CERRAHPAŞA BÖLÜNEMEZ! | Naci Karadağ
Fahrenheit 451 isimli ünlü distopik kitapta yazar Ray Bradbury, romanına şu cümleyle girer: “Yakmak bir zevkti!”
Çin İmparatoru Tsin Che Hoang Ti, ülkesindeki kitapları yok ederken bunu insanların mutluluğu için yaptırdığını ileri sürüyordu.
Cümleyi tersten okuyunca, cehaletin mutluluk olduğunu o zaman fark edildiğini söylemek mümkün.
Tarih boyunca tüm totaliter rejimlerin ortak özelliklerinden biri de kitaba ve eğitime olan düşmanlıktır.
Goebbels propagandanın piriydi ama en büyük özelliği kitap düşmanı olmasıydı…
İnsanlık kadar eskidir kitaba, bilime, eğitime düşmanlık.
Persepolis Kütüphanesi yakıldığında Hz. İsa nebinin doğmasına daha 300 seneden fazla zaman vardı. O meşhur Cleopatra, Sezar’ın kendisine hediye ettiği Bergama Kütüphanesi’nin kitaplarını hamamda su ısıtmak için aylarca yaktırdı… Bradbury, İskenderiye Kütüphanesi’nin yakıldığını öğrendiğinde henüz 9 yaşındaydı ve hüngür hüngür ağlamıştı.
Aşağı yukarı aynı dönemlerde Çin İmparatoru Tsin Che Hoang Ti, kitaba düşmanlığının sebebini şu cümleyle açıklıyordu: “Bilgi insanlığa kötülük getirir!” Neron aradan 100 yıl bile geçmeden Kartaca Kütüphanesini alevler içinde bırakarak barbarlığın coğrafyası olamayacağını kanıtladı.
Nasîrüddin Tûsî, Hülagu’nun, Bağdat’ı istilasından sonra, 36 kütüphaneyi kül ettirdiği, bu sebeple Dicle’nin aylarca kapkara bir su olarak aktığını yazar!
Ximenes, bir kardinal ve Şarlman’dı. Hitler’in dünyaya gelmesine çok az zaman kalmıştı. Haçlı ordusu Arapları İspanya’dan kovduktan sonra Endülüs Kütüphanesi’ni kül ettiler. Ximenes, Granada’nın Bab-ür-remle meydanında yakma festivalleri tertip ediyordu. Bu barbarlık şöleninden geriye sadece üç beş kitap kaldı!
Bilim insanı fizikçi Pierre Curie, “Endülüs Kütüphanesi’nden otuz kadar kitap kurtuldu, onlarla atomu parçaladık. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kurtulmuş olsaydı, şu anda galaksiler arasında geziyor olurduk,” demiştir.
Naziler kitap yakma olayını birer festivale çeviriyor, içkiler, danslar eşliğinde imha ediyorlardı kitapları.
12 Eylül rejimi de her zalim ve zorba iktidar gibi kitap, bilim, film, eğitim düşmanıydı… İslami Tıp Kongresi diye bir organizasyon var. 1984 yılının Eylül ayında İstanbul’da toplandılar ve alkışlar eşliğinde tepsi içinde tıp kitapları yaktılar. 12 Eylül rejiminin imha ettiği kitap sayısının ağırlığını biliyoruz: 40 Ton.
İşin acı kısmı ise şuydu: Tarih boyunca tüm bu barbarlık gösterilerinde kalabalıkları oluşturanlar, alkıştan avuçlarını patlatanlar, mest olup çığlık atanlar arasında hiç de azımsanmayacak kadar bilim adamı, yazar, çizer, entelektüel vardı!
Kötülüğün yerleşmesi için sadece kötülerin varlığı yeterli değildir.
Kötülük ancak iyilerin suskunluğuyla yükselir ve çıkarcıların desteğiyle kalıcı hale gelir.
Tıpkı günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi.
Kötülüğü sürdürülebilir kılan kavramlar ise korku, menfaat ve ‘bana ne’ciliktir.
Bu gıdalarla beslenir tüm kötülükler!
Cerrahpaşa bölünemez!
Eyvallah…
Bölünmesin de…
Ama ülke bölündü kardeşim…
Aileler bölündü.
Bölünmek ne kelime, parçalandı, imha edildi…
Toplumdaki farklılıkların arasına mayınlı alanlar döşendi.
Türkiye şu anda fiili olarak üç ayrı parçaya bölünmüş durumda.
Bir tarafta etnik, bir tarafta dinsel, bir tarafta ise seküler kaygılarla üst kimlik oluşturan kitleler toplumu oluşturuyor.
Hani hiç haz etmem ama sanki bir üst akıl bir takım çıkarcıları, sıradan hırsızları, arsızları, menfaatperestleri kullanarak Türkiye’yi en az üçe bölme projesini uygulamaya koşmuş durumda.
