DEMİRTAŞ’A YAPILAN OPERASYON, ‘AKP-CEMAAT ORTAKLIĞI’ MI? - Ramazan Faruk Güzel


Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 2 yıldır Edirne Cezaevi’nde rehin tutulmaya devam ediyor. Asıl suçu malum; Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” demiş olması ve onun karşısındaki -belki de- en ciddi siyasi rakip olması. Asıl suçu belli olduktan sonra, bu yeni yargı düzeninde bahane üretmesi kolay.
Demirtaş’ın ‘Örgüt kurma ve yönetme’, ‘örgüt propagandası’ ve ‘suç ve suçluyu övme’ iddialarıyla suçlandığı ve 142 yıl hapis istemiyle yargılandığı bir davası ile ilgili de halen Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden bir  duruşması var. Ankara Sincan’da görülen ana davasında Demirtaş duruşmaya, Edirne Cezaevinden SEGBİS sistemiyle bağlanmış, kendisinin yanında iki avukat da hazır bulunmuştu. Duruşmalar Perşembe ve Cuma da devam ediyor…
Şu son duruşmadaki savunmasında Demirtaş çok önemli bazı sorunlara parmak basmasının yanında “Yargıda Cemaat- AKP işbirliği”ne dair bazı iddialarda bulunmuş ve sözleri medyada ”Bize yapılan operasyon, AKP-Cemaat ortaklığıdır” başlığı ile verilmişti.
Bu konularda şahsen bir dizi yazılar kaleme almıştım, artık yazmaya mecalim kalmasa da, bir insani sorumluluk gereği tekrar ihtiyaç duydum…
DEMİRTAŞ’TAN ÖNEMLİ TESPİTLER
Savunmasının başında Demirtaş, açlık grevinin 77. Gününde bulunan Leyla Güven’e dikkat çekiyor, ki bu da sorumlu bir siyasetçi örneği. Zira Güven, partisinin parlamentoda bir üyesi ve göz göre göre onun ölüme terk edilmesi beklenemez.
Ardından Demirtaş, dokunulmazlıkların kaldırılmasına eleştiriyor. Nitekim bu girişimle Demirtaş gibi kürsü masumiyeti olması gereken siyasiler korunmasız hale getirilmiş, adeta kurtların önüne yem diye atılmışlardır. Bunda da meclisteki diğer bütün partilerin vebali var!
Ve şimdi de AİHM kararlarına rağmen Demirtaş içeride rehin tutulmaya devam etmektedir. AİHM’in bile tam dikkat etmediği bir husus var ki; Demirtaş için ileri sürülen suçlamalar, onun dokunulmazlığının olduğu zamana aittir ve geriye yürütülerek kendisi suçlanamaz. Ama “Erdoğan yargısı”nda her olunmazlar olduğu gibi, bu da oldu!
Bu noktada Demirtaş, kendisini hapiste tutan yargının, 1 buçuk milyon ödülle aranan IŞİD’li Ayşenur İnci’yi, adli kontrol şartıyla serbest bırakmasını eleştirerek bu çifte standarta parmak basıyor haklı olarak!
Eren Erdem’in tahliye edilip tekrar tutuklanması absürtlüğüne işaret eden Demirtaş, kendisine CD ile sunulan on binlerce sayfalık belgeyi incelemeye fırsat bulamadığı için savunma hakkının kısıtlandığını dile getiriyor.
DEMİRTAŞ’IN BİR SAVCI ÜZERİNDEN CEMAAT ELEŞTİRİLERİ
Savunmasının bu noktasında Demirtaş, dosyasına konan bir fezlekede adı bulunan Ahmet Karaca isimli bir savcı üzerinden “Yargıda Cemaat- AKP işbirliği” iddiasını atarak savunmasını kuruyor.
Demirtaş, “anadile duyarlılık çağrısından” dolayı bu savcının kendisi hakkında fezleke hazırladığını, o savcının da şu an FETÖ davasından içeride olduğunu söylüyor ve:
“Savcı Ahmet Karaca, bir dönem Diyarbakır Adliyesini yöneten kişilerdendi. Komplo, kumpas, çete faaliyeti, her türlü ayak oyunu. Tanırız. FETÖ’cü mü değil mi bilemem ama yasa dışı bir sürü iş yaptığına tanıktık ve meydanlarda bunu söylüyorduk da.” diye ekliyor.
Bir kere, bir savcının adliyeyi yönetmek gibi yetkisi yoktur, onu diyelim başta… Savcı Ahmet Karaca’yı tanımıyorum. Ben 2014’de hakim olarak göreve başlamıştım Diyarbakır Adliyesi’nde ama kendisini duymadım, “Komplo, kumpas, çete faaliyeti, her türlü ayak oyunu” varsa bilmiyorum, bunların aydınlatılması lazım. Zira bunlar çok ağır iddialar. Varsa öyle bir durum, kamuoyu bilmeli. Delilsiz söyleniyorsa da iftiradır, suçtur.
