YABANCI YATIRIMCI FAİZ ARTIŞINI KALE ALMADI. IMF GİBİ BAŞKA BİR TEMİNAT ÇIPASI KONUŞULUYOR: TÜRKİYE’NİN KRİZİ SEMİH ARDIÇ


Merkez Bankası (TCMB) 23 Mayıs’ta ‘döviz şoku’ gündemiyle acilen toplandı. Mutat toplantı tarihi olarak 7 Haziran ilan edildiği halde gece yarısından itibaren rekor üstüne rekor kıran ABD Doları 4,92 TL’yi aşmıştı.
O vakte kadar maçı tribünden seyreden TCMB faizleri yüzde 3 puan (300 baz puan) artırdı ve yüzde 16,50’ye çıkardı. Para Politikası Kurulu’nun 25 Nisan’da yaptığı yüzde 1,75’lik artış da dahil edildiğinde dört hafta içinde bankaların ağırlıklı fonlama maliyeti yüzde 4,75 artmış oldu.
MERKEZ’İN ATTIĞI MERMİ BOŞA GİTTİ. ÇÜNKÜ…
TCMB’nin elinde faiz silahından başka bir koz kalmamakla birlikte faiz hamlesindeki tutuk ve ürkek tavır başta olmak üzere diğer usûl hataları sebebiyle atılan mermilerin boşa gittiği 24 saat geçmeden anlaşıldı.
Makaleyi kaleme aldığım esnada döviz ve faiz, TCMB’nin dün aldığı karardan evvelki seviyelere tırmanmıştı.
Dolar 4,80 TL, euro 5,63 TL, sterlin 6,43 TL oldu bile.
Altının gram fiyatı 200 TL’yi geçti. İstanbul Kapalıçarşı’da çeyrek altın 336 TL’den, Cumhuriyet altını (tam) 1.328 TL’den satıldı.
Piyasa artık dolar için 4,70 TL ve üzerine şekillenecek. Diğer iktisadî birimler de buna göre şekillenecek.
Faiz hamlesine piyasa faizinin cevabı mühimdir. Maalesef orada da son artış kale alınmadı. Hazine’nin iki senelik borçlanma maliyeti yüzde 17,38’e yükseldi. TCMB’nin acil toplantısından evvel yüzde 17,10 civarındaydı…
SON ANA KADAR HATADA ISRAR EDİLDİ
Merkez Bankası’nın hamlesinin tesiri bir gün bile sürmedi. Elbette başka bir ihtimal de kalmamıştı. Amma velakin son ana kadar hatada ısrar edildi, döviz şoku hafife alındı.
Piyasa ile inatlaşıldı, karar geç alındı. İki ay evvel alınması icap eden bir kararla piyasanın karşısına çıkan Merkez Bankası şuna yakın bir cevapla karşılaştı: “Tansiyonun düşmesi için faizi en az yüzde 20’ye çıkarmalıydın. Artık çok geç.”
Yatırım bankası Goldman Sachs, “Faiz artışının boyutu, yalnızca 25 Nisan’daki toplantıdan bu yana TL’de gerçekleşen değer kaybının ardından gerçekleşecek ek enflasyonu telafi etti.” tespiti ile piyasanın yüzde 3’lük artışı nasıl tevil ettiğini ortaya koydu.
Erdoğan, Londra ziyaretinde Bloomberg’de İngiliz yatırımcılarla bir araya gelmişti. Öğle yemeği toplantısının sert eleştirilere sahne olduğu belirtiliyor. | Foto: AFP

EN KÖTÜNÜN GERİ KALDIĞINI SÖYLEMEK İÇİN ERKEN
Yatırım danışmanı Philip Wee’nin bulunduğu DBS stratejistleri şu notu yayımladı: “Merkez’in olağanüstü toplanarak faiz artırmasıyla rekor düşük seviyeden yükselen kurun ardından TL için en kötü olanın geride kaldığı sonucuna varmak için çok erken.”
Hükûmet ve Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan kabul etmek istemese de piyasa son bir ayda altüst oldu. Piyasanın yeni dengeleri ile mukayese edildiğinde yüzde 16,50 faiz bile düşük kalıyor.
