafından yapısı değiştirilmiş, o zamandan itibaren de geri çekilmiş, pasifize edilmiştir. Şemdin Sakık'a ait bir iddia olarak (Şamil Tayyar, Star, 8.10.2008), Öcalan'ı Suriye'de öldürmek için yapılacak MİT patentli 'Mercedes' isimli operasyon Yalçın Küçük vasıtasıyla Öcalan'a iletilmiş, 24 Aralık 1995 seçimleri sebebiyle askıya alınmasının ardından Mesut Yılmaz'ın başbakanlığı döneminde (ANAYOL 1996 Nisan-Mayıs) başarısızlıkla sonuçlanmış, yani Öcalan suikasttan 'kurtulmuş'tur. Evet, bazı iddialara göre PKK, Ergenekon ve JİTEM, hattâ Hizbullah, aynı merkez veya merkezler tarafından yönetilen örgütlerdir.
Kürtlerin yaşadığı bölge daha Hz. Ömer zamanında Müslümanlaşmış, bu yörenin halkı, Emevî-Abbasî dönemindeki önemsiz birkaç isyan dışında sürekli İslâmî idareye bağlı olarak yaşamıştır. Fetihler çok kolay ve genellikle barış yoluyla olduğu halde, gerekirse örnekleriyle ortaya koyabileceğimiz üzere, Kemal Burkay gibi bazılarının kitaplarında tarihin ideolojik olarak çarpıtıldığı görülmektedir. Bölge, Haçlı ve Moğol istilaları ve takip eden karışıklıklar döneminde, İslâm dünyasının her tarafı gibi önemli sarsıntılar geçirmiştir. Osmanlılar, ancak Yavuz Sultan Selim zamanında güneydoğuya yönelebilmişler, Şeyh İdris-i Bitlisî, Yavuz'u güneydoğuyu da fethe davet etmiş, bölgenin güvenliğinin ancak Musul'a kadar olan bölgenin de fethedilmesiyle sağlanabileceğini belirtmiştir. Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisî'yi bölgeyi sulh yoluyla kazanmaya memur etmiş, İdris-i Bitlisî'nin Kürt beylerine teklif ettiği anlaşma aynen kabul edilmiştir.
Kürtler, baştan beri büyük çoğunluğuyla Sünnî Müslüman'dır. Osmanlı idaresi Kürtler için tam bir güvenlik şemsiyesi teşkil ederken, diğer yandan Kürtler, bölgeyi Safevîlere karşı korumuşlardır. Bölge, 19'uncu asrın ikinci çeyreğine kadar sükûn, hattâ ekonomik refah içinde yaşamıştır. Devlet-i Âliye'nin duraklama ve gerileme dönemlerinde bile, meselâ 17'nci asırda bölgeyi gezen Polonyalı Simeon, Fransız Poullet, 18'inci asırda bölgeyi dolaşan Danimarkalı Niebuhr gibi ve daha başka seyyah ve araştırmacıların intibaları ve verdikleri bilgiler, bunun böyle olduğu konusunda yeterince açıktır. (Kemal Burkay, Kürtler ve Kürdistan, 284-287)
Doğu ekonomisi hakkında önemli bir çalışma yapan ve çalışması Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası tarafından yayınlanan Rıfat Dağ'ın verdiği bilgilere göre de, 1800'lü yılların sonları ile 1900'lü yılların başlarında bile bölgenin genel ekonomik performansı, Osmanlı genel tablosunun gerisinde değildi; hattâ, madencilik, tarım, dokumacılık ve silah sanayii gibi sektörlerde Osmanlı ortalamasının üzerinde idi. (1800'lerden Günümüze Doğu Ekonomisi, 184-188) Bazıları, bölgede Osmanlı sisteminin feodaliteyi doğurduğunu ileri sürseler de Rıfat Dağ, 'Giderek genişleyebilecek, ileride yeni yapılara dönüşebilecek feodalleşmeye izin verilmemiştir.' demektedir (s. 171).
