İKİ DUDAK ARASI | HAKAN ZAFER


Bugün 23 Nisan. Türkiye televizyonlarını hâlâ izliyorsanız akşam haber bültenlerinde çocuklara koltuk bırakma merasimleri yer alacak. Bunlar, resmi koltuklar. Bir de gayr-i resmi koltuklar var ki oralara çocukların bırakın kısa süreli oturması yanaşması bile düşünülemez. Hangi koltuk masum kaldı, hangisi bir çocuğun ruhuna zarar vermeyecek durulukta, takdirini o çocuklar gelecekte bir gün yapacak, en azından hafızalarında yargılayacak ümidini taşıyorum.
Koltuk dediğimiz, mukavemeti yoksa insanı yontup küçültebilen musibet taşlı değirmen aslında. Mesela, atama yapabilmek, tayin edebilmek, görevden uzaklaştırabilmek gibi etkileyici süper güçlere sahip olmak, tevazuu, fedakârlık, saygı duyma gibi birçok erdemi un ufak edebilir. Kolay değil, koltuğun karşısında ellerini göbek hizasında kavuşturmuş, dudaklarımızdan dökülecek iki cümleyi bekleyen birilerinin varlığına rağmen “kendini sıfırlamak”.
Kendisini yetkilendirdik, bilgilendirdik diye sevinen kimsenin sevinci de bizim ona lütfederken onun bu lütuf karşısındaki tevazua benzeyen ama aldığı yetkiyi başkaları üzerinde kullandığı, bilgiyi başkalarına ilettiği zaman ancak görülebilecek kabalıktan aslında tevazu değil de hesaplanmış minnet olduğu anlaşılabilecek duyguların karşımızda sergileniyor olması da çoğu zaman bizi haklı çıkarmaz.
İkna edeyim diye birilerinin karşısına çıkarken farkına varmadan, karşımızda duran, hele hele ikna olduğuna inandıracak kadar ustaca duranlar tarafından ikna edilebiliriz. Kişi, bazen etrafındakilerin kim oldukları veya nasıl durduklarından yola çıkarak kendini doğrular. Bu esnada etraftakilere düşen en erdemli görev, dürüstlüktür. İkna olmadıysa bile rol yapmamaktır. Rol dedimse illa sırıtkan riyakârlık değil, çoğu kez sadakat kılığındayapılabileninden bahsediyorum.
Koltuğun sorumluluğu kadar koltuğun karşısında duran kimselerin, varlıklarını koltuk sahibinin kendini inandırmasına malzeme yapmamak gibi bir sorumlulukları var. Bu durumda aydın, muhakeme sahibi sorumlu kimseler, hemen ikna olmamaları gereken durumlarda koltuktakilere rağmen hakikate sadık kalmayı tercih ederek üstüne düşeni yerine getirmiş olabilirler.
İnsanın doğruda ilerlemesi için verilen vakti nasıl israf ettiğini anlayalım diye hadislerde sayılan ahir zaman niteliklerden biri, emanetin liyakatsizlere verilmesidir. Ortada ne çiğlik yaşanıyorsa bu, lütfen yer tutmuş, hadi tuttu diyelim, yerin ona liyakat kazandırmasına direnmiş, yeri ne kadar büyüdüyse o denli kabalaşmış kimselerin liyakatsizliğine, kıyameti yakınlaştırmak istiyormuşasına prim vermemizden kaynaklanıyor olabilir.
***
İnsan işte…
Kendisiyle alakalı her işi önemli, hayati görünce, ortalık bu işlerin görücüsü mühim, hususi adamdan geçilmez olur. Bunlar arasında elit oluşurken mutlaka gizliliğine inandıkları, tedbirle sırlanmış işlerle diğerlerinden uzaklaşılır. Bu seviyeye siz biz çıkamayacağımız için kendini belli etmezse hazreti bilmemiz de mümkün değildir. Bir perde önce, önemli iş yaptığı herkesçe bilinsin isterken şimdi şaşırtıcı biçimde bilinmeme çabası sarf eder. Her işin ulu orta yapılması gerekmez ama gizleme saplantısının en önemli yan etkisi, liyakati perdelemesidir. Perdelerin gerisinde gizleniyorsa bir kimsenin neye layık olduğunu, bir işe yetip yetmeyeceğini bilmek imkânsızlaşır.
***
Dini, siyasi, ideolojik veya başka bir motivasyona sahip, adı ne olursa, kaç kişi olursa olsun her yapı, insana özensizliğini yine insani kayıplarla öder. En iyisi, dudakları arasına kimsenin kaderini almamak ya da alabileceğini zannetmemek…

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.