Faizin bu kadar sert artırıldığı günün ertesinde dövizin 20 kuruş artması da gösteriyor ki Türkiye’nin krizi sadece Merkez Bankası’nın üstesinden gelebileceği bir kriz değil.
Türkiye zannedilenden daha derin bir krizle karşı karşıya. Kimse itimat etmiyor artık Türkiye’ye.
Zira eli kolu bağlanmış, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) genel merkezinde süklüm püklüm oturan bir başkanın (Murat Çetinkaya) mevcudiyeti TCMB’nin piyasa nezdindeki son itibar kırıntılarını da çöpe attırdı.
DIE WELT GAZETESİ: TÜRKİYE IMF’NİN KAPISINI ÇALABİLİR
‘Kriz kâhini’ diye bilinen iktisatçı Nouriel Roubini, Twitter hesabında şu ifadeleri kullandı: “Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerden sonra para politikasının kontrolünü ele alacağını söylemişken bu karar çok geç alındı.”
Dünyada Roubini ile aynı kanaatte olan fon yöneticisi, banka genel müdürü sayısı giderek artıyor. Hatta Türkiye’nin yakın vadede Arjantin gibi Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kapısını çalabileceği belirtiliyor.
Alman Die Welt Gazetesi, Türk Lirası’nın yılbaşından itibaren dolara mukabil yüzde 22 eridiğine dikkat çekti.
Para birimi pesonun yüzde 24 eridiği Arjantin’in IMF’den yardım istemek mecburiyetinde kaldığına dikkat çeken Die Welt’e göre Türkiye, para biriminin değer kaybetmesinin Arjantin’de olduğu gibi enflasyonu kızıştırmasından ve kredi itibarını zedelemesinden muzdarip.
Die Welt, “Türk şirketlerinin dolarla borçlanmış olması da ek bir dezavantaj. Dolar pahalandıkça özel borçlar kabarıyor ve Türkiye ekonomisi mahvoluyor. Uzmanlara bakılırsa Türkiye de sonunda Para Fonu’na sığınmak zorunda kalacak.” ifadelerini kullandı.
MARK MOBIUS’TAN TÜRKİYE İÇİN ‘BULAŞICI VİRÜS’ İMASI
Yatırımcıların her söylediğine kulak kesildiği milyarder Mark Mobius, borç krizine düçar olan Türkiye’yi ‘bulaşıcı virüs taşıyan bir hasta’ya benzetti.
Mobius, Türkiye’den gelebilecek bulaşma riski ve Arjantin ile Brezilya’nın durumu sebebiyle gelişen piyasalardan çıkışın hızlanabileceğini söyledi.
‘Hasta adam’ diye nitelendirilmek yetmezmiş gibi şimdi de Türkiye’nin başkalarına hastalık bulaştırabileceği belirtiliyor. Yatırımcılara nazikçe ‘uzak durun, dikkat karantina/tecrit’ demenin en nazik hali bu olmalı.
İnatlaşma, iltimas, yolsuzluk, iktisat bilimiyle alay edercesine beyanlarda bulunma, kibir ve israfın Türkiye’ye getirdiği durak: Bulaşıcı virüs taşıyan hasta!
BİR SENEDE 125 MİLYAR DOLAR LAZIM
Döviz ve faiz yükseldikçe borcun maliyeti de artıyor. Hâl böyle iken mevcut malî tablonun altından kalkılabilir mi?
Türkiye’yi idare edenler sermaye takviyesi olmadan bir senede 125 milyar dolar dövizi nasıl temin edeceğini de ortaya koymalı. Kemer sıkarak, hukuk devletine rücu etme taahhüdünde bulunarak ve samimi bir reform takvimi ilan ederek kaybedilen itimat bir nebze geri kazanabilirdi.
Böyle yapmak bir tarafa piyasalara ‘kibir ve inatlaşma’ şeklinde menfi bir intiba bırakılıyor. Hatta ‘seçimden sonra sizinle görüşeceğiz’ minvalinde ima yollu tehditkâr mesajlar veriliyor.