Güneydoğu, bazılarına göre bir petrol yatağıdır. 20 yıl Shell Petrol Firması'nın petrol araştırma genel müdürlüğünü yapmış olan Anthony Hage, şöyle demektedir: 'Ortadoğu'da uzun süre çalıştım. Bütün Amerikan firmaları, uzaydan çekilmiş fotoğraflarla gördükleri Türkiye'nin bir 'petrol okyanusu' üzerinde durduğuna emin. Suriye, Irak, İran ve Sovyetler Birliği'nde petrol olur da, hiç Türkiye'de olmaz mı? Bir uzman olarak bunun aksini asla düşünemem.' (Ömer Vehbi Hatipoğlu, Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu, 106; Bilim Araştırma Grubu, Masonluk ve Kapitalizm, 406)
Masonluk ve Kapitalizm kitabında, bölgenin sahip bulunduğu petrol yataklarının özellikle İsrail'in politikalarına dayalı olarak bilhassa Mobil ve Shell gibi petrol şirketlerinin uyguladığı entrikalarla devreye girmesinin engellendiği ve hattâ açılan pek çok kuyunun kapatıldığı anlatılmaktadır (s. 405). Hatipoğlu, kitabının 4'üncü bölümünün dipnotlarında petrol ile ilgili kurum ve kuruluşlarda görev alan üst düzey yöneticilerden 40'a yakın masonun ismini vermektedir ki, üzerinde durulmaya değer.
Emekli büyükelçi İsmail Berdük Olgaçay, meşhur Tasmalı Çekirge adlı eserinde, ülkemizde kökü dışarıda dernek kurmak ve böyle derneklere üye olmak yasak ise de, kendisine dokunul(a)mayan masonluğu CIA'in çok iyi değerlendirdiğine vurgu yapar. Yine, bir başka emekli büyükelçi Aydın Alacakaptan, 6 Mart 1994 tarihli Zaman gazetesinde, mason teşkilatlarının Atatürk'ü istismar ettiklerini ve varlıklarının en mahzurlu tarafı olarak da, İsrail'e bağlılık duyduklarını vurgulamakta ve 12 Eylül'le birlikte askeriyeden Dışişleri'ne gelenlerin tamamının mason olduğuna dikkat çekmektedir.
İngiltere'de çıkan Financial Times gazetesinde Mayıs 1983'te yayınlanan haritada dünyanın 2010 yılında alacağı yeni biçimde Kuzey Irak, İran'ın güneybatısı ve Türkiye'nin güneydoğusu yeni bir ülke olarak gösteriliyor ve üzerinde 'Büyük Kürdistan' yazıyordu ve petrol havzası ile su kaynaklarının kontrolü için böyle bir devletin kurulması gerekli görülüyordu.
Doğu ve güneydoğumuz, yer-altı yer-üstü tabiî kaynaklar bakımından da bir hayli zengindir. Krom üretim ve ihracatında dünyanın sayılı ülkelerinden biri olan Türkiye'nin başlıca krom ve en önemli demir ve bakır yatakları bu bölgededir. Divriği'de demir, Ergani ve Maden'de bakır, Erzurum, Elbistan, Şırnak, Van, Bingöl, Tunceli ve Hazro'da zengin kömür yatakları, Elbistan yöresinde linyit yatakları, Keban'da gümüş ve kurşun, Antep ve Erzincan'da manganez, Mazıdağı ve Kilis'te fosfat bulunmaktadır.
Türkiye'nin zenginlik kaynaklarından biri de sudur. Pek çok bölge ülkesinin bilhassa Dicle ve Fırat'ın akıttığı sulardan, hattâ Manavgat sularından faydalanma arzusu bilinmekte, bölgede bir su savaşının çıkması ihtimalinden son yıllarda çokça bahsedilmektedir.
