TÜRKİYE’DE MUHALEFET, REJİMİ NEDEN KABULLENDİ? - Mehmet Efe Çaman
İdeolojik olarak kuşatılan bir ülke Türkiye! İdeolojik kuşatma kimliksel seviyede etkin olduğu için, insanların algıları üzerinde çok belirleyici rol oynuyor. Toplum kesimlerinin gerçeklik algısı, toplumda yaygınlaştırılan ideolojik paradigmalar tarafından belirleniyor büyük oranda. Böylelikle zaten bilgiye ulaşım sorunu olan ülkede, bilgiye ulaşabilen insanlar da algılarının seçici eleğinden geçiriyorlar edindikleri başka bilgileri. Yani rejim sadece insanların bilgi kaynağı olan medya kuruluşlarına kayyum atamıyor. Esasında bundan çok daha dramatik olan, insanların işte bu algı süzgeçlerine “atanan kayyumlar”. Hâkim devletlû diskuru sorgulamıyor bile artık kimse. Hatta denilebilir ki, bu diskurun farkında dahi değil. Çünkü diskur absorbe edildi, içselleştirildi, benimsendi, özümsendi.
Diskur, rejim tarafından bir misyona bağlı olarak sunuldu topluma. Dendi ki, 15 Temmuz’un planlayıcısı cemaattir (klasik paralel devlet ve Fetö söylemleri özenle hazırlanıp sunulmuş bu diskurun en etkili retoriğinin bel kemiği oldu). Bu tezi destekleyen bulgular, bu tezi çürüten bulgulardan çok daha zayıf olsa da, tekrar ezberin ön koşulu olduğu için alabildiğine tekrar edildi bu diskur. Kimse soru sormamaya başladı. Rejim bir misyon üzerine inşa edildi. Meşruiyet sağlayıcı, düşünsel-kimliksel seviyede insanların içine işleyecek, onları rejimin gerekliliğine ikna edecek bir metot olarak kurgulandı. Misyon, iç ve dış düşmanlarını saptadı. Bu düşmanların gerçekten var olup olmadıklarının çok büyük bir ehemmiyeti yok. Önemli olan, misyonun olması ve insanların bu misyonun gerekliliğine inanmaları. Söylem, dış düşman, yani özelde ABD genelde ise Batı ile, bu dış düşmanın kullandığı iç odaklar, “Fetö” ve diğerleri olarak tasarlandı. 17 Aralıktan beri, illegaliteye kayan Erdoğan ve yakın çevresi, hukuku bitirmek için gerekçe arıyordu. Bu gerekçe, 15 Temmuz olmasa çok zayıflayacak, temel anlatı çökme tehlikesi ile yüzyüze kalacaktı. 17 Aralıkta hükümete sivil darbe yapılmak istendiğine dair söylem ortaya atıldığında, aklı başında olan ve internetteki ses kayıtlarını dinleyen eğitimli ve muhalif bir kesim, iktidarın ciddi bir sıkıntıya düştüğünü ve çıkış yolu aradığını görmüştü. Bunu CHP de MHP de gördü. Ortada Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin çok sayıda ifadesi var. İnternette bir arama ile kolayca bulup dinleyebilirsiniz söylemlerini. İktidarın suçüstü yakalandığını söylüyorlar. Özeti bu. Yani Erdoğan’ın “bize darbe yapıldı” söylemine herkes bıyık altı gülüyordu. İşte bu nedenle söylemin çökme rizikosu vardı diyorum. Yani “Allah’ın lütfu” bir gerekçe lazımdı, o bulundu.
Esasında hepimiz biliyoruz ki bu terim bir kara delik!