Şu an bu savcı hapiste anlaşılan, Demirtaş’ın ifadelerinden anladığım kadarıyla. O zaman bu savcı kendisini savunamayacak durumda. O dönem hakkında bilgi verebilecek yargı mensuplarının hiç birisinden de sağlıklı bilgi almak mümkün gözükmüyor. Çünkü o dönemde tartışmalı dosyalara bakan kimselerin durumları arasında adeta uçurum var; bir kısmı hapiste, hatta hücrede, diğer bir kısmı ise taltif ile Batı’daki önemli adliyelerde/ hassas görevlerde. Hapistekilerin fiilen konuşması mümkün değil. Ama Sayın Demirtaş, savunmasında dediği gibi, suçlanan o insanlara bir şekilde SEGBİS ile vs bağlanmalı ve dinlenmeli. Ama muktedirlerin buna fırsat vereceğine ihtimal vermiyorum. Zira her meselede olduğu gibi bunun da üzerini örteceklerdir. Çünkü gerçeklerin ortaya çıkması nedense hep rahatsız ediyor onları…
İçeridekiler, iktidarla daha fazla senkronize çalışmak istemedikleri, bireysel hareket ettileri için oradalar. Dışarıda, hem de önemli görevlerde olanların büyük kısmı ise, iktidar ile işbirliğine devam etmek istedikleri için devam ediyorlar ve onlardan sağlıklı bilgi alabilmek imkansız gibi. Kimse kendi ayağına kuşun sıkmaz.
Sözün burasında Demirtaş, asıl meramını ortaya koyuyor:
“12 fezlekem bunlar tarafından düzenlenmiş ve tutuklanma gerekçem haline getirilmiş. Cemaatten tutuklanan, ceza alan savcıların bizimle işlemleri gözden geçirilmedi. Balyoz, Ergenekon hatta bazı adli davalar gözden geçirildi.”
Yani diyor ki; “Balyozcular, Ergenekoncular ‘Cemaat kumpası’ dedi çıktı, ben de diyorum ara ara.. Ama niye ben hala içerideyim ki?!”
Aslında Demirtaş’ın da çok iyi bildiği bir gerçek var ki;
Şu an Ergenekon ile AKP’nin fiili/ gayriresmi bir ortaklığı var. (CHPli Özgür Özel de üstü örtülü bu güce ve ortaklığa işaret ediyor son günlerde…) Yani Erdoğan’a rakip değil, ortaklar. Demirtaş ise ona ciddi bir rakip. Dolayısıyla Cemaat’e de çaksa, başkalarına da vursa- etse, bu onun konumunu değiştirmeyecek. Ama insanlar savunmalarını istedikleri gibi kurabilirler. Kürsüde olduğum zamanlarda da, insanların savunmalarına müdahale edenlere en sert tepkilerimi verirdim. Hatta şunu demişliklerim vardır: “Sanık, ifade veren tanık, isterse bunu uzaydan gelen yaratıkların gelip yaptığını dahi ileri sürebilir, sen karışamazsın! Sözünü bitirdiğinde diyeceğin varsa söylersin.”
Demirtaş da istediğini der ama bunu yaparken, kendisine yakışanı yapmalı, saygın bir siyaset adamı olarak etik kurallara uymalıdır diye düşünüyorum. En azından benim hüsnüzannım ve beklentim o.
CEMAAT’TEN SES VAR MI?
Demirtaş’ın enteresan bir ifadesi var: “Avukatlarım iletiyor, Cemaatçiler sosyal medyada “Demirtaş bizi suçluyor ama hayır onu tutuklayan Cemaat değil AKP’dir” diyormuş. Bize yapılan operasyon, AKP-Cemaat ortaklığının operasyonudur. İşte savcı Ahmet Karaca.”
Sosyal medyayı takip ediyorum ama Cemaatçilerin “onu biz tutuklamadık, AKP tutukladı” şeklinde bir açıklamasını görmedim. Zaten şu ana kadar Cemaat’in hiç bir konuda bir açıklamasını görmedim. (Sanırım tek istisnası, darbe sonrası cezaevlerinde kalkışma olacağı şaibelerine karşı Cemaat adına “AfSV” isimli bir kuruluşun açıklaması. Başka varsa da bilmiyorum.)
Kaldı ki, bu konuda kim nasıl açıklama yapabilir, o da ayrı bir muamma… Ortada tek bir isim var; o da Ahmet Karaca isimli bir savcı, o da çıkıp “Ben bunu Cemaat adına yaptım, Cemaat adına Demirtaş hakkında fezleke hazırlanmasına vesile oldum vs” derse olay somutlaşır. Bir başkası çıksa şimdi Cemaat adına ve “Ahmet Karaca isimli savcıya ben talimat verdim, ‘Git Demirtaş hakkında soruşturma başlat”, dedim, o da başlattı” dese, o bile çok havada, spekülasyon kokan bir şey olur.