Borcu artırmaktan başka bir netice vermeyeceği belli icraatla risk primi yükseltiliyor. Bütçe açığı ve cari açık gibi ikiz açıklara çare bulmak yerine nispet yapar gibi bol kepçe seçim ekonomisine devam edilmesi açık bir meydan okuma değil de nedir?
PETROL VE DOĞALGAZ ZENGİNİ RUSYA BİLE DİZ ÇÖKTÜ
Kasada 150-200 milyar dolar döviz fazlası olsa böyle bir restleşmeden bir ihtimal kârlı çıkılabilirdi.
Rusya lideri Vladimir Putin batıdan gelen sıcak para ile girdiği muharebede döviz cephaneliğinden 250-300 milyar doları feda ederek çıkabildi. Petrol ve doğalgaz zengini Rusya bile irrasyonel kararlarının bedelini fazlasıyla ödedi ve ‘serbest piyasa’ önünde diz çöktü.
Siyasete/siyasetçiye itimat duyulmuyor ve yatırımcı önünü göremiyorsa TCMB’nin faizi artırarak piyasaya çeki düzen verme ihtimali kalmamıştır.
Türkiye’nin krizi giderek daha derin bir krize dönüşüyor. Zira malî tabloları kırmızıya dönmüş bir memlekette siyaset umut vaat etmiyor.
24 Haziran 2018 Pazar günü yapılacak seçimi müteakip başlayacak devir herkes için devr-i meçhulün başlangıcı olabilir. Erdoğan’ın kazanması halinde hukuk devleti tamamen tarih olacak. Muhalefet kazandığında ise payandalarla ayakta tutulan ekonomi bir anda yıkılacak ve herkes o enkazın altında kalacak.
‘ERDOĞAN’A İNGİLTERE’DE IMF İLE ANLAŞMASI TAVSİYE EDİLDİ’ İDDİASI
Kutuplaşma ve gerilim tehdidi altındaki içtimaî yapı ve hukuk devletinin tamamen yok olma ihtimalinin doğması yatırımcının nazar-ı dikkatinden kaçmıyor.
Geçen hafta İngiltere’de dünyanın önemli fonlarının idarecileri ile bir araya gelen Erdoğan’a basına kapalı toplantıda IMF imasında bulunulduğu iddiası dolaşıyor ki bu çok yeni bir durum.
Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş dün sebepsiz yere IMF’yi telaffuz etti. Kurtulmuş, “Kimse Türkiye’ye IMF önünde diz çöktüremeyecek.” dedi ki yatırımcının bir teminat olmadan Türkiye’ye para koymayacağının yüksek sesle dile getirildiği şu günlerde bu sözlerin muhatabı yabancılar olmalı.
Daha evvel Kemal Derviş’in inşa ettiği IMF modeli vardı ve o yolda hayli reform gerçekleştirildi. Avrupa Birliği ile sıcak ve umut vaat eden münasebetlerin olması da ayrı bir teminattı. Şimdi ikisi de yok.
AB’den yana kimsenin ümidi kalmadığı için demokrasi ve hukuk kriteri aramayan, müracaatı sadece malî tablolar zaviyesinden değerlendiren IMF ihtimali daha ağır basıyor.
Böyle bir çıpa olmadan TCMB’nin faiz artışları bile çare olmayacak.
ERDOĞAN SEÇİMDEN EVVEL IMF’Yİ ZİNHAR KABUL ETMEZ
Yatırımcılara yön veren merkezlerden dile getirilen kanaatler Türkiye’nin yeni bir tercihin eşiğine geldiğini gösteriyor.
“İki tarafın tavrı malum. Kısa vadede AB çapa olamayacağına göre IMF ile anlaşın ve biz de Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu parayı getirelim.” meâlinde mesajlar verilirken Türkiye’nin iç dinamikleri böyle bir anlaşmayı neredeyse imkânsız kılıyor. Erdoğan seçimden evvel zinhar böyle bir anlaşmayı kabul etmez.
Devletlerin de hayatı dairevi bir çizgide ilerliyor sanki. 10-15 senelik fasılalar halinde, “Biz bu filmi daha önce seyretmiştik.” diyor herkes.
