ÜLKE YÖNETİMİ CİDDİ İŞTİR | Dr. Dursun Ali Erdem

ÜLKE YÖNETİMİ CİDDİ İŞTİR ile ilgili görsel sonucu

Ülkemiz Müslüman bir ülke olduğu için, ben İslam’dan örnek vermek istiyorum: insanın, her türlü olumsuzluktan ve kötülükten uzak bir hayat sürmesi için İslam her şeyi ele almış, hiçbir eksik gedik bırakmamıştır. Dinimiz toplu yaşamayı, yönetim birimlerini ve devleti de elbette ki, ele almış ve istenilen şekilde onlarla alakalı hükümler koyup, bununla ilgili de değişmeyen tavsiyelerde bulunmuştur. Nitekim Peygamber Efendimizin şu tavsiyesi çok mühimdir.
 İbn-i Ömer’den rivayet edilmiştir. Peygamberimizden işittim, şöyle buyurdu:
Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır, sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır, onları muhafazadan sorumludur. O halde hepiniz çobansınız, eliniz ve idareniz altındakilerden sorumlusunuz. Buhari, Cuma 11, Müslim, İmara 20)
Bu hadisi şeriften anladığımız kadarıyla bu çobanlık meselesi birden bire gelip insanın başına çıkmıyor. Önce insanlar bu çobanlığa talip oluyor. Efendimizin çok sevdiği amcası Hz. Abbas, Peygamberimize bir imaret üzerinde emir olmak istediğini söyler. Peygamberimiz, iradenle mesuliyetli bir işte sakın emir yani yetkili bir insan olma! diye ona izin vermez.
Nitekim en küçük birim olan ailede bile bunun devreleri var, mesela herkes bir anda hemen ev reisi olmuyor. Ev reisi olması için bir süreç var ve bu sürecin işletilmesi gerekir. Mesela ev reisi olacak adayın evvela evlenmesi, evlenmek için eş seçiminin İslamî usullere göre uygun olması gerekiyor; yoksa sıradan bir bayanı tutup getirip sen bu evin anası ve hanımı, ben de babası ve reisiyim demekle olmuyor. Allah Resulü eş seçiminde de ne kadar güzel prensipler koyuyor.
Evlilik ve eş seçimiyle alakalı adaylara şu hadis ciddi bir ölçü veriyor: Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Evlenmeye niyet eden erkek Allah’tan hakkında sevimli, huzurlu bir eş nasip etmesini niyaz etmeli. Nitekim Allah Taala O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması. Birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır. Rum suresi a. 21, buyurmuştur.
Bir aileyi yönetecek olan babada aranacak birinci şart sevgi ve ikincisi ise hem hanımına hem de çocuklarına merhametli ve şefkatli olması ve bu iki hususun tahakkuku için elinden gelen hiç bir fedakarlığı hanımından ve çocuklarından esirgememesi. Hanımını kırıp dökecek, çocuklarını sevgiden mahrum büyütecek olursa artık evde huzur ve birlik asla olmaz. Varsa evde ana-baba ve dede gibi diğer büyükler onlar da bu soğuk havadan nasibini alırlar. Peygamberimiz Ebu Hüreyre’den yapılan bir rivayette: Kadın dört sebepten biri için evlenilir: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen (diğerlerini bırak), dindar olanı seç. (yoksa) sıkıntıya düşersin. Buyurmuştur. Buhari, nikah 15, Müslim, redâ 53
Küçük birim olan aile üzerinde duran Peygamberimiz elbette devlet reisini de bu çobanlık mesuliyetinden uzak tutmamıştır. Gördüğümüz gibi hadiste, devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Devlet reisi de ailede olduğu gibi, evvela idaresine yani çobanlığına talip olduğu halkı sevmeli, onlar arasında çok adil olmalı ve aralarında hep hakkaniyetli davranmalı. Hiçbir kimseyi kırmamalı, halktan uzak durmamalı ve herkesi şefkatle kucaklamalı. Tarihte birçok devlet reisinden güzel örnekler verilir ama bunlar arasında Hz. Ömer ile Ömer b. Abdülaziz en meşhurlarındandır. Hz. Ömer’e isnat edilen şu söz İslam aleminde çok meşhur olmuştur. Merhum
Hz. Ömer’in adaleti ve hakkaniyetiyle alakalı o kadar çok şey var ki, değil bir makale kitaplara sığmaz. Hz. Ali’nin gördüğü bir olayı da buraya kaydetmek istiyorum: Hz. Ali anlatıyor: Bir gün Hz. Ömer’i, binekli olarak telaş içinde, hızlı hızlı giderken gördüm; Ey müminlerin emiri nereye gidiyorsun? diye sordum. Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya gidiyorum, diye cevap verdi. O zaman ben: İnan ki, senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz! dedim. Bunun üzerine şöyle konuştu: Hz. Muhammed’i, hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa, yahut bir kurt bir koyunu kapsa korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!
