Arkadaşlar ve Hrant’ın arkadaşları… | Selahattin Sevi
Polisin ‘Gel ulan buraya’ diyerek gözaltına almak istediği Hrant Dink’in oğlu Arat’a HDP'li vekiller dahil arkadaşları siper oldu. Kenetlenen eller Arat’ı polislere vermedi. O unutulmayacak fotoğraf beni Zaman’a baskın yapılan 2016 yılı mart başına götürdü...
Kaybettikleri evlatlarının akıbetini sormak ve faillerin yakalanması için 23 yıldır her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda toplanan Cumartesi Anneleri yine polis engeline takıldı. TOMA üzerinden İstiklal Caddesi’ne yayılan metalik ses tanıdıktı: Burası toplanma alanı değil! Oysa tam 700 haftadır anneler, babalar, kardeşler, eşler ve hak savunucuları burada, İstiklal Caddesi’nin tam ortasında kırmızı tramvayın ‘ihtiyari olmayan’ durağında toplanıyor. Kimse olmasa da en çok ‘polis farkında’ bunun.
Polis, ağustos sıcağının kavurduğu bir yaz gününde bu kez farkında değilmiş gibi yaptı ve caddeleri, ara sokakları sıktığı gaz ve plastik mermilerle savaş alanına çevirdi. Yıllardır devam eden mücadelenin sembol isimleri Maside Ocak, Ali Ocak, Hasan Karakoç, Sebla Ercan ve Faruk Eren’in de olduğu hak arayıcılarına ters kelepçe takarak gözaltına almak istedi. Foto muhabiri Hayri Tunç’un dondurduğu utanç karesinde gözaltında kaybolan Hasan Ocak’ın annesi Maside Ocak’ın iki kadın polis arasında sürüklendiği fotoğraf hafızalara kazındı. Çileli başka bir annenin 21 yıl önce Ahmet Şık tarafından çekilen siyah-beyaz fotoğrafı tekrarlanıyordu. Aradaki tek fark kareye giren türbanlı polis memuruydu. Başörtüsünün artık ezilenleri değil, ezenleri temsil ettiğini bu fotoğraftan daha iyi hiçbir şey anlatamazdı.
AHMET ŞIK GİBİ ARKADAŞIN OLSUN!
Başka bir kare ise Cumhuriyet foto muhabiri Vedat Arık’ındı. Polisin ‘Gel ulan buraya’ diyerek gözaltına almak istediği Hrant Dink’in oğlu Arat’a başta milletvekilleri Ahmet Şık, Garo Paylan, Serpil Kemalbay ve Hüda Kaya olmak üzere siper olmuştu. Kenetlenen eller Arat’ı polislere vermedi. Ahmet Şık tutukluyken, “Değil sen, senin eskizin yeter Ahmet bu ülkede dönen kirli oyunları ayan etmeye” diyen genç adam haklı çıkmıştı. Milyonların sustuğu, olan bitene kayıtsız kaldığı bir dönemde birbirine sımsıkı tutunan temiz vicdanlı güzel insanlar günün sonunda seslerini değil Türkiye’ye, bütün dünyaya ulaştırdılar.
