O GÜNLERDE YAŞASAYDIK… (3) - Veysel Ayhan


Vakit gece yarısını geçmişti. İçki kesin olarak henüz yasaklanmamıştı. İbn-i Selul, elinde şarap kadehi baş köşeye oturmuş sinirli sinirli konuşuyordu. Başını sallıyor, parmağını havada döndürüyordu. Etrafındakiler onu tasdik ediyordu.
“Ben size demiştim böyle olacak diye…”
“Allah Resulü, gençleri, çocukları bize tercih etti. Bizi, Hazreç senadidini, kavmin ileri gelenlerini dinlemedi. Olacağı buydu.”
Bir kenara oturup sessizce dinlemeye başladım.
Sonra Benu Ümeyye’den Muattıp söze girdi: “Şayet, savaşmaya dair bizim görüşümüz alınsaydı bu şekilde mağlup olmazdık.”
Bir başkası “Bu idare ve emir-komuta işinde bizim bir yetkimiz var mıydı ki!” diye yakınıyordu.
Sağımdaki bir arkadaş “Bence bugünün tek suçluları yerini terk eden okçular. Bunların hepsinin kellesi alınmalı. Mağlubiyetin tek sebebi onlar.” Diyordu.
İbn-i Selül “Çok doğru, tebrik ediyorum.” dedi. “Yerlerini terk etmeselerdi bu hezimet yaşanmayacaktı. Tek şehitle zafer kazanmış olacaktık.”
Dedikleri bana da makul geldi. Çünkü Allah Resulü (sav) dün sabah ısrarla şöyle demişti: “Siz, bizim arkamızı koruyun. Ve zinhâr yerinizden ayrılmayın. Bizi ganimet paylaşıyor görseniz bile yerinizi terk etmeyin. Ve yine bizim cenazelerimizi kartallar kapıp götürüyor olsa bile bulunduğunuz yerde kalın!.”
Bu ihmaller yüzünden 69 şehit daha vermiştik. Allah Resulü’ne taş atılmış, sağ alt iki dişi kırılmıştı. Yanağı yarılmıştı.
Evet İbn-i Selül haklı gibiydi! Bunun ceremesini çekmeliydiler. Bedelini ödemeliydiler.
Ama o an İbn-i Selul’ün savaş meydanını sabah nasıl terk ettiğini hatırladım. Bir tenakuz vardı. Fakat dinleyen kalabalık bunu umursamış görünmüyordu. Herkes, hak vererek dinliyordu.
Bir başkası şunu diyordu: “Hani bu din haktı? Haksa niye Bedir’deki gibi galip gelmedik? Gördünüz mü Ebu Süfyan’a rezil olduk. Şimdi şarap içip bize gülüyorlardır. Ne onurumuz kaldı ne izzetimiz.”
Eba Müslim ayağa kalktı: “Din bir yoldur. Yolcunun yanlışı yola yüklenmez. Yolcunun günahını niye dine yüklüyorsunuz. Hata bizimdir. Allah Resulü hepimizle istişare etti. Kendi fikri İbn-i Selül gibi Medine’de kalıp müdafaa harbi yapmaktı. Olacakları rüyasında da görmüştü. Bize anlattı. Ama gençlerin ve ekseriyetin reyi buydu. Rasulullah (sav) bununla bize istişare dersi verdi.”
Muattıp ayağa kalktı: “Ne demek ekseriyet… Biz Medine’nin en soylularıyız. Bizim reyimiz tercih edilmeliydi. Geleneklerimiz çiğnendi.” “Allah Resulü hep böyle istişare diye gençleri dinlerse Kureyş hepimizi bitirir.”
Bir başkası söze girdi: “Biz olacakları çok erken gördük. Sabah geri döndük. Onlar da dönseydi ölmeyeceklerdi.”
Konuşulanları hayretle dinliyordum. Konuşanlar hep ‘Müslüman’ bildiklerimizdi. Şikayetlerini dile getiriyorlardı. Tabi tamamen de yanlış değildi.
Oradan çıktım. Vakit pek geç olmuştu. Bazı okçu arkadaşlarımız pişmanlık ve ıstıraptan uyuyamamıştı. Çoğunun evin içinden mum ışığı sızıyor, hıçkırık sesleri geliyordu. Sabahı zor ettim. Şafak söktüğünde bazı arkadaşlarım Âl-i İmrân suresinden yeni nazil olmuş ayetler ellerinde, koşarak müjde ile geldiler. Kur’an bize dünkü halimizi anlatıyordu. Hayretler içinde dinlemeye başladım:
“Onlar o münafıklardır ki kendileri savaşa çıkmayıp evde oturmaları yetmiyor gibi, bir de kalkıp (bilgiçlik taslayarak) savaşta şehit olan arkadaşları hakkında: “Sözümüze kulak verselerdi böyle öldürülmezlerdi.” derler. De ki: “Eğer, iddianızda tutarlı iseniz, haydi elinizden geliyorsa kendinizi ölümün elinden kurtarın bakalım!” (3/168)
Lafızları dün gece konuşulanları ve cevabını içeriyordu.