O dönemleri bilebilecek hemen herkes hapiste, hükümet cenahındaki yargı mensupları ise bu konuda konuşamayacak pozisyonda. Bakıyorum, ben şahsi insiyatif kullanmış ve o döneme dair bildiklerimi paylaşmışım.
Demirtaş’ın ilk “Cemaat savcıları beni içeri attı” sözlerinin ardından, “DEMİRTAŞ’I İÇERİ ATAN KİM, TUTAN KİM?” diye bir yazı kaleme almışım. Ardından AİHM, “DEMİRTAŞ SERBEST KALSIN” DİYOR, BAŞYARGIÇ “İZİN VERMEM” DİYOR, NE OLACAK ŞİMDİ?!” gibi, daha en az 3-4 yazı kaleme almışım. Demirtaş’ı içeri tıkan ve orada tutmaya çalışan iradeyi irdelemeye çalışmışım uzun uzun… Bu konuda konuşabilecek durumda olan tek-tük yargı mensubundan birisi olarak; o dönemlerde görev yapmış birisi olarak…
Nitekim bundan önceki savunmalarında da Demirtaş, dediklerimizi teyit eder mahiyette bir savunma yapmış ve kendisini içeride tutan iradeye direkt seslenmiş ve tokat gibi sözler yapıştırmıştı. Şimdi ise iş tekrar başa sarıyor. Bu sarmal da böyle gidecek anlaşılan.
İstemeyerek de olsa bu konuda tekrar yazma düşüncesinde olduğumu bir dostuma açtığımda aynen şöyle demişti: “Ne değişecek ki, ne fark edecek ki? Sen herşeyi ortaya koysan bile kim dinleyecek ki? Demirtaş olsun, medya olsun… yine herkes bildiğini okuyacak. O zaman niye kendini yoracaksın ki?”
Çünkü vicdanım zorluyor, söylenecek yerde konuşmadığım zaman kendimi mesul hissediyorum. Mesele de zor zamanda konuşmak. Konuşsam da hiç bir şeyin değişmeyeceğini bilsem de… Ama şahsi insiyatifimi kullanıp zamana şerhimi düşüyorum. Kimse okumasa da ‘Hesap Günü’nde alnım açık olsun istiyorum.
İŞİN ASLI NE O ZAMAN?
– Öncelikle şu net ki, şu ana kadar Cemaat adına kimse “Demirtaş’ı Cemaat olarak biz almadık, AKP aldı” diye bir açıklama yapmadı. Kendi şahsi beyanlarım var; o dönemde kimlerin görevli olduğunu, fezlekeler/ soruşturmalar açıldıktan sonra dosyaların bu noktaya gelmesinde rol alan kimselerin şimdi nerelerde olduğunu izah etmeye çalışmıştım. Gayet de açıktı sanırım.
– Ahmet Karaca isimli savcının kendisi hakkında soruşturma başlattığı 2011-2012’li yıllarda daha tam “Açılım Süreci” şekillenmemişti. O dönemde neredeyse her konuşma “terör propagandası” kapsamına sokuluyordu ve adeta herkes için soruşturma açılıyordu. O sıcak ortamdaki yargı mensupları da nedense istisnasız devleti koruma refleksi ile hareket ediyorlardı maalesef!
Sonra açılım hız kazandı ve Diyarbakır’da o meşhur miting yapılmış, Şivan Perver ile el ele görüntüler verilmişti.
Ardından AB Uyum süreci paketleri geldi, yasaklar vs gevşetildi. “Şiddet içermeyen konuşmalar” terör propagandası kapsamından çıkartıldı.
– 2010’dan itibaren Oslo’da PKK ile görüşmeler yapan Hükümet, bir yandan da örgütü ve siyasileri sıkıştırmaya, markaja devam ediyor, el altından da “Bak bunu ben yapmıyorum, Cemaat yapıyor” söylentileri yayıyordu. Kendisinin taleplerine tam yanaşmayan Kürt tarafına böylece aba altından sopa gösteriyordu. Şu an da gayriresmi ortağı olan Ergenekon’a da (dosyalarının devam eden Yargıtay safhası üzerinden) aynı şekilde el ense çekmeye devam ediyor nitekim…
Ve AKP ve Erdoğan, Örgüt ile bu kadar yakın görüşürken, “Cemaat’e yakın (adliyedeki, askeriyedeki ve eminyetteki) kimseleri” “Bu açılıma karşı olmakla” suçluyordu. Yani “AKP ve Örgüt/ Kürtler birlikte, ama Cemaat karşıydı” denirken, şimdi Demirtaş; “AKP- Cemaat birlikte, Kürtlere karşıydı” diyor. Bu da ayrı bir tutarsızlık.