YOL ARKADAŞINI SEÇMEK
Vedat’ın yıllar geçse de unutulmayacak fotoğrafı beni Zaman’a baskın yapılan 2016 yılı mart başına götürdü. Polisler zor kullanarak gazetenin yazı işlerinin olduğu üçüncü katına kadar çıkmış, “Boşaltın burayı” diyordu. Dışarıya sıkılan yoğun gaz işlevsiz hale gelen otomatik kapılardan polislerle birlikte girmiş, cam tavana kadar ulaşmıştı. İşaret parmağım iki yanımdan sarkan Nikon’lardan geniş açı takılı olanının deklanşöründeyken bir elin sertçe yüzüme indiğini gördüm. Gözlüğüm kırılmış, burnum kanıyordu. Her şeyin bir anda flulaştığı bir ortamda polislerin yere düşen cep telefonumla birbirlerine ayak pası verdiklerini seçebiliyordum. İki koluma giren iki polis üçüncü katın merdivenlerinden aşağı doğru beni götürüyordu. Çığlıklarımı duyan yoktu. Gözüm bir anda sanki normal bir gündeymişiz gibi sakince ortada dolaşan boylu-poslu yönetici arkadaşlardan birine takıldı. “Görmüyor musunuz, bak götürüyorlar” dedim. Gittiği istikameti bozmayan ‘mesai arkadaşım’ sadece başını çevirdi ve arkasına bile bakmadan oradan uzaklaştı. Polisler zemin kata indiğimizde arkamdan iterek “Uzaklaş buradan” dedi de öyle kurtuldum gözaltına alınmaktan.
Düşünüyorum da, keşke o meşum gecedeki kayıtsızlık ve vefasızlık münferit kötü bir anı olarak kalsaydı. Belki o zaman Ayşenur Parıldak’ın 6 metrekare hücresindeki çığlığına dikkat kesilebilirdik.
“Unutulmaktan çok korkuyorum” diyor Ayşenur, “Hücremde kahroluyorum” diyor… İçerdeki kötülüklerle baş edemediğinden yakınıyor, çok yorulduğunu ifade ediyor.
KİMSE YOK MU?
Ayşenur’u henüz bir stajerken Zaman’ın zemin katında sabahın erken saatlerindeki fotoğraf workshop’larındaki aydınlık ve gülümseyen yüzüyle hatırlıyorum hep. Mesai saati başladığında elektronik kartla içeri giren çalışanların sayısı yüzlerce olduğu halde bugün neden yalnız? Yılın yarısında mesleğimizi yaparken, diğer yarısında kendimizi geliştirme adı altında ömrümüz konferans, seminer, atölye çalışmalarıyla geçerdi. Türkiye’de içeride veya dışarıda olan meslektaşlarımıza söz söylemek hadsizlik olur. Ya ülke dışına çıkabilenler? Ertelenmiş kariyer planlarının, dil kurslarının, gündelik meşgalelerin ötesinde hassasiyetlerin olması gerekmiyor mu? 24 saatin küçük bir bölümü de olsa bildiğimizi düşündüğümüz işimizi yaparak o arkadaşlarımızın yanlarında olduğumuzu gösteremez miyiz? Hem gazetecilik başka insanların öykülerini başka insanlara anlatma mesleği değil mi?
HÜCREDE UNUTULMAK!
O baskın gecesinde yine kolundan sürüklenip götürülen Yakup Şimşek ve arkalarından gözyaşı döken çocukları yeterince gündemde mi? Engin gönüllü Yakup Abi geçtiğimiz günlerde Kronos’ta Harun Odabaşı’nın yaptığı hatırlatmaya hapishaneden el yazısıyla kaleme aldığı teşekkürle mukabelede bulundu da ne diyeceğimizi bilemedik utancımızdan.
Açılan küçük pencereden Fevzi Yazıcı’nın karanlık hücresini dostluk, arkadaşlık, vefa, kadirşinaslık sözcükleri aydınlatabilirdi. Heyhat, freefevzi.com adlı blog için birkaç istisna hariç ne bir ses, ne bir nefes… Fevzi’nin dünyayı taşıdığı Zaman için ne birlikte çalıştığı insanlardan, ne de salonları dolduran öğrencilerinden herhangi bir yanındayız işareti yok.
Cemal Kalyoncu… Her bir satırı ince işçilik eseri unutulmaz portrelerin görünmez yazarını ve sıkıntı içindeki ailesini kaç arkadaşı, dostu hatırlıyor?