Türkiye'nin büyüklüğe sıçramasında en önemli kaynaklarından biri GAP'tır. GAP, Güneydoğu Anadolu'yu içine alan çok büyük bir tarım, enerji ve sulama projesidir. Projenin kapsadığı bölgenin yüzölçümü Türkiye'nin onda biri, İtalya'nın dörtte biri, İngiltere'nin üçte biri kadardır. GAP'a dahil projeler, 21 baraj, 17 hidroelektrik santralı ve çeşitli sulama şebekeleri ile tünellerden meydana gelmektedir. Bunlardan Şanlıurfa tünelleri, dünyanın en büyük sulama tünelleridir.
GAP projesi tamamlandığında üretilecek enerji 1988 yılında Türkiye'de sudan elde edilen toplam enerjiye eşit ve Türkiye'nin şimdiye kadar tarım için gerçekleştirdiği sulama alanlarının yarısı kadar bir alan daha sulu tarıma açılmış olacaktır. Bu alan 1,7 milyon hektardır ki, 10 Çukurova bölgesi demektir. Bu şekilde meydana gelecek altyapı ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde birçok sanayi dalı olacak, bölge iç ve dış sermayeyi çekecek ve bütün ülkenin ekonomik refahına çok büyük katkıda bulunacaktır (Birleşik Araştırma Grubu, Akrebin Kıskacında Güneydoğu, s: 26-28). PKK terörüne bu noktada yaklaştığımızda karşımıza çok önemli bir gerçek çıkmaktadır: İlk 12 yılında terör mücadelesine giden para ve sermaye, GAP'a bir yılda harcananın 5-10 katıdır. Bu hayatî proje, terör sebebiyle yıllardır durma noktasındadır.
Türkiye, jeo-stratejik yönden dünyanın en önemli yerinde bulunmaktadır. Denebilir ki, başlangıçtan beri dünyanın kalbi hep bu bölgede atmıştır. Türkler, Müslümanlaştıktan sonra geçen 1000 yılı aşkın tarihleri boyunca sürekli saldırılara maruz kalmış, 19. asır sonlarından itibaren Büyük İsrail hedefli siyonist entrikalar da buna eklenmiştir. Yeniden dünya düzeni kurma peşinde olan Amerika ve yedeğindeki ülkeler, dikkatlerini yine doğrudan Türkiye üzerine çevirmişlerdir. Onların farklı planlarına rağmen, Sovyetler'in dağılması ve ABD'nin GOP projesiyle bile kader, Türkiye'ye son çeyrek asırda altın tepside fırsatlar sunmuştur. Ne var ki, kısır siyasî çekişmeler, şahsî kin ve sürtüşmeler, iç hesaplaşmalar, yolsuzluklar, yönetim birimlerindeki anlaşmazlıklar, çıkarılmaya çalışılan sunî Sünnî-Alevî, Türk-Kürt, lâik-antilâik gerginlikleri, faili meçhul-malûm cinayetler, başörtüsü gibi en temel ferdî hürriyetler etrafında meydana getirilen problemler, bu fırsatların önüne hep birer set çekmiş, ülkenin bütün bunları aşabilecek potansiyel göstermesi karşısında da PKK terörü, önümüze daima en büyük engel olarak konmuştur.
