İç içe girmiş münasebetler ağı | 17.11.2008 | Ali Ünal
Mustafa filmi ve etrafında cereyan eden tartışmalar, Vecdi Gönül'ün dile getirdiği ulus inşası, bu maksatla Türkiye'deki Rumlarla Rumeli'deki 'Müslüman' ahalinin mübadelesi ve Ermeni tehciri, nihayet Ergenekon'un sadece bir tarafından araladığı 'derin merkezler' ve ilaveten Güneydoğu meselesi ve PKK terörü arasında önceki gün Mehmet Kamış Bey'in iyi yakaladığı bağlantılardan çok daha öte münasebetler söz konusudur.
Bu münasebetler, 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ve 31 Mart (13 Nisan) 1909 ayaklanması iyi tahlil edilmeden anlaşılamaz.
Şükrü Hanioğlu, '1878'den itibaren Jön Türklüğe atfedilen siyasî eylemlerin çoğu aslında Masonlar tarafından gerçekleştirilmiştir.' tesbitinde bulunur. Masonların büyük çoğunluğunun dönmeler ve söz konusu dönemin de Siyonist hareketin büyük ivme kazandığı yıllar olduğunu dikkate aldığımızda, mesele daha bir anlam ve vuzuh kazanacaktır.
Bu dönemde Osmanlı ekonomisinde, Doğan Avcıoğlu'nun da tesbitiyle, Ermenilerin ve Rumların önemli bir yeri vardı. Özellikle Selânik'te merkezîleşmiş bulunan dönmeler ise, 'bir ticaret burjuvazisi olarak iyice sivrilmiş' bulunuyorlardı. Bunların çoğu İttihat ve Terakki içinde yer alıyordu. Almanya ile İngiltere'nin Osmanlı üzerindeki rekabeti bu gruplar ve Balkan toplulukları üzerinden yürüyordu. 31 Mart ihtilâli üzerine İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu içinde çoğunluğu yıllarca Türk kanı dökmüş Sırp, Bulgar, Yunan, Makedon, Arnavut çetecileriyle sözde gönüllüler teşkil ediyordu. Sultan Abdülhamid, işte böyle bir hengâmede devleti aslî temelleri ve değerleri etrafında ayakta tutmaya, ülkeyi korumaya çalışıyordu. 31 Mart, sözünü ettiğimiz kaynamaların patlama noktası ve nihayet Abdülhamid'in temsil ettiği değerler ve temeller üzerindeki Osmanlı sisteminin yerine 'modern' Türkiye'nin değerleri ve temellerinin geçmesi hadisesidir.
31 Mart ihtilâlinin onu 'bastırmak'la başarısını temin eden Selânik burjuvazisi, 'millî ve milletlerarası büyük ticaret ile hükümet müteahhitliğini hemen hemen tekelinde bulunduran İstanbul'un Rum ve Ermeni tüccarlarını mevkilerinden kaydırdı.' Ermenilerin büyük devletlerin teşkiliyle çıkardıkları isyanlar, tehcirlerine ve Osmanlı ekonomisindeki yerlerini kaybetmelerine sadece katkıda bulundu. Çok sonraki yıllarda Asala terörünün niye Dışişleri Bakanlığı mensuplarımıza yöneldiği de bu noktada üzerinde durulması gereken bir husustur. Cumhuriyet'i takiben Türkiye'deki yerli Rumlarla mübadele edilen Rumelili Müslümanlar içinde özellikle dönmeler ayrı bir yer tutuyordu ve bunlar bilhassa Boğaz'daki yalılara yerleştirildiler. Karakaşzade Rüştü, bu mübadeleyi arzu etmediği için Türkiye Cumhuriyeti'nde dönmelik aleyhine yazan ilk dönme oldu.
Bir ihtilâlle başlayan modern tarihimiz, askerî kesime de dayanan İttihad Terakki yönetimiyle birlikte 'ihtilâller, suikastler, siyasî cinayetler' tarihi olarak gelişti. Cahit Tanyol'un değerlendirmesiyle, 'zümre istibdadı ortaya çıktı ve bunun mesuliyeti kaypak ve yakalanamaz bir hale geldi'; çünkü artık hakimiyet derin mahfillerin elindeydi. Halkın çok büyük çoğunluğunun değerlerine karşı oluşan yeni sistem bir taraftan Türkiye'yi içine kaparken, diğer yandan kendini koruma adına düşmana muhtaçtı. Bu düşman da, irtica ve bölücülük olarak teşhis edildi. Bu çerçevede bir zaman bilhassa Güneydoğu'da kışkırtmalarla başlayan ve devam eden isyanlar, daha sonra anarşi, nihayet terör, hiçbir zaman eksik bırakılmayan sözde irticaî kalkışmalar, bazen de bunlara su taşıyan safça davranışlar, sisteme hep taze kan oldu.
Allah, insan Kendisi'ni bulsun, tanısın ve Kendisi'ne yönelsin diye onun vicdanına yüksek bir güç, ilim ve otorite sahibine yönelme, dayanma, O'ndan yardım isteme mekanizması yerleştirmiştir. Bu mekanizmanın suistimali fetişler, putlar, mitler, mitolojiler uydurmaya yol açar. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye'de karmaşık ve girift modern sistem de kendini koruma, yaptıklarına mazeret bulma ve bir bütünlük kazanma adına bir tesbih imamesi gibi Mustafa Kemal etrafında müthiş bir mit ve mitoloji üretmiştir.
