MAHKEME KARARLARINA DEĞİL, VİCDANLARA İTİBAR EDİLMELİ | NURULLAH ALBAYRAK


Ceza hukuku profesörü İzzet Özgenç’in ‘Türkiye’de yaşanan tezvirat sürecinin meşrulaştırma işini yargı mensupları üstlenmiştir’ ifadesiyle de pekiştirilen bir gerçek var ki, yargı mensupları bu dönemde hukuksuzluğun yapılmasına zemin hazırlayan bir görev üstlenmişlerdir.
Bu görevlerini yaparken de en çok istedikleri yaptıkları hukuksuzluklara kimsenin itiraz etmemesidir. Hakim ve savcılar için önemli olan adil bir yargılama yapıp adaletli bir sonuca ulaşmak değil yükselme kriterlerine uygun bir karar vermektir. Büyük çoğunluk itibariyle, bunun için de karşılarında itiraz eden birilerinin, özellikle de duruşmalara hazırlıklı olarak çıkan avukatların olmaması en büyük beklentileridir.
Yaptıkları işlemleri sorgulayan, hukuka ve usule aykırı söz ve işlemlere itiraz eden, mahkemenizin takdirine bırakıyorum demeyen, sanık ve sanık avukatları en büyük kabuslarıdır denilebilir. Bu kabuslarıyla karşılaştıkları an ilk celsede ceza verme düşüncesini uygulayamayacaklarını da iyi bilmektedirler.
Şu an ise, oluşturulan konjonktürel ortamın da etkisiyle, yapılan yargılamalarda avukatlar dahi gerekli itirazları yapmamakta/yapamamakta, zaten yapılacak bir şey yok düşüncesi/inancıyla da dava dosyasında gerekli hazırlık yapılmadan duruşmalara çıkılmakta ve gerektiği şekliyle savunmalar yapılmamaktadır. Hakimler de tam olarak istedikleri bu ortamda hiçbir zorlukla karşılaşmadan mahkumiyet kararları vermektedir.
İddia ediyorum, hukuk tarihimizde örgüt yargılamasında ilk celsede verilmiş tek bir mahkumiyet kararı örneği yoktur. Bugün verilebilmesinin en önemli nedeni de, yargılanan insanların suçlu olduğunun tespit edilmesi değil,  gerekli hukuki mücadelenin yapılmaması / yapılamamasıdır.
Gelinen aşamada ne yazık ki yargılanan kişiler 6 yıl 3 ay ceza almaya razı olacak konuma gelmişlerdir. Bu durum suçun işlendiğinin sabit olduğu için değil insanlara ‘suçlusun’ fikri aşılandığı içindir. File, ‘Ben zürafayım’ dedirten anlayış, bugün de Anayasal hak kapsamında yapılan davranışlardan dolayı insanları suçlu olduklarına inandırmayı başarmıştır. Yoksa insanlar  okula çocuklarını gönderdiği, burs verdiği ya da bankaya para yatırdıkları için nasıl suçlu kabul edilebilir ki?
Yargıtay’ın emsal kararları ve uluslararası hukuk kriterleri dikkate alındığında isnat edilen eylemler nedeniyle örgüt üyeliği ya da yöneticiliği suçundan ceza verilmesi hukuken doğru değil, bu durum elbette ortaya çıkacaktır. Ancak, var olan siyasi atmosfer ve mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmamaları nedeniyle adil bir yargılama yapılmadan mahkûmiyet kararı verilmektedir.
AŞAMA AŞAMA HAK MÜCADELESİ NASIL SÜRDÜRÜLMELİ?
Mahkumiyet kararı üzerine gerekli itirazların süresi içinde yapılması çok önemlidir. Süre kaçırıldığında karar kesinleşmiş olacaktır. Haksız bu kararın bozulması için sürelere çok dikkat edilmelidir.
Öncelikle bu karar sonrasında, 7 gün içinde SÜRE TUTUM DİLEKÇESİ verilmelidir. Süre tutum dilekçesi karara itiraz edildiğini ancak gerekçeli itiraz dilekçesinin mahkemenin gerekçeli kararının tebliğinden sonra yapılacağı anlamına gelmektedir. Duruşma esnasında karar yüze okunduysa duruşma tarihinden itibaren 7 gün içinde SÜRE TUTUM DİLEKÇESİmuhakkak verilmelidir.
Mahkemenin gerekçeli kararı tebliğ edildikten itibaren 7 gün içinde GEREKÇELİ İSTİNAF DİLEKÇESİ mahkemeye verilmelidir. Bu dilekçede gerekçeli itirazlar yapılmalıdır. Özellikle mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığı itirazı yapılmalıdır. Ayrıca, kararda yer alan gerekçelerin neden doğru olmadığı gerekirse cümle cümle cevap verilerek anlatılmalıdır.
Dosya İstinaf (Bölge Adliye) mahkemesine gönderildikten sonra TAHLİYE TALEBİ DİLEKÇESİ gönderilebilir. Bu dilekçenin zaman ve sayı sınırı yoktur. Bu dilekçe eşler tarafından verilebileceği gibi sanık tutuklu ise, kendisi de cezaevinden gönderilebilir.
İstinaf aşamasında Ağır Ceza Mahkemesinin kararı onanırsa, 5 yılın üstünde verilen mahkumiyet cezalarıyla ilgili olarak Yargıtay’a temyiz başvurusu yapma imkanı vardır. İstinaf kararının tebliğinden itibaren 15 gün içinde TEMYİZ BAŞVURUSU yapılmalıdır. Eğer başvuru yapılmazsa karar kesinleşmiş olacaktır. Bu sürenin kaçırılmamasına çok dikkat edilmelidir. Eğer verilen ceza 5 yılın altında ise bu kararlar aleyhine temyiz başvurusu yapılamamakta ve karar kesinleşmektedir.
Yargıtay tarafından olumsuz bir karar verilmesi durumunda kararın tebliğinden itibaren ya da 5 yıl altında ceza alındığı için istinaf kararının tebliğinden itibaren 30 gün içinde ANAYASA MAHKEMESİNE bireysel başvuru yapılmalıdır. Bu sürenin başlangıcı da kararın tebliğinden ya da resmi olarak karardan haberdar olunduktan sonra başlamaktadır.
Anayasa Mahkemesi tarafından da olumsuz bir karar verilmesi ya da makul denilebilecek bir süre içerisinde karar verilmemesi durumunda AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNEbaşvuru yapılmalıdır. AİHM’ye usule uygun başvuru yapıldığında verilen kararın haksız olduğu ve hak ihlali oluşturduğuna dair karar verileceği şüphesizdir.
Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın,  Bölge Adliye Mahkemelerinin ya da Ağır Ceza Mahkemelerinin, ‘suçludur’ şeklinde kararlar vermiş olması suçlu olunduğu anlamına gelmez. Normal hukuk sisteminde mahkeme kararlarına elbette itibar edilebilir. Ancak, şu an itibariyle siyasetin bir organı olarak faaliyet gösteren bu organlar mahkeme sıfatına haiz olmadıkları için verdikleri kararlara da itibar edilmez. Bu aşamada suçlu olunup olunmadığı tespiti herkesin kendi vicdanında yapacağı sorgulamayla belirlenecektir. Vicdanen suçsuz olduğuna karar veren masumiyetin tescili adına  sonuna karar mücadele etmelidir.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.