Merhum Özal'ın 'Adriyatik'ten Çin Seddi'ne diyerek ortaya attığı ve altın ve tekstilde dünya ikincisi, pamukta dünya üçüncüsü, zengin petrol yatakları, doğalgaz ve madenler bakımından nerdeyse birinci konumdaki bir coğrafyayı içine alan ideal, çok kısa zamanda terk edildi. Ülkemiz, özellikle 28 Şubat sürecinde talana uğradı ve askerî-ekonomik anlaşmalarla İsrail'in kucağına oturtuldu. Terör kimlere yarıyorsa, onlar tarafından desteklenir. Şu anda, PKK teröründen zarar gören bilhassa Kürt'ü ve Türk'üyle Türkiye'dir. Faydalananlar, başta Batı ülkeleri olmak üzere, içeride terörden beslenen bazı odaklar, onu bir pasta haline getirip paylaşanlardır. Bölgede İsrail'in rahatlatılması ve İslâm dünyasında 'düşmanlıklar'ın İsrail'den bir başka ülkeye, Kürtler üzerine çekilmesi için Kürdistan devletinin kurulmak istendiği de haylidir tartışılmaktadır. Meselâ Demirtaş Ceyhun, şöyle demektedir: '1970'lerden sonra bakıyorsunuz, Batı'nın bütün gelişmiş ülkelerinde Kürt enstitüleri kurulurken, diğer yandan Filistin olayı sabote ediliyor. Batı'da çok yoğun şekilde vatansız Kürt imajı yerleştirildi. Tabiî ki bu, Batı'nın Kürt'ü çok sevmesinden kaynaklanmıyor. Tamamen İsrail için yapılmış bir olay. Arap dünyasında İsrail'i rahatlatmayı amaçlıyordu.' (Metin Sever, Kürt Sorunu, 104).
Meselenin bir diğer boyutu, hiçbir zaman ciddî manâda barışık olmamış Ermenilerle Kürtleri birlikte gibi gösterip, ikisini birden Türkiye aleyhinde kullanma stratejisidir. Kürt ayrılıkçılığını bayraklaştıranlar buna çanak tutar, Türkiye'nin Kürtler gibi Ermenileri de kırdığı iddiasında bulunurken, Batı'da bir Kürdoloji ortaya çıkarmaya çalışanların içinde de çok sayıda Ermeni yer almaktadır. Rafet Ballı, Kürt Dosyası adlı kitabında bu konuda önemli tespitlerde bulunur. Bölgeden olan ve bölgeyi iyi bilen Müfit Yüksel'in tespitleri de hayli ilginçtir: 'Günümüzde PKK ve laik-Kürt entelijansiyası, Müslüman Kürt halkını diğer Müslüman halklardan kopartıp, Ermenilere ve Asurlulara yanaştırma çabası içindeler. Tabiî ki bu, PKK ve laik-ateist Kürt entelijansiyasının Kürtleri İslâmiyet'ten koparma ve dinsizleştirme planlarının bir parçasıdır. Zira bu plana göre, Kürtler çevrelerindeki diğer Müslüman halklara düşman edilerek ve Asurlular, Ermeniler gibi Müslüman olmayan Hıristiyan topluluklara yanaştırılarak daha kolay dinsizleştirilebilecektir.' (Mazlum-Der, Kürt Sorunu Forumu, 111).
Zaman
Mustafa Kaplan şunları söylüyor: PKK'nın mahiyeti belli değil. Türkiye Cumhuriyeti, 1980 öncesinde var olan birçok Kürt örgütünü 12 Eylül'le birlikte söndürdü. 80 öncesinden itibaren var olan PKK niye söndürülemedi? PKK, yoksa hedeflerine ulaşabilmek için dış mihrakların ortaya çıkardıkları bir kukla mı? PKK hareketine bakıyorsunuz, içinde MOSSAD ajanları var, sünnetsiz Ermeniler var, MİT'in adamları var.' (Metin Sever, Kürt Sorunu)
Uğur Mumcu, 1993 yılında öldürülmeden önceki son yazısında şunları yazıyordu: 'Kanıtlanan son ilişki, MOSSAD-Barzanî ilişkisidir. Bu ilişki, Israel's Secret Wars-A History of Israel Intelligence Services adlı kitapta sergileniyor. Kitapta ayrıca MOSSAD'dan Kürtlere her ay 50 bin dolar para verildiği ABD kaynaklarına dayanılarak açıklanıyor... Kürtler, sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa, ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında?'