Misyon her ne kadar “Fetö” diye nitelenen Gülen Cemaati’ni ortadan kaldırmak olarak da formüle edilse, esasında hepimiz biliyoruz ki bu terim bir kara delik! Yani potansiyel veya reel olarak kendisine tehdit olabilecek herkesi bu potada ortadan kaldırabiliyor rejim. Bu durumda ana hedef Gülen Cemaati dışında, onunla “irtibatlı” ve “iltisaklı” herkes. Dahası, Kürt hareketi var. Kültürel haklar diye ortaya çıkan sol bir hareket bu. Kimine göre zararsız, kimine göre zararlı. Ama ben bu harekete zarar-yarar eksenli bakılması taraftarı değilim. Bence ana kıstas hukuka uygunluktur. Ben Kürt siyasi hareketinin meşru ve yasal temsilcisi olan HDP’nin yasalara uygun olmadıkları gerekçesiyle tasfiye edilmeye çalışılmadığını biliyorum. Öyle olsa, partiyi kapayacak enstrümanları mebzul miktarda var zaten. Hayır! Onların derdi partinin yasallığından ziyade, potansiyeli. Erdoğan rejiminin karşısında çok ikna edici argümanlarla duruyorlar. Onlarca milletvekilleri hapishanede; Selahattin Demirtaş da dâhil. Yüzde dokuzlar oranında oy alan, Türkiye’deki başkanlık seçimlerinde ilk üçe kalma başarısı gösteren, dahası bölgesel bazda Kürtlerin yoğunlukta yaşadıkları coğrafyada inanılmaz yüzdeler toplayan bir liderden bahsediyoruz. Bu bir yıkıcı potansiyel rejim için. Biliyorlar ki Kürtler asla kendilerini kabullenmeyecek. Asimilasyonu, askeri saldırıları, işkenceyi, savaş suçuna varan ağır bombardımanlarla insanlara edilen korkunç zulmü unutmayacak bu insanlar. Diğer bir hedef, elbette liberal demokratlar. Liberal demokrasi savunan, çok sesliliğin tezahürünün olanaklı olmasını isteyen, insan hakları ve hukuk devleti talep etmekten başka hiçbir “suçları” olmayan bir kesim. Bu kesime Kavala ve Altan Kardeşleri ve diğerlerini ekleyin. Bu insanların içerde tutulma gerekçeleri, tıpkı Cemaat’e ilişkin öne sürülen “suç” iddiaları gibi, komedi! Bu şaklabanlığı Türkiye’de insanlara misyonun efektif olarak işletilmesi olarak yutturabilirler. Ama uygar dünya (yani bir zamanlar Türkiye’nin de dahil olduğu Batılı ülkeler) bunun nasıl bir safsata olduğunu görüyor. Bir şey yapmıyorlar, nedeni: artık Türkiye’den umudu kestiler. Ve bu nedenle elbette salt kendi çıkarlarını kolluyorlar. Arada kendilerine giden yazar-çizeri kabul ediyorlar. Ya da siyasi olarak takibata uğrayan yüz binlerden canını kurtarıp kapağı atan varsa, onlara ilticacı statüsü sağlıyorlar. Hepsi bu! AB, artık Türkiye’nin tam üyeliği diye bir ihtimali hesaba bile katmıyor. Türkiye’nin halen formel olarak tam üye statüsüne sahip olmasının tek gerekçesi, AB ve Türkiye rejimi arasında yapılan mülteci anlaşması. Mülteci kampı olarak baktıkları Türkiye’nin istikrarının AB’nin dış sınırlarının korunmasında ne anlama geldiğini iyi biliyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de liberallere sahip çıkan yok. Bu durum Kürtler ve Cemaat için de geçerli.
Bu iş, etnik “temizlik” kadar soykırımdır
Misyon, rejim bakımından oldukça başarılı, itiraf etmem lazım! Misyon ne peki? Rejimin “ikinci kurtuluş savaşı” olarak pazarladığı 15 Temmuz sonrası gerçekleştirilen masif rejim değişikliği. Hem otoriteryan hale gelen, hem de otoriter başkanlığa (reisizme) geçen bir Türkiye var. Bu ülke, 1923’te kurulan cumhuriyet değil artık. Çünkü ayrı mitleri ve sembolleri var. Ayrı bir anlatısı, diskuru var. Öyküsü de hedefleri de farklı. İdealindeki insan profilinden jeopolitik değerlendirmelerine dek her şeyiyle 1920’lerin ve 30’ların, 1970’lerin ve 80’lerin, özellikle de 2000’lerin başlarındaki yılların tümüyle dışında, apayrı bir rejim kuruldu. İkinci kurtuluş savaşı olarak bakılan durum, esasen rejimin ana meşrulaştırıcısı. Neyi meşrulaştırıyorlar? Devlette meydana gelen “temizlik” olarak adlandırdıkları tasfiye politikasını! Kimi tasfiye ediyorlar? Temelde hukuk devleti ve demokratik temel haklar olarak özetleyebileceğimiz demokratik devletin özünü savunan herkesi tasfiye ediyorlar. 250 yıllık Batılılaşma yani Türkiye modernleşmesini ilerletmek isteyen dinamikleri bir-bir içeri alarak veya işinden atarak yapıyorlar bu “temizliği”. Bu iş, etnik “temizlik” kadar soykırımdır.