Türkiye’nin seçime kadar daha derin bir döviz krizine sürüklenmesinden endişe edilirken siyasetteki aktörlerden seçim beyannamelerine kada hemen herşey 1990’ları hatırlatıyor.
1994 KRİZİNİN FÂİLİ İKİ İSİM YENİDEN SAHNEDE
Erdoğan’ın seçimi kazanması halinde Tansu Çiller’i başkan yardımcısı yapacağı konuşuluyor.
1994 krizinde Başbakanlık koltuğunda oturan Prof. Dr. Tansu Çiller’in sağ kolu, devrin Hazine’den mesul devlet bakanı Ayfer Yılmaz da hal-i hazırda İyi Parti’de ekonomiden mesul genel başkan yardımcısı.
İki ismin piyasa ile girdiği faiz inadının neticesinde Ocak 1994’te yüzde 13,5, Nisan ayında da yüzde 100’lük bir devalüasyon yaşanmıştı.
Meşhur 5 Nisan kararlarından sonra düna kadar ihale iptal eden Hazine piyasadan borç alabilmek için 3 aylık borçlanmaya yüzde 400 şok faiz teklif etmek mecburiyetinde kalmıştı.
Başbakan Çiller, yüzde 80-85 seviyesindeki faizi 3-5 puan aşağı bastırmak isterken yüzde 300-400 faize razı olmuştu. Geride de üç banka batmıştı.
Krizin bedeli ‘Net Aktif Vergisi’ ile şirketlere ve yeni zamlarla vatandaşa ödetilmişti. Piyasa ile inatlaşan ve Türkiye’yi büyük bir krizi sürükleyen Çiller ve Yılmaz ikilisinin vitrinde olduğu bir Türkiye’nin eninde sonunda IMF’den yardım talep edeceğini söylemek için Nobel ödüllü iktisatçı olmaya lüzum var mı?
SİSTEMDE PARA TUTMAK RİSKLİ
Rakamların anbean inip çıktığı, iki saat sonrasına dair tahminde bulunulamadığı mevcut iklimde ne desek boş! Sistemde fazla para tutmak hayli riskli.
Bedava çorba kampanyalarına kanıp tasarruflarını TL’de tutanlar ne kadar büyük bir hata yaptıklarını esefle tecrübe ediyor.
Bir misal: Bedava çorba için 3,60 TL’den 10 bin dolar bozduran birinin bugün itibarıyla 12 bin TL kur farkı zararı var. Bir başka ifade ile bir tas bedava çorba için 12 bin TL ödendi.
“Bu dönemde ne yapmamalıyız?” suâline gayet berrak bir cevap niteliğindeki ibretlik vaka fazla söze hacet bırakmıyor. Herkes kendi tedbirini almaya bakmalı ve mümkün mertebede nakitte kalmalı.
Bir husus ayan beyan ortada duruyor. Türkiye’nin krizini giderek derinleşecek.
TL’nin en sefil günlerini yaşaması o krizle yüzleşmenin ilk safhalarıdır. Bir mânâda Türkiye’de olup bitene dünyanın da gözleri açıldı.
PİYASA İLE İNATLAŞMAK GAZETECİLERİ HAPSE ATMAYA BENZEMEZ
Financial Times’ın dikkat çektiği gibi finans piyasaları, Erdoğan’ın hapse attığı bahtsız gazeteciler gibi değildir.
Erdoğan beğensin ya da beğenmesin piyasaların morale ihtiyacı vardır ve yatırımcı kendisini hukuki açıdan emniyette hissetmek ister. Bunların yolu da makul ve mutedil bir siyaset yapmaktan geçiyor.
Erdoğan, “Yok ben bildiğimi okurum. Sermayenin giriş-çıkışına vergi koyarım. Döviz hesaplarını dondururum. Sabit kur rejimine geçerim. Faizi de dilediğim gibi indiririm. Merkez Bankası’nı kendime bağlarım.” gibi imalarda bulunmaya devam edecekse Türkiye’yi IMF bile kurtaramaz.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.