“…Bir kısmınız ise can derdine düşmüş, Allah hakkında cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlardı: ‘Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!’ diye söyleniyorlardı. De ki: ‘Bütün yetki ve karar Allah’ındır’ Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları bir şeyler saklıyor ve kendi aralarında: ‘Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik.’ diyorlardı. De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız, haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı. Allah, sizin içinizde olanı sınamak ve kalplerinizi her türlü vesvese ve kirden arındırıp pırıl pırıl yapmak içindir ki bu hadiseleri başınıza getirdi. Allah sinelerin özünü dahi bilir.” (3/154)
Bir başka ayet beni bir hayli korkuttu. Ayet net olarak dün katıldığım topluluğa işaret ediyor gibiydi:
“Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında: ‘Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler ne de öldürülürlerdi.’ diyenler gibi olmayın! Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı. Hayatı veren de alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.” (3/156)
Ayetler dün akşam İbn-i Selül’ün evinde konuşulanlara ağır birer cevaptı. Ürperdim.
Ne işim vardı o insanların içinde?
Efendimiz’e (sav) dil uzatılan bir meclisten ne hayır çıkabilirdi ki!
Pişmandım ama artık geçti. Açıktan bir şey dememiştim. Konuşmamıştım ama onlarla beraber olmuştum.
Peki yaptıklarımızın karşılığı neydi? Allah bizi affedecek miydi?
Dün unutulmaz bir gündü ama nazil olan ayetler de bir o kadar ibretliydi:
“Allah, size yaptığı yardım vaadini gerçekleştirdi: O’nun izni ile o düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz. Allah’ın, size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar, böylece bu vaad yerine geldi. Ama sonra siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz. O esnada kiminiz dünya menfaatini istiyordu, kiminiz âhiret mükâfatını. Sonra Allah sizi denemek için, onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna uğradınız. Bununla beraber sizin kusurlarınızı bağışladı da! Zaten Allah müminlere bol lütuf ve inayet sahibidir.” (3/152)
“O vakit siz savaş meydanından hızla uzaklaşıyor, Dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz. Peygamber ise peşinizden sizi çağırıp duruyordu. Bunun üzerine Allah, keder üzerine keder vererek sizi cezalandırdı. Allah’ın sizi affetmesi ne elinizden gidene ne de başınıza gelen felâkete esef etmemeniz içindir. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (3/153)
“Hâl böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza gelince: ‘Bu nereden geldi?’ mi diyorsunuz? De ki: ‘Bu felâket sizin yüzünüzdendir.” (3/165)
Ayetlerde yerlerinden ayrılan okçulara özel bir vurgu yoktu. Hepimizi ırgalıyordu. Günahı okçularla sınırlamıyordu. Olanların faili bizdik. Hepimizdik.
“İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya, işte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti. Allah yine de onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, halimdir (çok affedici ve müsamahalıdır).” (3/155)
Ayetleri beraber okuduğumuz arkadaşlarımızın gözünden artık üzüntü değil sevinç gözyaşları akıyordu.
Kur’an hepimize hitap ediyor, sonra da affı müjdeliyordu.

(Son bölüm yarın)

O GÜNLERDE YAŞASAYDIK… (2) - 18 EKİ 2018
O GÜNLERDE YAŞASAYDIK… (1) - 11 EKİ 2018
MUHACERET ALBÜMÜNDEN PORTRELER (2) - 27 EYL 2018
MUHACERET ALBÜMÜNDEN PORTRELER (1) - 24 EYL 2018
SELİMİYE VE HİZMET - 17 EYL 2018
MİT VE İNSAN AVCILIĞI - 07 EYL 2018
SEVİNÇ “KEŞKE”LERİ… [BEKLENMEDİK YOLCULUK-9] - 26 AĞU 2018
MELEĞİN GÖRÜNDÜĞÜ AN… [BEKLENMEDİK YOLCULUK-8] - 25 AĞU 2018
UĞURSUZ FETVA [BEKLENMEDİK YOLCULUK-7] - 24 AĞU 2018
ÖĞRETMENİN SON DERSİ [BEKLENMEDİK YOLCULUK – 6] - 23 AĞU 2018

Kaynak: http://www.tr724.com/o-gunlerde-yasasaydik-3/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.