Yeni Zemin dergisinin Aralık 1993 sayısında Mahir Kaynak ile istihbarat uzmanı Melih Aktaş, Orgeneral Eşref Bitlis, Hulûsi Aydın ve Cem Ersever ile arkadaşlarının öldürülmelerini, bunların Çekiç Güç'e ve Kuzey Irak'taki Kürt devletine karşı çıkmasına bağlıyordu. İşin içine, hattâ PKK ile ittifak halinde esrar ve silah kaçakçılığının, mafyanın ve kamuoyunda daha farklı tanınan önemli siyasî şahsiyetlerin ve üst seviyede asker-sivil bürokratların karıştığı da iddialar arasında. Bu çok yönlü hadisede dikkat çeken bir diğer önemli nokta da, Türkiye'ye teslim edildiği ana kadar Öcalan için resmî arama emri ve tutuklama kararı verilmemesi, Öcalan'ın gıyabında dahi olsa mahkeme edilip cezalandırılmaması ve vatandaşlıktan çıkarılmamış olmasıdır. Ayrıca, Güneydoğu'da PKK'ya karşı en güzel mücadeleyi veren Özel Tim, Mesut Yılmaz'ın 1991 yılında kurduğu ilk hükümet tarafından yapısı değiştirilmiş, o zamandan itibaren de geri çekilmiş, pasifize edilmiştir. Şemdin Sakık'a ait bir iddia olarak (Şamil Tayyar, Star, 8.10.2008), Öcalan'ı Suriye'de öldürmek için yapılacak MİT patentli 'Mercedes' isimli operasyon Yalçın Küçük vasıtasıyla Öcalan'a iletilmiş, 24 Aralık 1995 seçimleri sebebiyle askıya alınmasının ardından Mesut Yılmaz'ın başbakanlığı döneminde (ANAYOL 1996 Nisan-Mayıs) başarısızlıkla sonuçlanmış, yani Öcalan suikasttan 'kurtulmuş'tur. Evet, bazı iddialara göre PKK, Ergenekon ve JİTEM, hattâ Hizbullah, aynı merkez veya merkezler tarafından yönetilen örgütlerdir.
Kürtlerin yaşadığı bölge daha Hz. Ömer zamanında Müslümanlaşmış, bu yörenin halkı, Emevî-Abbasî dönemindeki önemsiz birkaç isyan dışında sürekli İslâmî idareye bağlı olarak yaşamıştır. Fetihler çok kolay ve genellikle barış yoluyla olduğu halde, gerekirse örnekleriyle ortaya koyabileceğimiz üzere, Kemal Burkay gibi bazılarının kitaplarında tarihin ideolojik olarak çarpıtıldığı görülmektedir. Bölge, Haçlı ve Moğol istilaları ve takip eden karışıklıklar döneminde, İslâm dünyasının her tarafı gibi önemli sarsıntılar geçirmiştir. Osmanlılar, ancak Yavuz Sultan Selim zamanında güneydoğuya yönelebilmişler, Şeyh İdris-i Bitlisî, Yavuz'u güneydoğuyu da fethe davet etmiş, bölgenin güvenliğinin ancak Musul'a kadar olan bölgenin de fethedilmesiyle sağlanabileceğini belirtmiştir. Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisî'yi bölgeyi sulh yoluyla kazanmaya memur etmiş, İdris-i Bitlisî'nin Kürt beylerine teklif ettiği anlaşma aynen kabul edilmiştir.
