Präsidentenstraße ve başkanlık yolu | Selahattin Sevi
Yıllar sonra Düsseldorf havalimanında karşılanan değil karşılayanım. Misafirlerim iki yıla yakın zamandır ayrı kaldığım eşim ve iki kızım... Anlatacak ne çok şey var!
Henüz okumam yazmam yoktu ama Präsidentenstraße 54… ile başlayan adresi yazabiliyordum. Çarşamba günleri dedem kasabaya gider, 20 haneli küçük köyümüze dönüşte mutlaka postaneye uğrar, varsa oğlundan gelen mektubu -ceketinin iç cebinde- getirirdi. Elektriğin 1987’de geldiği Bursa’nın dağ köyünde akşam insanlar gaz lambasının ışığında toplanır, okul görmüş veya askerlik yapmış bir komşu mektubu okur, herkes dinlerdi.
Bu teatral törenin başrolü okula gidip iki ayda okuma yazma öğrenmemle benimdi artık. Babamın veya amcamın 3 bin kilometre uzaktan, Almanya’dan çiçekli kağıtlara yazdığı satırlar için dekoder bendim. Zarfın üzerini yazmak için Türkçede olmayan üstü noktalı a ve çift s için yazılan ß gibi farklı harfler olsa da artık evimizdeki herkesin duygularını, düşüncelerini, isteklerini, selamlarını tükenmez kalemle kağıda döküyor, dedeme emanet ediyordum.
Yazdığım mektupların gittiği adresteki sokağı, babamın, annemin ve iki kardeşimin yaşadığı evi görmek içinse 6 sene beklemek gerekti. 1984 yılı yazıydı. Uzun tatilin başlangıcında Yeşilköy Havalimanı’ndan ilk kez yaşadığım bir deneyimle Düsseldorf’a indim. Hep köyümüzün batı ufkundaki dağların arkasında olduğunu hayal ettiğim Almanya çok uzaktı. Denizler, dağlar, ırmaklar, ovalar aşmak gerekiyordu.
Bu yolculuğu çok ciddiye almıştım. Bir yaz günü olmasına rağmen Türk filmlerinde gördüğüm gibi ceket giyip kravat bile takmıştım.
Uçağın tekerleri Düsseldorf havalimanına değdiğinde ikindi vaktiydi. Her yıl izne gelen ailemle rolleri değişmiştik, bu sefer ben gelmiştim. Düzgün yollar, gökyüzüne yükselen ağaçlar, düzenli tabelalar beni o caddeye ve eve götürdü.
Präsidentenstraße 54’e…
Adı Başkanlık Sokağı demek olan yol üzerinde, mutfağa açılan bir oda ve yatak odasından müteşekkil göçmen-işçi evinde çay, kahve gibi az sayıda Türk markası göze çarpıyordu. Duvardaki halıya işlenmiş Türkiye haritasının denginde dikey bir çerçeve daha dikkat çekiyordu. Çerçevenin içinde ise atı üzerinde Türklere Anadolu’nun kapılarını açan bıyıkları seyrek ve dudaklarının altına kadar sarkık Sultan Alparslan, yerde bir kan denizi ve üzerinde yansıyan ay yıldız vardı. İlk bakışta ürkütücü gelse de yaz tatilini geçirdiğim iki ay boyunca sofra başında yaptığımız sohbetlerde babam o kitch resim, harita ve daha birçok şey hakkında konuştu.
Präsidentenstraße’nin sakinleri Türkiye’nin her bir köşesinden gelen işçi aileleriydi. Güncel politika konuşulmazdı pek. Sadece Türkiyeli işçilerin çalışma hakları, iş güvenlikleri, emeklilik durumları gibi konularda karar veren Almanyalı siyasetçileri herkes bilirdi. Zorunlu ikametin getirdiği görece bir huzur vardı. Karadenizli de, Kürt de, Alevi de yaşıyordu sokağa açılan tek düze küçük evlerde. Toplanma yeri ise sokağın sonundaki apartmandan bozma küçük mescitti.
Farklı siyasi görüşte olan herkes tek bir camiye geliyor ve yan yana ibadetlerini yapabiliyordu.
Yaz tatili sonunda Türkiye’ye okuluma devam etmek için dönsem de kulağım hep o caddede oldu. Bu süre zarfında babam ve arkadaşları Türkiye’nin farklı siyasi partileri lehine oy verdiler. Ve bu her seferinde değişiyordu. 1999 yılında hükümete dahil olan milliyetçi MHP iktidar ortağı olunca sokaktaki herkes çok sevinmiş meğer. 25 yıldan fazla zaman Almanya’da yaşayan Türklerin oy kullanma imkanı olmadığı için onlar da siyasi tercihlerini Türkiye’de kullandılar. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Fakat MHP kazandı diye babamın bıyıklarını yıllar önce duvarda gördüğüm resimdeki Alparslan gibi uzatması üzerine benim için şok edici bir etkisi olmuştu. Bunun abartılı, yersiz bir davranış olduğunu söyledim. O da yaptığının aşırı olduğunu anlamış olacak ki, bıyıklarının uzantılarını kestirip bize normal bir fotoğraf gönderdi.
Zaten bir sonraki seçimde kendisi ve birçok arkadaşı yeni kurulan, dini söylemleri öne çıkan, popülist AKP’de karar kıldılar ve bildiğim kadarıyla aradan geçen zaman içinde bu değişmedi.
Präsidentenstraße’nin çoğulcu yapısı tek bir siyasi parti etrafında Aleviler ve politik bilince sahip Kürtler hariç birleşti.
Söylemini ‘Onlar’ ve ‘Biz’ olarak kurgulayan Tayyip Erdoğan, insanları ‘Ya bizdensin, ya onlardan’ ikilemine soktu.
Kuzey-Ren Westfalya gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgede seçimlerde hem Cumhurbaşkanı hem AKP lideri Erdoğan’a yüzde 70 ve üzerinde oy çıkması bu ayrıştırmanın politik başarısı konusunda tereddütleri ortadan kaldırıyor.
Bu süreçte Türkiyeli siyasetçilerin ayrıştırıcı politik çalışmaları için kapılar kapatılsa da özellikle Diyanet camileri, dernekleri ve hükümete yakın STK’lar bu işi tesadüfe bırakmayacak kadar çok çalışacaklar yine.
24 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı, gerçek anlamıyla ise başkanlık seçiminde Almanya’da oy oranları çok değişmeyecek.
Benim için değişen ise, yıllar sonra bir ilkbahar ikindisinde Düsseldorf havalimanında karşılanan değil karşılayan olmam. Yeni misafirlerim iki yıla yakın zamandır ayrı kaldığım eşim ve iki kızım…
Onlara ikindi ışığınının aydınlattığı küçük ve ahşap bir Ikea masasının etrafında Präsidentenstraße, çocukluğum, gençliğim, hayallerim ve hayat hakkında anlatacağım çok şey var.
Fakat önce onları dinleyeceğim…
Bu Yayına Yorum Yapın