The Circle’da kısa bir zaman önce kendisiyle mülakat yaptığımız gazeteci Ahmet Dönmez, Erdoğan’a sorduğu bir soru ile daha tanınır hale gelmişti. Benzer biçimde, kıdemli gazeteci Hasan Cücük de Danimarka’da bir basın toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sorduğu soru ile dikkatleri üzerine çekti. Orda, akıllarda kalan, Hasan Bey’in sorusuna verilen geçiştirmeli yanıt değil de, Danimarka Cumhurbaşkanı’nın hayretler içinde Abdullah Gül’e bakakalması olmuştu.
Twitter alemi netameli bir evren. Orda benim de Hasan Bey’le bir anım olacak. Üç dört yıl kadar önce (2013 ila 2018 yılları arasında adeta bir zaman kayması yaşadığımı farkettim şu an) yazdığım bir twite cevap vermişti Hasan Bey. Ben de mukabelede bulununca, artçı birkaç polemikal twit daha takip etti. Tam da bu esnada, Amerika’da mukim sevdiğim bir büyüğüm aradı ve Hasan Bey’den söz etti bana. Kendisinin nasıl ve ne kadar iyi biri olduğundan… O gün bugün, kendisine referans olan bu büyüğümün adesesinden bakarım Hasan Bey’e.
O, sanırım gurbetin kendisindeki Anadolu hallerini değiştiremediği kimselerden. Sesinden, yüzünden bunu çıkarabiliyoruz. Yazdıklarından da, bir şeyler yapabilmek için koşuşturan haza bir Hizmet gönüllüsü olduğunu. ‘Süvarinin de küheylanın da yetim’ olduğu şimdilerde insanların yardımına koşan, onların derdiyle dertlenen biri. Yaşadığı coğrafyada Hizmet adına pek çok ilklere imza atmış, temsil keyfiyeti olan, sahada ve aktif biri…
Ömrünün çoğu Dünya’nın en müreffeh ülkelerinden birinde geçmiş. Olaylara, Batılı yaşamdan devşirdiği deneyimden beslenerek sunduğu perspektif çok mühim. Sadece Danimarka’yla ilgili değil, tüm Avrupa ilgili özgün gözlemleri var. Okuyacaksınız aşağıda.
Bu yaz, Avrupa’ya gidersem bir şekilde kendisiyle görüşmek istediklerimden…
Kendinizi tanıtır mısınız?
Sıradan biri olarak sıradan bir hayat yaşadım. Anadolu’nun su ve elektriği olmayan toprak bir damda (ev) dünyaya geldim. Bir gurbetçi çocuğuyum. Babam ben doğmadan 3 yıl önce Danimarka’ya işçi olarak gitmiş. İlkokul 3’ü köyde okudum. O yıllara dair hatırladığım, sık sık değişen öğretmenlerimiz ve 5 sınıfın bir arada olmasıydı. İlkokul 4 ve 5’i taşındığımız ilçede okudum. Köyümün adı Abdallı, ilçemiz ise Şarkışla. Köyde yokluğun her çeşidi vardı. Fakir bir köydü. Bakallın bile olmadığı bir yerdi. Babam yurtdışındaydı ama paranızın olması bir şey ifade etmiyordu. Kış geldi mi, ilçe ile irtibatınız kesiliyordu.
Hayatımın dönüm noktası lise 1’de oldu. Ortaokul 2’ye kadar ilçede okuduktan sonra İstanbul’a taşındık. Bir yakınımızın da tavsiyesiyle Hizmet’le yolum lise 1’de kesişti. Anadolu’dan İstanbul’a gelen bir ‘taşralı’ olarak ilk başlarda utangaçlık vardı. Derslerim iyi olmasından dolayı arkadaş çevrem kısa sürede oluştu. Ancak Anadolu’dan kalma o mahcubiyet kısa sürede yerini ‘yırtıklığa’ bıraktı. Bazen kendimi bile tanımakta zorlanıyordum ama bu yeni yaşam tarzı da hoşuma gitmiyor değildi hani.
