FARKLI MERTEBELERİYLE NEFİS (3) | Çağlayan Dergisi
Nefis, hilkat itibarıyla kurbete açık özelliğinin yanında, ihmal edilip yüksek ufuklara yönlendirilmediği zaman bir zift kaynağı haline gelme konumundadır. O, iman, islâm, ihsan, marifet ve muhabbetle beslenip yeni bir tabiat kazanmadığı/kazandırılmadığı takdirde kalb ve ruh ufkunu karartan bir unsur haline gelecek ve şeytan tarafından içine atılan bir kıvılcımla insanın ötelere açık ledünnî yanını ise-dumana boğacaktır. Allah onu bu iki yönüyle mahiyet-i insaniyenin bir parçası haline getirmiştir ki, aciz ve zayıf olan insan, şeytan-şeytanlar karşısında çizgisini koruma adına sürekli Cenab-ı Hakk’a teveccühte bulunsun ve “Tut elimden, tut ki edemem Sensiz!” mülahazasıyla otursun kalksın. Onun varlığı, düşünen ve bilenler için ızdırârî olarak ebedi mihraba müteveccih bulunmanın ters yandan bir sebebi mahiyetindedir.
Bunu böyle bilip teveccüh-i tam ile Hakk’a yönelenler, maiyyet şualarıyla her şeyi doğru görür, doğru değerlendirir ve hep Hak vesayetinde olurlar; aksine nefis ve şeytanın o bitip tükenme bilmeyen husumetine karşı iman-ı ekmel, islâm-ı ekmel ve ihsan-ı mükemmel donanımı içinde bulunmazlarsa, farkına varmadan inkâr, ilhad ve mâsiyet girdaplarına kapılıp gitmeleri kaçınılmaz olur; özel bir inayet imdada yetişmezse geriye de dönemezler.
Nefis ve şeytanın değişik yollarla insanın kalb ve kafasını kirletmesine karşılık, amelle gerçek rengini alan ilim bir set oluşturabilir; oluşturabilir ama bu da tamamen ilim sahibiyle alakalıdır. Onun sesi-soluğu sayılan ilmin menfaate medar olması, ihlasa, ihsana, marifete, muhabbete meşcerelik yapabilmesine bağlıdır. Yoksa كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا “…Ciltlerle kitap taşıyan merkep misali.”(Cuma sûresi, 62/5) fehvasınca böyle bir âlim بَلْ هُمْ أَضَلُّ(A’raf sûresi, /179; Furkan sûresi, 25/44) tokadıyla payını aldığı gibi onun ilminden bir şey beklemek de bir aldanmışlıktır. Hele günümüzde emsal-i kesîresine şahit olduğumuz içtenleştirilmemiş ilim!.. Böyle bir bilgi, olsa olsa kibre, gurura, ucbe, fahre vesile olur; olmaktadır da. Bu şekilde ilmi dünyevîliğe vesile kılan “ulemâu’s-sû (ilimlerini kötü yolda kullanan alimler)”, şeytan ve nefs-i emmâreden daha zararlıdırlar. Esasen bilgi ve irfan öteleri gösteren birer pusula vazifesi görebildikleri ölçüde birer kıymet ifade etseler de, kalbî ve ruhî hayata yükselme adına bir fonksiyon eda etmiyorlarsa, durum yukarıdaki ayetle işaretlendiği gibi olacaktır.
İlim odur ki, kesif ve cismani bir varlık olan insanın özündeki ruhaniliği inkişaf ettirerek onu kanatlandırıp melekût âlemine yükseltsin. Aksine o, marifet gurbeti ve muhabbet yetimliğiyle baş başa bırakıldığı zaman cahil kitleleri hayvaniyet vadilerine sürükleme unsuru haline gelecektir. Hali bu olan erbab-ı ilmin ve onlara takılıp gidenlerin mesâvîden mesâvîye yuvarlanmaları, değişik levsiyatla kirlenmeleri, kalb ve ruhlarının ziyasını söndürmeleri de kaçınılmaz olacaktır. Gerçek ilim, kendini bilme, bu bilgi teleskobuyla kâinat kitab-ı kebîrini okuma ve bu adeseyle öteleri, ötelerin de ötesini temaşaya koyulmanın unvanıdır. Ne hoş söyler bizden biri olan Yunus Emre:
“İlim, ilim bilmektir; ilim kendün bilmektir.
Sen kendüyü bilmezsen, ya nice okumaktır?!.”
Bu Yayına Yorum Yapın