Katille nasıl tanıştım? - Can Bahadır Yüce

Bir polisiye romanı, anlatılan olayların başımıza gelmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla okuruz. Ben o rahatlığa artık pek inanmayan talihsiz okurlardanım, çünkü romanlardan çıkmış bir seri katille tanışma hikâyem var.
Cenneti bir kütüphane olarak düşleyen Borges’in aşırıya gittiğini düşünenler olmuştur. Ama bir kış akşamı koltuğa gömülüp bir polisiye romanın sayfalarına dalmanın eşsiz bir ‘dünya lezzeti’ olduğunda sanırım her kitap tutkunu birleşir. ‘Cinai roman’ sevmeyen gerçek bir bibliyofil görmedim. Polisiye tutkusu, zor yapıtlara imza atmış romancıları (Faulkner), çetin ceviz felsefe metinleri miras bırakmış filozofları (Wittgenstein), birinci sınıf şairleri (Auden) buluşturan kaçamak bir zevktir.
Belki bu tutku, şiirle polisiye roman arasındaki görünmez bağla ilgilidir. Suç edebiyatının zirve isimlerinden P.D. James’in (Agatha Christie’nin ardından “polisiyenin kraliçesi” unvanı en çok ona yakışıyordu) esas kahramanı dedektif Adam Dalgliesh bir şairdi örneğin. Hayata tutunamamış dedektiflerle şairler arasındaki o bağı sezebilenlerden Şavkar Altınel’in dizeleri bu ilişkinin özeti gibidir: “Tanrının belası sırılsıklam bir gece / Karanlık çöreklenmiş yazıhanesine / Başında şapkası, oturuyor masasında / Tabancasını sokmuş koltuğunun altına / […] / Bütün eline geçen günde elli dolar / Ve bekliyor onu gene o hain sokaklar.
‘Hain sokaklar’: Polisiyeyi etkileyici kılan, zekice tasarlanmış bir cinayet kadar, çarpıcı bir atmosferdir. İskandinav polisiyesinin yükselişinde soğuk ve karlı kuzey şehirlerinin etkisi yadsınamaz. Hatta Žižek küreselleşmeyle polisiye romanda yükselen yerel atmosfer arasında bağ kurmuştu. Sonunda herkesin şöminenin başına toplandığı ve dedektifin katili açıkladığı romanların çağında değiliz artık. Günümüzde bir Henning Mankell polisiyesi okumak, aynı zamanda göçmenlik, muhafazakârlık, yolsuzluk gibi kavramlar üzerine düşünmek anlamına geliyor. Öte taraftan, “polisiye” tanımında uzlaşmış sayılmayız. Suç ve Ceza’nın polisiye roman olmadığını kim söyleyebilir?
Sıkı bir polisiyeyi, anlatılan olayların başımıza gelmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla okuruz. Ben o rahatlığa artık pek inanmayan talihsiz okurlardanım, çünkü romanlardan çıkmış bir seri katille tanışma hikâyem var:
Birkaç yıl önce gazeteler Virginia Üniversitesi’nden bir öğrencinin kaybolduğunu yazdı. Hannah Graham adlı genç kız bir gece sırra kadem basmıştı. Polis, Hannah’nın kaçırıldığını düşünüyordu. Günler geçti, ulusal televizyon kanalları eski okulumdan saatlerce yayın yapmayı sürdürünce olan bitene ilgisiz kalamadım. Ardından şüphelinin fotoğrafları basına verildi. Bu kişi, arkadaşlarının “LJ” diye çağırdığı Jesse Matthew’du. LJ’yi tanıyordum – ben Virginia Üniversitesi’nde öğrenciyken aynı şehirde taksi şoförlüğü yapıyordu. Uzak bir yere gitmem gerektiğinde onu arardım. Hatta Virginia’nın kıyı şeridine uzun bir yolculuk yapmıştık. (Train’in ünlü ‘Hey, Soul Sister’ şarkısını ilk kez onun arabasında dinlediğimi unutamam.)
Havaalanı yolculuklarımızdaki kahve molalarında biraz laflamıştık — kendini pek açmayan ama konuşkan biriydi. Ben gözlerime inanamaz, bu işte bir yanlışlık olduğunu düşünürken cinayetle suçlanan LJ kayıplara karıştı. Günler sonra Teksas’ta, Meksika’ya kaçmaya çalışırken yakalandı. Önce suçlamaları kabul etmese de LJ  nihayet (elektrikli sandalyeden kurtulmak için) birden fazla cinayet işlediğini itiraf etti. Duruşma sonunda şartlı tahliyesiz dört kere ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldu.
Arabasında millerce yol gittiğim o tuhaf adam bir hapishane hücresinde ölecek.
Jesse Matthew (LJ) ve iki kurbanı: Hannah Graham (solda) ve Morgan Harrington.
Benzer bir kayıp olayı ben oradayken de yaşanmıştı: Okuldaki Metallica konserinde kaybolan Morgan Harrington adlı genç kızın kemikleri aylar sonra boş bir arsada bulundu. (Tam da o haftalarda LJ ile bir yolculuk yapmıştık.) LJ bu cinayeti de itiraf etti. Şimdi, kurbanlarından birinin cesedi çürümemişken katille kahve içtiğimizi düşünüp ürperiyorum.
Her şey kusursuz bir cinayet romanındaki gibi: İnsan burnunun ucunda olan biteni göremiyor ve katil er geç ortaya çıkıyor.
Agatha Christie’nin unutulmaz dedektifi Hercule Poirot haklıymış: Her katil birilerinin eski tanıdığıdır.
***

Bu yazı 2015’te, LJ yakalandığı sıralarda yazılmıştı. Geçenlerde benzer bir habergörünce bu olayı hatırladım. Cinayetin kurbanı Hannah’nın anısı hâlâ okulun hazırladığı internet sayfasında ve adına verilen bursla yaşatılıyor.
Kaynak: https://kronos7.news/tr/katille-nasil-tanistim/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.