– O AB Uyum Paketleri öncesinde sanırım orada hemen her savcı, o zamanki yasaların muğlaklığından mütevellit her açıklamayı “terör propagandası”na sokup soruşturma açabilecekti. Ama yine de insanlar sorumlu bir hukuk adamı sıfatıyla bu meseleye yaklaşmalı, ihtiyatı elden bırakmamalıydı. O konuda yetkisini aştıysa da Savcı Karaca şahsen sorumludur, dosyanın detaylarını inceleyemediğim için yorum yapamıyorum.
– Uyum Paketleri geçse de garip şeyler dönüyordu o dönemlerde. Şahsi tecrübelerimden yola çıkarak diyorum. Nitekim yasalar değişmesine rağmen Frederika Geerdink isimli Hollandalı gazeteci için, sosyal medyada yaptığı haber paylaşımlarından yola çıkılarak soruşturma başlatılmış, hatta 6 Ocak 2015’de gözaltı ve arama işlemleri bile yapılmıştı. (O işlemleri yapanlar da halen görevlerinin başında ve önemli yerlerdeler.)
Sonra davası benim olduğum mahkemeye düşmüş, kendisine ceza verilmesi için şahsım ve mahkemem üzerinde baskılar kurulmuştu. Herşeye rağmen beraat kararı vermemden bir müddet sonra kendisinin tekrar gözaltına alınması ve sınırdışı edilmesi ile eş zamanlı olarak beni ihraç etmişlerdi, hem de Tahir Elçi’ye beraat kararı verdiğim günün ertesi günü, yıldırım hızıyla!
Bunları tekrar hatırlatmamım sebebi; Uyum Yasaları ile “terör propagandası”nın tanımı ve mahiyeti değiştirilmiş olmasına, “şiddet içerme” kriterinin getirilmiş olmasına rağmen, istenildiğinde aynı yasalarla insanları cezalandırılma arayışından vazgeçilmemesine işaret…
Aynı dönem içerisinde de, yine aynı irade Demirtaş’ın soruşturmasını inceden devam ettirmişlerdir. Demirtaş’ın da işaret ettiği gibi, bombalamalar, suikastler ve daha birçok ağır suçlarla itham edilen Ergenekon sanıkları bir anda serbest bırakılırken, en doğal hakkı olan siyasi propagandadan dolayı Demirtaş ısrarla içeride tutuluyor. İstenilse, dokunulmazlıkların kaldırılması ve Uyum Yasalarından önce başlatılmış bu soruşturmalar bir anda ortadan kaldırılabilirdi. Ama ısrarla bekletilmiş, dosya şişirilmiş, Demirtaş’ın yakındığı gibi “onbinlerce sayfalık” laf kalabalıklarına boğulmuştu. Tıpkı Ergenekon davalarında yapıldığı gibi… Şimdi ise bir taşta iki kuş vuruyorlar:
– Bu soruşturmalardan yola çıkarak davalar uydurup Demirtaş’ı mağdur etmeye devam ediyorlar,
– Bir yandan işi (her meselede olduğu gibi) Cemaat’e bağlayıp, onlara bir darbe daha vurmuş oluyorlar.
Şimdi son sorular ve cevaplar:
– Böyle sıralayıp gitsem ve daha da detaylandırsam, insanların önyargılarını değiştirmeye bir katkısı olur mu?
Tabii ki hayır. Yine herkes bildiğini, işine geleni okuyacak.
– O dönemde görev yapmış olan hakim savcılar çıkıp da iddiaları net bir şekilde açıklar mı?
Tabii ki hayır. Yine herkes bulanık havada balık avlamaya devam edecek. Erdoğan, yine teflon tava gibi yapışmadan sıyrılacak. Yine herşey Cemaat’in üstüne kalacak, net bir tavır ve açıklama gelmediği sürece. Benim gibi şahsi insiyatif kullanıp bilgi ve düşüncelerini paylaşanların sözleri ile havada asılı kalacak…
– Bu zulüm çarkı bu şekliyle bitebilecek gibi mi?
Tabii ki hayır. Her suçlanan suçu bir başka mağdura atarak, zulmedenin argümanları ile kendisini savunmaya/ aklamaya çalıştıkça daha da batacak. Ne zaman ki “kuklaya değil, kuklacıya baktığında” ve ortak bir tepki koyduğunda bu çark kırılacak. Ama bu topraklarda hemen hiç bir zaman böyle ortak bir bilinç yaşanmadı. Şu ortamda da olacak gibi gözükmüyor.
O zaman ne diyelim: Herkese doğrularında mutluluklar dileyelim

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.