Lise 1’de Hizmet yurdunda kalmaya başladığımda eylül ayıydı. Bir ikindi namazı için meşhur Çamlıca Yurdu’nun camisinde elimi açıp, ‘Allahım şu insanlar gibi olmak istiyorum’ diye dua ettiğimi dün gibi hatırlarım.
Bir noktaya değinmeden geçmeyip, Hizmet yurdunda kalıyordum ama Nurcu’lardan nefret ediyordum. Artık nasıl bir şartlanmışlıksa Nurcu’ların insan olmayacağını düşünüyordum. Yurtta bunu dile getirdiğimde arkadaşlar bana gülüyordu. Aradan 6 gibi kısa süre geçince nefret ettiğim insanlardan biri olmuştum. İlginçti, hayatımda hiç Nurcu ile karşılaşmamıştım ama nefret ediyordum!
Yurt ortamı hayatımın en güzel yıllarıydı. Hakikaten Hizmet’in yüzünü ilk orada tanıdım. Hocaların ve belletmenlerin fedakarlıklarına şahit oldum. Benim için Hizmet, Allahın büyük lütfuydu. Yolum Hizmetle kesişmese çok farklı yerde olurdum. Olumsuz anlamda.
Şu anda neredesiniz? Ne işle meşgulsunuz?
25 yılı aşkındır Danimarka’dayım. Hayatım gazetecilikle geçti. Zaman Avrupa’nın ilk muhabirlerinden biriydim. Uzun yıllar meslekte kalan bir kaç arkadaştan biri oldum. Eğitim Fakültesi’ne gittim ama bitirmedim. İki yıl öğretmenlik yaptım. Bana uygun olmadığını görünce bıraktım. Gazetecilik virüsü bir kere bulaşmıştı. Kolay kolay bırakmıyordu. Ben de seviyordum. Danimarka gibi küçük bir ülkede olup da gazetecilikte zinde kalmak zordu. Zaten seyrettiğim futbolda kendimi geliştirip, İstanbul merkez için spor haberleri yaptım.
Sadece futbolla ilgili yazmadım elbette. Bir ülkede tek muhabir olunca tüm konuları yazmak durumunda kalıyordunuz. 2000 yılında Danimarka’da ilk aylık Türkçe gazete olarak Bahar’ı çıkarmaya başladım. Adeta tek kişilik kadroydum. Yayın yönetmeniydim ama haber yazıyordum, reklam alıyordum, reklamları hazırlıyordum ve mizanpajı yapıyordum. Bugün ilk sayıları hatırladığımda bozuk mizanpajına gülmeden kendimi alamıyorum. İş yükü ağırdı ama severek yapıyordum.
Mart 2009’da Zaman İskandinavya’yı çıkarmaya başladık. Günlük başlayan yayınımız yaklaşık bir yıl sonra haftalık olmaya başladı. Tirajımız günlük çıkarmanın maliyetini karşılamadığı için böyle bir karar aldık. 25 yıllık gazetecilikten sonra malum 15 Temmuz darbe kumpası bizi de vurdu. Yayınlarımız gelen tehditler, düşen okur sayısından dolayı kapandı. Şuan işsizim. Bir grup arkadaşın kurduğu TR724’de spor yazıyorum.
TR724 hakkında bilgi verebilir misiniz? Nasıl kuruldu, kimler calışıyor, amaçları, finans meseleleri?
Altını çizmek istediğim TR724’in idari kadrosunda değilim. İdari kadrosu var mı sorusuna da herhalde yok cevabı veririm. Benden spor yazmamı Ekim 2016’da rica ettiklerinde kabul ettim. Gazetecilikten kopmak istemiyordum. Avrupa’nın 8 değişik ülkesinde Zaman çıkıyordu, ama 15 Temmuz sonrası hepsi hızlı bir şekilde kepenk indirdi. 25 yıllık Avrupa’da geçmişi olan bir yayın kurumunun bu kadar kolay pes etmesini doğru kabullenmekte zorlanıyorum.Avrupa’da yaşayanlar olarak Türkiye’deki Hizmet’in 17/25 Aralık sonrası yaşadıklarını okumak ve anlamakta zorlandık. Hiçbir B planı yapmadık. Türkiye’nin 3 yıl yaşadığı süreçle biz ilk kez 15 Temmuz’dan sonra karşılaşınca abondene olduk. Şuan olayın şokundan hala çıkamadık.