İkinci hedefleri dışa yönelik! Batı ile bağları koparmayı amaçlıyorlar. Neden? Çünkü Batı’da Türkiye’nin karşısına devamlı insan hakları, hukukun üstünlüğü, imzalanan antlaşmalardan doğan hukuk gibi birtakım “rahatsız edici” standartlar çıkartıyorlar. Rejimin arkasındakiler biliyorlar ki, Batı’da kalındığı sürece, er veya geç hukuk yine işleyecek bir gün Türkiye’de. Bu kaçınılmaz. Bu nedenle, ABD düşmanlığı pompalanıyor. Trump yönetiminin dünyadaki genel imaj kaybı, rejimin bu bilinçli manipülasyonuna çok yarıyor esasında. Dahası, ABD’nin Gülen’i uzaktan kumandalı olarak kullandığı tezini kullanıyorlar. Milliyetçiliğin dibine batmış sağ ve sol kesim, bu söylemleri yutmaya dünden razı zaten. CHP’nin ana ideolojik taşıyıcısı milliyetçilik, Atatürk ilkelerinden bugün uygulanma amacı güdülen iki ilkesinden birisi. Diğer ilke de laiklik elbette. Bu ikincisinin varlığı nedeniyle, CHP’nin milliyetçiliği daha “sol” bir yorum. Bunun ikiz kardeşi, MHP milliyetçiliği. Çoktan Turancılığı bırakmış olan bu sağ milliyetçiliğin ana ötekisi Kürtler. CHP de MHP de yoğun bir “Kürt hakları” karşıtı iki parti. Bu onları ister istemez yakınlaştırıyor. Öyle kalsa daha iyi, aynı zamanda rejimin anti Kürt siyaseti ve anti Cemaat politikalarını da hararetle onaylıyorlar. Bu durumda neden Erdoğan’a karşı çıksınlar ki?
MHP de CHP de, rejimin ana diskurunu kabul ediyor
Demek ki rejim, bu bahsettiğim “ikinci kurtuluş savaşı” ve iç ve dış düşmanlarla mücadele masalıyla, Türkiye’de ana muhalefeti ve MHP’yi kendi güdümüne almış, onları meşruiyetine ikna etmiş. MHP’nin rejime daha girift olarak yamanması ve CHP’nin hala muhalefet yapıyormuş gibi rolünü oynamaya devam etmesi, sizi aldatmasın sakın. MHP de CHP de, rejimin ana diskurunu kabul ediyorlar. Tıpkı Yenikapı Ruhu denen ittifakta ikisinin de Erdoğan’ın sahnelediği bu müsamerede rol alması gibi! Temelleri burada atıldı zaten misyonun. Başarılı da oldular dediğim gibi. Şimdi CHP’de kalan bir avuç sosyal demokrat, ulusalcı kanada karşı varoluş mücadelesi veriyor. Başaramayacaklar. Eşyanın tabiatı gereği, büyük ittifak, arkada derin devlet olduğu için, bu devletçi CHP ulusalcılarına ve MHP ülkücülerine çok cazip geliyor. Erdoğan, misyonun ideolojik hassas ince ayarını çok iyi yapıyor: milliyetçilik, İslami elementler ve Batı karşıtlığı, uygun dozda çok iyi bir uyku hapı görevini görüyor: Tüm Türkiye mışıl-mışıl uyuyor.
ÖNCEKİ SON 10 YAZI:
TÜM YAZILARIPAPAZIN YARGISI - 13 EKİ 2018
CEMAAT’E YÖNELİK TAKİBAT POLİTİKASI ÜZERİNDEN ERDOĞAN DİKTATÖRLÜĞÜNÜ OKUMAK - 11 EKİ 2018
KÜRT SORUNU ÜZERİNDEN ERDOĞAN DİKTATÖRLÜĞÜNÜ OKUMAK - 09 EKİ 2018
MER’ABALAR – NASIL GİDİYOR ARABALAR? - 06 EKİ 2018
FAŞİST DEVLET EBED MÜDDET – DÜŞÜNENE MÜEBBET - 04 EKİ 2018
ERDOĞAN’IN ALMANYA ZİYARETİ NASIL GEÇTİ? - 01 EKİ 2018
DOMBRA EŞLİĞİNDE “RECEP TAYYİP ERDOĞAN” - 27 EYL 2018
AKADEMİSYENLER HANGİ TÜRKİYE’YE DÖNSÜN - 25 EYL 2018
HUKUK DEVLETİNDEN “ALIVEREBİLEN DEVLETE” - 23 EYL 2018
REFORM - 20 EYL 2018
Kaynak: http://www.tr724.com/turkiyede-muhalefet-rejimi-neden-kabullendi/
Bu Yayına Yorum Yapın