Kürtler, baştan beri büyük çoğunluğuyla Sünnî Müslüman'dır. Osmanlı idaresi Kürtler için tam bir güvenlik şemsiyesi teşkil ederken, diğer yandan Kürtler, bölgeyi Safevîlere karşı korumuşlardır. Bölge, 19'uncu asrın ikinci çeyreğine kadar sükûn, hattâ ekonomik refah içinde yaşamıştır. Devlet-i Âliye'nin duraklama ve gerileme dönemlerinde bile, meselâ 17'nci asırda bölgeyi gezen Polonyalı Simeon, Fransız Poullet, 18'inci asırda bölgeyi dolaşan Danimarkalı Niebuhr gibi ve daha başka seyyah ve araştırmacıların intibaları ve verdikleri bilgiler, bunun böyle olduğu konusunda yeterince açıktır. (Kemal Burkay, Kürtler ve Kürdistan, 284-287)
Doğu ekonomisi hakkında önemli bir çalışma yapan ve çalışması Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası tarafından yayınlanan Rıfat Dağ'ın verdiği bilgilere göre de, 1800'lü yılların sonları ile 1900'lü yılların başlarında bile bölgenin genel ekonomik performansı, Osmanlı genel tablosunun gerisinde değildi; hattâ, madencilik, tarım, dokumacılık ve silah sanayii gibi sektörlerde Osmanlı ortalamasının üzerinde idi. (1800'lerden Günümüze Doğu Ekonomisi, 184-188) Bazıları, bölgede Osmanlı sisteminin feodaliteyi doğurduğunu ileri sürseler de Rıfat Dağ, 'Giderek genişleyebilecek, ileride yeni yapılara dönüşebilecek feodalleşmeye izin verilmemiştir.' demektedir (s. 171).
Güneydoğu, bazılarına göre bir petrol yatağıdır. 20 yıl Shell Petrol Firması'nın petrol araştırma genel müdürlüğünü yapmış olan Anthony Hage, şöyle demektedir: 'Ortadoğu'da uzun süre çalıştım. Bütün Amerikan firmaları, uzaydan çekilmiş fotoğraflarla gördükleri Türkiye'nin bir 'petrol okyanusu' üzerinde durduğuna emin. Suriye, Irak, İran ve Sovyetler Birliği'nde petrol olur da, hiç Türkiye'de olmaz mı? Bir uzman olarak bunun aksini asla düşünemem.' (Ömer Vehbi Hatipoğlu, Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu, 106; Bilim Araştırma Grubu, Masonluk ve Kapitalizm, 406)
Masonluk ve Kapitalizm kitabında, bölgenin sahip bulunduğu petrol yataklarının özellikle İsrail'in politikalarına dayalı olarak bilhassa Mobil ve Shell gibi petrol şirketlerinin uyguladığı entrikalarla devreye girmesinin engellendiği ve hattâ açılan pek çok kuyunun kapatıldığı anlatılmaktadır (s. 405). Hatipoğlu, kitabının 4'üncü bölümünün dipnotlarında petrol ile ilgili kurum ve kuruluşlarda görev alan üst düzey yöneticilerden 40'a yakın masonun ismini vermektedir ki, üzerinde durulmaya değer.
Emekli büyükelçi İsmail Berdük Olgaçay, meşhur Tasmalı Çekirge adlı eserinde, ülkemizde kökü dışarıda dernek kurmak ve böyle derneklere üye olmak yasak ise de, kendisine dokunul(a)mayan masonluğu CIA'in çok iyi değerlendirdiğine vurgu yapar. Yine, bir başka emekli büyükelçi Aydın Alacakaptan, 6 Mart 1994 tarihli Zaman gazetesinde, mason teşkilatlarının Atatürk'ü istismar ettiklerini ve varlıklarının en mahzurlu tarafı olarak da, İsrail'e bağlılık duyduklarını vurgulamakta ve 12 Eylül'le birlikte askeriyeden Dışişleri'ne gelenlerin tamamının mason olduğuna dikkat çekmektedir.
İngiltere'de çıkan Financial Times gazetesinde Mayıs 1983'te yayınlanan haritada dünyanın 2010 yılında alacağı yeni biçimde Kuzey Irak, İran'ın güneybatısı ve Türkiye'nin güneydoğusu yeni bir ülke olarak gösteriliyor ve üzerinde 'Büyük Kürdistan' yazıyordu ve petrol havzası ile su kaynaklarının kontrolü için böyle bir devletin kurulması gerekli görülüyordu.
