Kırk Ambar- 14 | Safvet Senih
*“Şimdi yalnız âzamî ihlas, azamî sadakat, âzamî fedakarlık kâfi değildir. bu ŞEYTAN GİBİ ADAMLARIN karşısında çok dikkatli olmak lâzımdır.” (B. S. Nursî)
*“İnsan namazda iken, teşehhüd esnâsında ETTEHİYYÂTÜ derken, aynı günün o vaktinde Et-Tehiyyatü diyen bütün mahlukatın TAHİYYELERİ (Hayatlarının hediyyeleri tesbihatlarını) kendi namına Cenab-ı Hakka takdim edebilir. Hatta biraz daha ileri gitse, bütün zamanlardaki tahiyyat ve tesbîhatları da kendi namına takdim edebilir.” (B. S. Nursî)
*“Ben namazdan çıkışta ‘Esselâmü aleyhüm ve rahmetullah’ dediğimde, sağımda Enbiyaları, sol tarafımda evliyaları niyet ederek öyle selam veriyorum.” (B. S. Nursî)
*“Hz. Hüseyin ve Hz. Ali (k.v.)’den ders aldığım ders, otuz seneden beri, bilhassa Cevşenü’l-Kebir ile daima onlarla mânevî irtibatımda geçmiş hakikatı ve şimdi Risale-i Nur’dan bize gelen MEŞREBİ almışım.” (B. S. Nursî)
*“Başımıza gelen bütün MUSİBETLER, iman hizmetimiz noktasında BÜYÜK NİMETLERE çevrilmiştir. Hem de perde altında hatır ve hayale gelmeyen Nur’un fütuhatları oluyor.” (B. S. Nursî)
“Mütesânid (birbirleriyle dayanışma içinde olan) bir heyet, bir cemaat halinde, bütün müminlere bir nokta-i istinad oluyorlar. Şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar DÂHÎ ve hatta YÜZ DÂHÎ derecesinde de olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, (karşısındaki) bir cemaatin şahs-ı manevisine karşı mağluptur.” (Mustafa Sungur Ağabey)
*Avukat Abdurrahman Şeref Lâç’ın 1952 Gençlik Rehberi davasında İstanbul’da Mahkemede Üstad Hazretleri için söylediği sözler: “Bakın şu asîl ve necip ihtiyar Müslüman’a. Ne kadar sakin ve ne kadar rahat… Zira kesrette değil, vahdettedir. BELÂ ZİNDANINDA SAFÂYI SEYRETMEKTEDİR. CEFÂ safhasında VEFA bulan, mazhar-ı tecelli olandır. Zira eşyanın hakikatlerinden haberdardır. Kesafeti letafet kazanmıştır. Kanı çekilmiş, damarlarında kan yerine, feyzi hak ve nur cereyan etmektedir ve savcı bu Müslümanı kolundan yakalamış hapse sürüklemektedir.”
*Isparta Kahramanlarının bir ismi de HEYBELİLER’dir. Çünkü, hapisteki Nur Talebelerine erzak götürürken heybelerinin alt kısmına Risaleler koyarak heybelerini içeri sokturup boşalttıktan sonra alıp, her hafta görüş günü Isparta-Denizli arasında mekik dokuyan ve mütemadiyen heybeleriyle dikkati üzerlerine çekip HEYBELİLER diye anılan yine onlardır. (N. Şahiner Son Şahitler-4)
*Lisan-ı hâl, lisân-ı kâlden (sözden) daha ziyade müessirdir. Fedakârlık, kalbdeki iman, MANYETİZMA gibi tesir eder. Onun için fedakârlığa fazla ehemmiyet veriyorum.” (B. S. N.)
*Merhum Ali İhsan Özyurt diyor ki: “Mehmet Canyoldaş ve Mesut isimli bir arkadaşla 1955’te Üstad Hazretlerinin ziyaretine gittik. Canyoldaş, Üstad’a öğretmenlik mesleğinde çok sıkıntı çektiğini, kendisine huzur vermediklerini ve namazlarını kılamadığını söyledi. Üstad Canyoldaş’a ‘Sen ÖĞRETMENLİKTEN ayrılma kardeşim, devam et’ dedi. Mesut’un da ne iş yaptığını sorup, ÖĞRETMEN olduğunu öğrendikten sonra şöyle dedi: ‘Sen de ÖĞRTEMENLİK’te devam et, kardeşim. Çocuklar, istikbâl için büyük bir sermayedir. Onları terbiye etmek bizim vazifemizdir. Katiyyen ÖĞRETMENLİKTEN ayrılmayın.
“EZÂN-I MUHAMMEDÎ sadece bir ilânattan ibaret değildi. Şayet öyle olsaydı, her millet kendi lisanına göre ‘namaza gelin’ diye çağırırdı. Halbuki EZAN asr-ı saadetten beri aynı şekilde devam ediyor. Ezan İLÂ-İ KELİMETULLAH’tır. İMANIN ESASINI GÜNDE BEŞ DEFA DÜNYAYA İLÂN ETMEKTİR. İSLÂMIN ŞEÂİRİNDENDİR. (Şiar ve sembollerindendir). Bu şeâir, FARZLAR kadar ehemmiyetlidir.” (N. Ş. Son Şahidler -4, 461. S)
*Merhum Mustafa Cahid Türkmenoğlu diyor ki: “Büyük Risaleler basılırken, bir ara Ankara’da bazı arkadaşlar vazife sebebiyle, bazı arkadaşlar da yaz tatili sebebiyle memleketlerine gitmişlerdi. Ben matbaada yalnız kalmıştım. Gerçi arasıra talebelerden yardıma gelenler olurdu ama pek durmuyorlardı. Ben de bir ara basım işini bırakıp Ankara’dan ayrılmak istediğim halde sanki gaybî bir kuvvet beni istediğim yere göndermiyordu. Doğuş Matbaasında bize tahsis edilen odada çalışırken bazen kendi kendime bağırarak ‘Ben istediğim yere gidemiyorum, ben hürriyetime sahip değil miyim?’ diyordum.
“Bir müddet sonra matbaa işlerinde yardım etmek üzere birkaç arkadaş geldi. Ben de onların gelişlerinden istifade ederek Üstad’ı ziyarete gittim. Isparta’da Üstad’ın bulunduğu eve geldim, kapıyı çaldım. Arkadaşlar açtılar. Benim geldiğimi Üstad’a söylediler, ‘Gelsin’ demiş. O sırada Üstad Hazretleri odada yalnızdı, ben de oda kapısından içeri girip elini öpmek için yanına giderken Üstad birden yüksek sesle, ‘NE HÜRRİYETİ?’ diye bağırdı, şaşırmıştım. O anda matbaadaki odada bağırdığıum sözler aklıma geldi. Mahcup bir halde elini öperek, önüne oturdum. Üstad bana önemli bir ders verdi ve Kardeşim, öyle kimseler gelmişler ki, Kur’an’ın bir tek harfinin hakikatı için kendilerini feda etmişler. Bize ne oluyor ki, şimdi Kur’an’ın tamamına taarruz var. Biz kendimizi niye fedâ etmeyelim?’ dedi. Kur’an’a ve imana hizmet etmenin bu zamanda, çok ehemmiyetli olduğunu söyleyerek çok güzel bir ders verdi.” (N. Ş. Son Şahidler-4)
Gerçekten önemli bir konumda bulunuyoruz, bu konumun hakkını vermeliyiz. Bu da âzami ihlas, âzami fedakârlık ve âzami sadakat istiyor…
Bu Yayına Yorum Yapın