Hatırlanmıyorlar ki, Silivri Cezaevi’nde sabırla yonttukları kalemleriyle kendi işlerini kendileri yapıyor. Yoksa, “Bizler, kamuoyunda tanınmayan, birçoğumuz muhabirlerden oluşan ‘unutulmuş gazeteciler’ olarak 2 yılı aşkın süreden bu yana Silivri Cezaevindeyiz.. Gazetecilik faaliyeti dışında hiçbir işi olmayan bizler, hatırlanmak ve adalet beklentisi içinde olduğumuzu duyurmak istiyoruz” deme gereğini neden duysunlar.
Altına imza attıkları metinde, “Gazetecilik faaliyeti dışında hiçbir işi olmayan bizler, hatırlanmak ve adalet beklentisi içinde olduğumuzu duyurmak istiyoruz.”diyen Abdullah Kılıç, Ahmet Memiş, Ali Akkuş, Bayram Kaya, Cemal Azmi Kalyoncu, Cuma Ulus, Gökçe Fırat Çulhaoğlu, Habip Güler, Hanım Büşra Erdal, Hüseyin Aydın, M. Sait Kuloğlu, M. Erkan Acar, Mutlu Çölgeçen, Oğuz Usluer, Seyit Kılıç, Ufuk Şanlı, Ünal Tanık, Yakup Çetin ve Yetkin Yıldız haksız mı?
Mümtaz’er Türköne’den Nazlı Ilıcak’a kadar yazılarımızın, fotoğraflarımızın, sesini ve kokusunu duyduğumuz matbaadan çıkan gazetede yan yana neşredildiği yol arkadaşlarımız için yapılanlar için dönüp son iki seneye bakmak yeterli.
Sürgünde bile olsa ‘özgür’ olmanın şükrü bu olmasa gerek.
Sükût orucunun kazası her zaman yapılabilir. Tutunmaya çalıştığımız zoraki hayat önümüze üstesinden gelemeyeceğimiz zorluklar çıkarıyor, kabul. ‘Aman ismim ortada dolaşmasın’ kaygısı bir yere kadar anlaşılabilir. Geride bıraktıklarımızla ilgili tedirginlikler elbette makuldür. Fakat haklı ve meşru adalet talebini dile getirmenin bir yolu mutlaka vardır. Bunun dostlar alışverişte görsün tiyatrosu olmadığını söylemeye bile gerek yok.
Medya moderatörlüğü ve sosyal medya trollüğünün ötesinde evrensel insan hakları ilkeleri, gazetecilik prensipleri ve etik değerler ışığında yapılacak şey yok mu? Haklı olduğunu düşünmek kaba tavırları, görüşlerine katılmadıklarımıza karşı tahammülsüzlüğü, küfürü, tahkir ve tezyifi haklı göstermez… Kopyala-yapıştır kolaycılığı, ara başlıkları bile tek elden çıkmış metin alışkanlığı, kaynak ve atıf göstermeme nezaketsizliğinin gazetecilikle ilgisinin olmadığını zikretmek bile yersiz. Sandalye kapma, konum elde etme, küçük havuzların efendisi olma ve Türkiye’de yarım kalmış hesapları tahsil etme çiğliklerini sadece sakil çabalardan ibaret sayacaktır tarih.
Ruhunun ve fikrinin her zaman özgür olduğu, fakat kendisinin hukuksuzca Silivri Cezaevi’nde tutulduğu gazeteci Ali Akkuş günde üç kere yaptığımız yayın toplantılarında gazetecilik çerçevesi dışına biri çıkacak olursa, Gazetecilik İlkeleri ve Basın Etiği kitabını gösterir, “Madem burada yazılanların değeri yok, verin bir çakmak yakayım bu kitabı” derdi.
Bir başka unutulmaz sözü ise, “Bir haber okuyucu için, diğer gazeteciler için ve ilgilileri için yazılır” anektotuydu.
Artık kim nasıl üzerine alırsa…
Kaynak: https://kronos4.news/tr/arkadaslar-ve-hrantin-arkadaslari/
Bu Yayına Yorum Yapın