VURUN BOBO BEBEĞE | Hakan Zafer


Vay arkadaş!
Sizce de ilginç değil mi döveni, söveni bol olmasına bol fakat kahramanı da buna doğru orantılı şekilde bol bir döneme denk gelişimiz? Duyuyor belki de seçemiyorduk. Ya da konduramıyor, dönüp kendimizi ikna ediyorduk. Maksadım doğduğum toprağı kötülemek asla değil ama takdir edersiniz ki nerede bir arsız, hak bilmez, hödük varsa ödül alacak hale geldi. Vicdanına eli değen yok. İrfanı diline vurmuş, “ne pahasına olursa artık…” diyerek kendi mazisine yaraşan tavırlar sergileyecek kimse kalmayınca kafası da karışmıyor değil insanın. Bu noktada, kendindense eğer her şeyi kutsayan tayfanın argüman seçmede çabukluğu ile arada kalmanın titrekliği tartılınca da hata ediyoruz. “Öyle değil mübarek” korosunun baritonları, hâkimiyeti her daim elde tutmaya çalışıyor maalesef.
Peki, neden bu kadar hızla cılkı çıktı toplumun?
Bu hıza inat, yavaş yavaş irdelememiz gerekiyor. Fakat kabalığın her alanda baskın hale gelmesinde sosyal öğrenmenin çok etkisi olduğu kanısındayım. Sınırları, ilke ve tecrübeleri bir anda yıkıp geçecek şekilde içinde yaşadığımız toplumun etkisi altında kalıyor, ilmine (hadi yok diyelim), irfanına göre davranmaz hale geliyoruz.
Gidilebilse, elimizdeki en hızlı uzay aracıyla bile dört, beş yılda ancak gidebileceğimiz bir gezegen az yerinden oynadı diye huylarımızı, iş-aşk hayatımızı darmadağın edebileceğine inanıyoruz tamam da komşunun sahtekârı, bakkalın üçkâğıtçısı, arkadaşın yalancısı, akrabanın hasetçisi, iş arkadaşının iftiracısı, akşama kadar kulağımızı dolduran eften püften gaflet ne olacak?
Asıl doğduğu, yaşadığı yer, oksijeni beraber tükettikleri etkiler insanı. Bu yoldan burçlar hesaplarsak, bu etkileri bir de yorumlamaya kalkarsak vay geldi başımıza.
***
Albert Bandura’nın meşhur “Sosyal Öğrenme” kuramında bir Bobo Bebek deneyi var.
Deneyde bir işbirlikçi kişi, Bobo adı verilen, çocukların vurarak patlatamayacakları şekilde yapılmış, palyaço şekli verilmiş plastik bir bebeğe saldırıyor. Sert ve saldırgan sözlerle tekme tokat hatta elinde çekiçle bebeğe vurmaya başlıyor. Kaldırıp yere çalıyor, odanın diğer tarafına fırlatıyor, ağızını yüzünü çekiştiriyor. İşbirlikçi modelin Bobo’ya yaptıkları çocuklara izlettiriliyor. Daha sonra çocukların canları başka bir şeye sıkılınca, Bobo Bebeğin olduğu odaya alınıyor. Bazı çocukların modelin saldırgan davranışlarını neredeyse aynı biçimde taklit ettikleri, bir kısmının da uzak durup saldırganlaşmadıkları gözleniyor. Deneyin ikinci aşaması, uslu duran çocuklara yönelik tasarlanıyor. Bu defa saldırganlığa ödül konuluyor. Bu durumda, uslu uslu duran çocukların da ödül alabilmek için saldırganlaştığı gözlemleniyor.
Saldırgan davranışlar öğrenilir mi, evet ama gördük, gözledik, öğrendik diye de her davranışı yapmak zorunda değiliz. Bizim mazlumlarımız, Bandura’nın Bobo Bebeğine benziyor. Önce biri çıkıyor tüm gücü ve araçlarıyla ilkesiz ve ahlaksızca saldırıyor. Sonra sorgulamayı bir türlü kendine yakıştıramamış kimseler, kendilerine verilen ilk fırsatta, her fırsatta saldırmaya başlıyor. Hatta saldırmaz, aklı, irfanı, inancı, vicdanı var dediğiniz uslu kimseler deneydeki gibi ödül düzeneğiyle karşılaşınca onlar da çekici eline alıp başlıyor mazlum Bobolara vurmaya.
Şahsi kanaatim, öfkelenmenin, bir insan için en sert sınanma başlıklarından olduğu yönünde. Hele de durduk yere öfkelenmediğini söylüyorsa. Mutlaka altı dolduruluyor. Yetmiyor, öfkesine sebep göstereceği ne varsa yüceltip parlatıyor. Bizde ciladan bol ne var! Vatan, din, ırk, ideoloji, artık hangisi günün vitrinindeyse…

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.