Belki de bundan mülhem olarak Mehmet Akif şu dizelerinde o olaya işaret etmiştir.
Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu
Adli İlahi gelir de Ömer’den sorar onu
Büyük devlet adamı Ömer b. Abdülaziz bir gün evinde hanımının yeni bir entari giydiğini görür ve ona sorar: Hanım bu entari için sana para verdiğimi hatırlamıyorum, bunu nasıl aldın? Hanımı koca hükümdara şu cevabı verir, Bey, sizin bana nafaka olarak verdiğin paraları tasarruflu kullandım ve artanlarını biriktirerek bu entariyi yaptırdım. Ömer b. Abdülaziz derki, Vallahi yarın hazineye müracaat edeceğim bana verilen nafaka parasını azaltsınlar! Demek fazla geliyor ki, sen ondan biriktirebiliyorsun?
Ömer b. Abdülaziz büyük bir devletin reisiydi ve ülke insanlarını o kadar zengin etmişti refah seviyesi o kadar çok yüksekti ki, memleketinde zenginler, zekat-sadaka verecek fakir bulamıyorlardı.
Günümüzde birçok Müslüman ve diğer ülkelerde devlet bakanları ve başbakanları milyar dolarlarla ifade edilecek kadar zengin ve maalesef halkların çoğunluğu sefalet ve yokluk içinde. Hz. Ömer ve Ömer b. Abdülaziz felsefesiyle bu devlet başkanları ve bu reisler ya ebedi hayata inanmıyor ya da inansa da insanlıktan zerre kadar nasibini almamıştır.
Hz. Ömer ile Sa’d b. Ebi Vakkas’ın beraberce yaşadıkları çok ibretli bir hikayeleri vardır. Bilmeyenlerin göz atmaları için buraya alıyorum:
 Nuşirevan’ın Adaleti
Hazreti Ömer ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri, İran’a at satmaya gitmişlerdi. İran’a vardıkları zaman şehrin girişinde cirit oynayan bir kısım genç görüp seyre daldılar. Bir ara yabancıların kendilerini seyretmekte olduğunun farkına varan gençlerden birisi yanlarına gelip “Bedeviler” gibi sözlerle hakaret ettikten sonra, satmak için getirdikleri ve üzerine bindikleri Arap atlarını ellerinden zorla aldılar.
Hz. Ömer ve arkadaşı üzgün olarak şehre girdiler. Yanlarında yiyecek bir şeyleri olmadığı gibi paraları da kalmamıştı. Akşam olunca bir hana vardılar. Kapıdan girer girmez hancı, misafirlerin yabancı olduğunu ve üzüntülü olduklarını anladı. Neden üzüntülü olduklarını sordu. Hazreti Ömer daha üzüntülü görünüyordu. O hiç konuşmadı. İbni Vakkas, başlarından geçenleri hancıya anlattı. Hancı misafirlerini dinledikten sonra:
– Siz kederlenmeyin, bizim hükümdarımız son derece âdildir. Ya atlarınızı buldurur, yahut bedelini tazmin eder. Anlattığınıza göre elinizden atları alan hükümdarın oğludur. Ama o mutlaka bu meseleyi halleder, diyerek teselli verdikten sonra:
-Her sabah hükümdarımız pazar yerinde halkın önünden geçer ve halk ona dileklerini bildirir. O da ne icap ediyorsa hemen yapar. Sabahleyin pazar yerine gidin vaziyeti anlatın dedi.
Sabah, Hazreti Ömer ve arkadaşı pazar yerine çıkıp hükümdarı beklemeye başladılar. Biraz sonra hükümdar yanında tercümanları olduğu halde geldi. Herkes nesi varsa açık açık söylüyor o da gerekeni hemen orada yapıyor veya yapılmasını emrediyordu. Sıra Hz. Ömer ve İbni Vakkas’a geldi. Onlar da başlarından geçeni anlattılar., atlarının bulunup geri verilmesini dilediler.