Belki de artık sonlarına geldiler bu projenin…
12 Eylül Askeri rejimi boyunca binden fazla film yasaklandı. 25 bine yakın dernek kapatıldı. 4 bin öğretmen, 150’ye yakın akademisyen, 47 hâkim işten atıldı.
Bugünkü rakamlara bakıldığında Cuntacı rejimin devede kulak bile olamadığını görüyoruz.
Sadece bir kalemde imha edilen kitap ağırlığı 147 ton olan gün var.
Kıyma makinalarında kıyılan eserlerin haddi hesabı yok.
Ansiklopedi maddelerini silmeye kadar vardırdılar işi.
Bütün bunları bırakın eleştirmeyi, azılı iktidar karşıtları bile cemaat düşmanlığıyla alkış tuttu bu olup bitenlere!
En az 15 üniversite kapatıldı.
Mahkemesiz, sorgusuz, sualsiz, suçlamasız, bilmem nesiz KHK ile kapısına kilit vuruldu…
64 bin öğrenci sokağa atıldı, gelecekleri çalındı…
Bunlar yüksek tahsil rakamları.
Lise ve orta okul düzeyinde ise tablo çok daha vahim..
Eğitimde kalitesizleşmeyi temel politika olarak belirleyen iktidar, adeta iyi yetişmiş bir nesil istemiyor. Biat eden, sorgulamayan, çıkarcı bir jenerasyonu inşa edebilmek için canla başla çalışıyor.
Her semtte beş imam hatip lisesi bu zihniyetin bir ürünü olsa gerek.
Mille Eğitim Bakanlığı müsteşarını dinlediniz mi geçen gün?
Kapattığı okul sayısıyla övünen bir müsteşar Neron zamanında değil günümüzde yaşıyor!
30 bin öğretmeni işten atmışlar, 2 bin 500 özel okul kapatmışlar…
7 bin 500 akademisyenin işine son verildi, çoğu hapse atıldı.
Türkiye’den CERN deneyine giden tek bilim adamı olan Boğaziçili profesörü bir ihbar mektubuyla aylarca hapiste tuttular, kimsenin ‘gık’ı çıkmadı. Kapatılan eğitim kurumu sayısı 3 bini buldu. Cebinde 1 dolar var diye NASA’da çalışan bilim adamını zindana atan bir ülkeyiz biz!
Sokakta kalan öğrenci sayısı yüzbinleri aştı…
Yakılan kitap sayısını bilmiyoruz bile!
AKP iktidarının ve Tayyip Erdoğan’ın ileride anılacak en büyük özelliklerinden biri de yok ettiği kitap sayısı olacak.
Çünkü tarihte eşi benzeri olmayan bir rekoru ele geçirmeyi başardılar.
Organize olmuş cahillik, bilimi, eğitimi, yetişmiş insanı yok ediyor ve bununla övünüyor!
Bütün bu barbarlık ve yok ediciliğe karşı çıkan bir tek akademisyen, vicdanlı bir entelektüel duydunuz mu?
Kimseden çıt çıkmadı…
Çok basit ve kadim bir felsefeydi onların ki: Bize dokunmayan yılan bin yaşasın.
Ancak tarih boyunca hiçbir yılanın sadece bir kez zehirlediği görülmemiştir.
Çünkü doğasında vardı zehir saçmak!
Yıllardır her kurum ve kuruluş adım adım yok edildi, ele geçirildi…
TÜBİTAK’ından, YÖK’üne, vakıflarından tüm kuruluşlarına kadar.
Şimdi sıra üniversitelere gelmiş durumda.
Üç aylık avukatı hâkim olarak atamak kolay. Nasıl olsa hukuk diye bir şey kalmadı ülkede.
Ancak cahil bir iktidarın yandaş akademisyen yetiştirmesi kolay değil.
Bir sürü üfürükten üniversite adı altında ticarethane açmakla akademik hayat canlı tutulamaz, yaşatılamaz. Bunu çok iyi bildikleri için köklü eğitim kuruluşlarını yok etmeye başladılar. Boğaziçi’ne saldırmalarının sebebi budur. ODTÜ’ye de…
Şimdi İstanbul üniversitesini bölerek yok etme planı yürürlükte…
Canım hocalarım video klip hazırlamışlar.
Gerçekten etkileyici ve hepsi söylediklerinde haklı…
“Cerrahpaşa’ya Dokunma” diyorlar…
Çok romantik, çok içli bir film çekmişler.
Ama mesele benim okuluma dokunma diyerek çözülmez, çözülmeyecek…
Başarılı eğitim kurumlarına saçma sapan gerekçelerle müfettiş yollanıp çöp sepetinin çapı küçük diye cezalar kesilirken, tabelalarına saldırılırken, kitaplar kıyılırken, üniversitelere kilit vurulup öğrencileri sokaklara atılırken çekilecekti bu klipler!
Hasılı kelam: Ba’de Harab-ül Basra!
Bu Yayına Yorum Yapın