Zaman
Bu münasebetler, 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ve 31 Mart (13 Nisan) 1909 ayaklanması iyi tahlil edilmeden anlaşılamaz.
Şükrü Hanioğlu, '1878'den itibaren Jön Türklüğe atfedilen siyasî eylemlerin çoğu aslında Masonlar tarafından gerçekleştirilmiştir.' tesbitinde bulunur. Masonların büyük çoğunluğunun dönmeler ve söz konusu dönemin de Siyonist hareketin büyük ivme kazandığı yıllar olduğunu dikkate aldığımızda, mesele daha bir anlam ve vuzuh kazanacaktır.
Bu dönemde Osmanlı ekonomisinde, Doğan Avcıoğlu'nun da tesbitiyle, Ermenilerin ve Rumların önemli bir yeri vardı. Özellikle Selânik'te merkezîleşmiş bulunan dönmeler ise, 'bir ticaret burjuvazisi olarak iyice sivrilmiş' bulunuyorlardı. Bunların çoğu İttihat ve Terakki içinde yer alıyordu. Almanya ile İngiltere'nin Osmanlı üzerindeki rekabeti bu gruplar ve Balkan toplulukları üzerinden yürüyordu. 31 Mart ihtilâli üzerine İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu içinde çoğunluğu yıllarca Türk kanı dökmüş Sırp, Bulgar, Yunan, Makedon, Arnavut çetecileriyle sözde gönüllüler teşkil ediyordu. Sultan Abdülhamid, işte böyle bir hengâmede devleti aslî temelleri ve değerleri etrafında ayakta tutmaya, ülkeyi korumaya çalışıyordu. 31 Mart, sözünü ettiğimiz kaynamaların patlama noktası ve nihayet Abdülhamid'in temsil ettiği değerler ve temeller üzerindeki Osmanlı sisteminin yerine 'modern' Türkiye'nin değerleri ve temellerinin geçmesi hadisesidir.
31 Mart ihtilâlinin onu 'bastırmak'la başarısını temin eden Selânik burjuvazisi, 'millî ve milletlerarası büyük ticaret ile hükümet müteahhitliğini hemen hemen tekelinde bulunduran İstanbul'un Rum ve Ermeni tüccarlarını mevkilerinden kaydırdı.' Ermenilerin büyük devletlerin teşkiliyle çıkardıkları isyanlar, tehcirlerine ve Osmanlı ekonomisindeki yerlerini kaybetmelerine sadece katkıda bulundu. Çok sonraki yıllarda Asala terörünün niye Dışişleri Bakanlığı mensuplarımıza yöneldiği de bu noktada üzerinde durulması gereken bir husustur. Cumhuriyet'i takiben Türkiye'deki yerli Rumlarla mübadele edilen Rumelili Müslümanlar içinde özellikle dönmeler ayrı bir yer tutuyordu ve bunlar bilhassa Boğaz'daki yalılara yerleştirildiler. Karakaşzade Rüştü, bu mübadeleyi arzu etmediği için Türkiye Cumhuriyeti'nde dönmelik aleyhine yazan ilk dönme oldu.
Bir ihtilâlle başlayan modern tarihimiz, askerî kesime de dayanan İttihad Terakki yönetimiyle birlikte 'ihtilâller, suikastler, siyasî cinayetler' tarihi olarak gelişti. Cahit Tanyol'un değerlendirmesiyle, 'zümre istibdadı ortaya çıktı ve bunun mesuliyeti kaypak ve yakalanamaz bir hale geldi'; çünkü artık hakimiyet derin mahfillerin elindeydi. Halkın çok büyük çoğunluğunun değerlerine karşı oluşan yeni sistem bir taraftan Türkiye'yi içine kaparken, diğer yandan kendini koruma adına düşmana muhtaçtı. Bu düşman da, irtica ve bölücülük olarak teşhis edildi. Bu çerçevede bir zaman bilhassa Güneydoğu'da kışkırtmalarla başlayan ve devam eden isyanlar, daha sonra anarşi, nihayet terör, hiçbir zaman eksik bırakılmayan sözde irticaî kalkışmalar, bazen de bunlara su taşıyan safça davranışlar, sisteme hep taze kan oldu.
Allah, insan Kendisi'ni bulsun, tanısın ve Kendisi'ne yönelsin diye onun vicdanına yüksek bir güç, ilim ve otorite sahibine yönelme, dayanma, O'ndan yardım isteme mekanizması yerleştirmiştir. Bu mekanizmanın suistimali fetişler, putlar, mitler, mitolojiler uydurmaya yol açar. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye'de karmaşık ve girift modern sistem de kendini koruma, yaptıklarına mazeret bulma ve bir bütünlük kazanma adına bir tesbih imamesi gibi Mustafa Kemal etrafında müthiş bir mit ve mitoloji üretmiştir.
Zaman
Bu Yayına Yorum Yapın