Doğu ve güneydoğumuz, yer-altı yer-üstü tabiî kaynaklar bakımından da bir hayli zengindir. Krom üretim ve ihracatında dünyanın sayılı ülkelerinden biri olan Türkiye'nin başlıca krom ve en önemli demir ve bakır yatakları bu bölgededir. Divriği'de demir, Ergani ve Maden'de bakır, Erzurum, Elbistan, Şırnak, Van, Bingöl, Tunceli ve Hazro'da zengin kömür yatakları, Elbistan yöresinde linyit yatakları, Keban'da gümüş ve kurşun, Antep ve Erzincan'da manganez, Mazıdağı ve Kilis'te fosfat bulunmaktadır.
Türkiye'nin zenginlik kaynaklarından biri de sudur. Pek çok bölge ülkesinin bilhassa Dicle ve Fırat'ın akıttığı sulardan, hattâ Manavgat sularından faydalanma arzusu bilinmekte, bölgede bir su savaşının çıkması ihtimalinden son yıllarda çokça bahsedilmektedir.
Türkiye'nin büyüklüğe sıçramasında en önemli kaynaklarından biri GAP'tır. GAP, Güneydoğu Anadolu'yu içine alan çok büyük bir tarım, enerji ve sulama projesidir. Projenin kapsadığı bölgenin yüzölçümü Türkiye'nin onda biri, İtalya'nın dörtte biri, İngiltere'nin üçte biri kadardır. GAP'a dahil projeler, 21 baraj, 17 hidroelektrik santralı ve çeşitli sulama şebekeleri ile tünellerden meydana gelmektedir. Bunlardan Şanlıurfa tünelleri, dünyanın en büyük sulama tünelleridir.
GAP projesi tamamlandığında üretilecek enerji 1988 yılında Türkiye'de sudan elde edilen toplam enerjiye eşit ve Türkiye'nin şimdiye kadar tarım için gerçekleştirdiği sulama alanlarının yarısı kadar bir alan daha sulu tarıma açılmış olacaktır. Bu alan 1,7 milyon hektardır ki, 10 Çukurova bölgesi demektir. Bu şekilde meydana gelecek altyapı ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde birçok sanayi dalı olacak, bölge iç ve dış sermayeyi çekecek ve bütün ülkenin ekonomik refahına çok büyük katkıda bulunacaktır (Birleşik Araştırma Grubu, Akrebin Kıskacında Güneydoğu, s: 26-28). PKK terörüne bu noktada yaklaştığımızda karşımıza çok önemli bir gerçek çıkmaktadır: İlk 12 yılında terör mücadelesine giden para ve sermaye, GAP'a bir yılda harcananın 5-10 katıdır. Bu hayatî proje, terör sebebiyle yıllardır durma noktasındadır.
Türkiye, jeo-stratejik yönden dünyanın en önemli yerinde bulunmaktadır. Denebilir ki, başlangıçtan beri dünyanın kalbi hep bu bölgede atmıştır. Türkler, Müslümanlaştıktan sonra geçen 1000 yılı aşkın tarihleri boyunca sürekli saldırılara maruz kalmış, 19. asır sonlarından itibaren Büyük İsrail hedefli siyonist entrikalar da buna eklenmiştir. Yeniden dünya düzeni kurma peşinde olan Amerika ve yedeğindeki ülkeler, dikkatlerini yine doğrudan Türkiye üzerine çevirmişlerdir. Onların farklı planlarına rağmen, Sovyetler'in dağılması ve ABD'nin GOP projesiyle bile kader, Türkiye'ye son çeyrek asırda altın tepside fırsatlar sunmuştur. Ne var ki, kısır siyasî çekişmeler, şahsî kin ve sürtüşmeler, iç hesaplaşmalar, yolsuzluklar, yönetim birimlerindeki anlaşmazlıklar, çıkarılmaya çalışılan sunî Sünnî-Alevî, Türk-Kürt, lâik-antilâik gerginlikleri, faili meçhul-malûm cinayetler, başörtüsü gibi en temel ferdî hürriyetler etrafında meydana getirilen problemler, bu fırsatların önüne hep birer set çekmiş, ülkenin bütün bunları aşabilecek potansiyel göstermesi karşısında da PKK terörü, önümüze daima en büyük engel olarak konmuştur.