Hükümdar bunları dinleyince yüzü çok asıldı ve üzüntülü olduğu her halinden belli idi. Bir kese altın verdi ve atlarının da bulunacağını söyledi. Hükümdar tercüman vasıtası ile konuşuyordu, tercüman ise atı alanların hükümdarın oğlu olduğunu söylememişti. Hazreti Ömer ve arkadaşı akşam kaldıkları hana geldiler. Bu sefer yanlarında paraları da vardı, karınları da toktu. Hancının parasını verdiler, o gece de orada kalıp sabahleyin yola çıkmayı düşünüyorlardı. Hancı ne olduğunu sordu. Onlar hükümdarla görüştüklerini ve atları bulacağını söylediler, dedi.
Hancı birden öfkelendi ve :
-Demek kendi oğlu olduğu zaman iş değişiyor, dedi.
Sabah oldu bu sefer hükümdarın karşısına hancı çıkıp:
-Hükümdarım! Suçu işleyen başkası olunca ceza verirler de, sizin oğlunuz olursa cezasız kalır öyle mi? dedi.
Nuşirevan bunu duyunca rengi değişti ve çok sinirlendi:
-At sahipleri yarın şehri terk etsinler… Fakat biri şehrin kuzey, biri güney kapısından çıksın dedi.
Sabah oldu ve atların değerinden fazla para verdi. Hazreti Ömer ve Ebu Vakkas şehri terk ediyorlardı. Bir de ne görsünler, şehrin bir kapısına atı alan genç, diğer kapısına ise hükümdara yanlış bilgi veren tercüman asılmış, ölmüşler bile…
Fakat ne yazıktır ki, adaletiyle meşhur bu hükümdara iman nasip olmamış ve Efendimiz (s.a.v.) imansız gittiklerine teessüf ettiği isimler arasında bunu da saymıştır.
Uzun zamandan sonra Hazreti Ömer Halife,  Sa’d ibni Ebi Vakkas da Mısır valisi oldu. Mısır’ı İslamlaştırma ameliyesinde bir de cami yapılacaktı. Bu camiye en müsait yer bir Yahudi’nindi. Mısır valisi bu yerde cami yapımına başladı. Yahudi çaresiz bir şekilde düşünürken Müslümanlardan bir zat:
-Nedir senin bu halin? diye sordu.
– Yahudi:
-Bu evimden başka bir şeyim yoktu. Vali şimdi oraya cami yapıyor. Ben ne yapabilirim? Şimdi açıkta kaldım, dedi.
Müslüman ona:
-Sen git Medine’ye… Orada Halife Ömer vardır. Derdini ona anlat. O, derdine çare bulur, dedi.
Yahudi. İslamiyet’in nasıl bir din olduğunu bilmiyordu. Medine’ye vardı. Halife’yi sordu, bahçede olduğunu söylediler. Gitti Bahçeyi buldu. Baktı ki, orada bir adam çalışıyor yanına yaklaşıp:
-Ben Halife Ömer’le görüşmek istiyorum, dedi.
Ona göre hükümdarın tarlada ne işi vardı. Karşısındaki:
-Derdini anlat! Ömer benim, dedi.
Yahudi derdini anlatıp, bir çare bulunmasını söyleyince Hazreti Ömer, öfkeli bir şekilde, bir kemiğin üzerine bir şeyler yazıp adamın eline verdi:
-Götür bunu valiye ver, dedi.
Yahudi bu yazışmadan pek bir şey anlamamıştı. Bundan bir şey çıkmaz, diyordu kendi kendine…
Mısır’a gelip kemiği Sa’d ibni Ebi Vakkas’a verince, vali çok korkmuştu. Hemen evi eskisinden daha güzel bir şekilde tamir etti ve Yahudi’ye verdi. Hem de memnun etmek için bir miktar yardımda bulundu. Hazreti Ömer’in gönderdiği kemiğin üzerinde sadece şu iki kelime yazılı idi:
– BEN NUŞIREVAN’DAN DAHA ADILIM!

Kaynak: http://zamanaustralia.com/dr-dursun-ali-erdem/2018/08/ulke-yonetimi-ciddi-istir

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.