Merhum Özal'ın 'Adriyatik'ten Çin Seddi'ne diyerek ortaya attığı ve altın ve tekstilde dünya ikincisi, pamukta dünya üçüncüsü, zengin petrol yatakları, doğalgaz ve madenler bakımından nerdeyse birinci konumdaki bir coğrafyayı içine alan ideal, çok kısa zamanda terk edildi. Ülkemiz, özellikle 28 Şubat sürecinde talana uğradı ve askerî-ekonomik anlaşmalarla İsrail'in kucağına oturtuldu. Terör kimlere yarıyorsa, onlar tarafından desteklenir. Şu anda, PKK teröründen zarar gören bilhassa Kürt'ü ve Türk'üyle Türkiye'dir. Faydalananlar, başta Batı ülkeleri olmak üzere, içeride terörden beslenen bazı odaklar, onu bir pasta haline getirip paylaşanlardır. Bölgede İsrail'in rahatlatılması ve İslâm dünyasında 'düşmanlıklar'ın İsrail'den bir başka ülkeye, Kürtler üzerine çekilmesi için Kürdistan devletinin kurulmak istendiği de haylidir tartışılmaktadır. Meselâ Demirtaş Ceyhun, şöyle demektedir: '1970'lerden sonra bakıyorsunuz, Batı'nın bütün gelişmiş ülkelerinde Kürt enstitüleri kurulurken, diğer yandan Filistin olayı sabote ediliyor. Batı'da çok yoğun şekilde vatansız Kürt imajı yerleştirildi. Tabiî ki bu, Batı'nın Kürt'ü çok sevmesinden kaynaklanmıyor. Tamamen İsrail için yapılmış bir olay. Arap dünyasında İsrail'i rahatlatmayı amaçlıyordu.' (Metin Sever, Kürt Sorunu, 104).
Meselenin bir diğer boyutu, hiçbir zaman ciddî manâda barışık olmamış Ermenilerle Kürtleri birlikte gibi gösterip, ikisini birden Türkiye aleyhinde kullanma stratejisidir. Kürt ayrılıkçılığını bayraklaştıranlar buna çanak tutar, Türkiye'nin Kürtler gibi Ermenileri de kırdığı iddiasında bulunurken, Batı'da bir Kürdoloji ortaya çıkarmaya çalışanların içinde de çok sayıda Ermeni yer almaktadır. Rafet Ballı, Kürt Dosyası adlı kitabında bu konuda önemli tespitlerde bulunur. Bölgeden olan ve bölgeyi iyi bilen Müfit Yüksel'in tespitleri de hayli ilginçtir: 'Günümüzde PKK ve laik-Kürt entelijansiyası, Müslüman Kürt halkını diğer Müslüman halklardan kopartıp, Ermenilere ve Asurlulara yanaştırma çabası içindeler. Tabiî ki bu, PKK ve laik-ateist Kürt entelijansiyasının Kürtleri İslâmiyet'ten koparma ve dinsizleştirme planlarının bir parçasıdır. Zira bu plana göre, Kürtler çevrelerindeki diğer Müslüman halklara düşman edilerek ve Asurlular, Ermeniler gibi Müslüman olmayan Hıristiyan topluluklara yanaştırılarak daha kolay dinsizleştirilebilecektir.' (Mazlum-Der, Kürt Sorunu Forumu, 111).
Zaman
Bu Yayına Yorum Yapın