Yeniden TR724 konusuna dönecek olursam. İlk başlarda arkadaşlar bulundukları yerlerden ve ailelerinin hala Türkiye’de olmasından dolayı müstear isimle yazıyordu. Benim de müstearla yazmamın uygun olacağını söylediler. Zira hakkımda gözaltı kararı çıkmış ve hedef isimlerden biriydim. Şu an herkes kendi adıyla yazdığı için kadronun kimlerden oluştuğuna söylemeye gerek yok. Finansını kim yapar bilmiyorum. Ben e-gazeteye abone olarak ve tanıdıklarımdan rica ederek katkı sağlamaya çalışıyorum.
Danimarka’da Hizmet Hareketi nasıl? Katkıları ve karşılaştığı güçlükler nelerdir?
Batı Avrupa’da ilk Hizmet’in okulunun açıldığı yer Danimarka’dır.Ağustos 1993’te Özel HAY Okulu açıldı. Danimarka’da Hizmet’in ilginç bir hikayesi var. Görevli hiçbir abi gelmeden bir grup genç Hocaefendi’nin vaaz kasetlerini dinleyerek Cemaat’in ilk halkasını oluşturmuş. O gün bu işe omuz verenler aynı iştiyakla devam ediyorlar. Hakikaten fedakarlık adına destan yazıyorlar. 1987’de bir villa satın almışlar. Taksidini ödemek için haftasonları gazete dağıtmışlar. Keza o dönemde hiçbir abi ekonomik bağımsızlığı olmayan anne- babasıyla beraber kalan, fabrikalarda çalışanlarmış. En yaşlısı 27, en genci 16 olan 20’e yakın abinin tohumları attığı Hizmet, 1993’te ilk meyvesini veriyordu. Bugün okul sayısı 10’un üzerinde bulunuyor. Maalesef, Türkiye’deki zihniyetin buradaki uzantıları öğrenci velilerine baskı kurarak çocuklarının okullardan alınmasını sağladı. Bundan dolayı ekonomik sebeplerden dolayı okullarımızdan kapanan oldu.
Hizmet okulları Danimarka’da Türk toplumunun eğitimine ciddi katkı sağladı. 1993’te okul açtığımızda ülke çapında 34 üniversitte, 105 lise öğrencisi Türk vardı. Sadece HAY Okulu aradan geçen 25 yılda 1500’e yakın öğrenciyi liseye gönderdi. Pizzacı ve manav olmaktan başka çıkış yolu olmayan Türklere yeni bir vizyon kazandırdı.
Sadece eğitim alanında değil, bir çok sahada Hizmet örnek programlar yaptı. Mesela, 2002’de kurulan Diyalog Forum bünyesinde 2009’da Ortak Akıl Platformu oluşturduk. Amacımız Türkiye kökenli politikacıları biraya getirip, hem Türklerin hem de Danimarka’nın sorunlarını tartışmak ve çözüm yolları bulmaktı. Daha önce benzer girişimler olmuş ancak, yürümemişti. Sebebi, kim başkan olacak olunca bir kaç buluşma sonrası girişim akim kalmıştı. Biz ise başkanlığın olmadığı herkesin kendini ifade ettiği bir platform kurduk. Ayrım yapmadan ülkede bulunan 30 küsür politikacıya davet gönderdik. 8 kişiyle başlayan Ortak Akıl Platformu toplantıları 28 kişiye kadar ulaştı. Farklı partilerde siyaset yapan, dünya görüşü olarak birbiriyle zıt insanları ortak masa etrafında buluşturduk. Önyargıların yıkılmasını sağladık. Nisan 2012’de Ankara’ya 15 kişilik bir heyetle gidip AKP’den Hüseyin Çelik’le, CHP’den Gürsel Tekin’le, MHP’den Oktay Vural’la ve HDP’den Altan Tan’la görüşüp Danimarka’da yaşayan Türklerin, Türkiye’den çözülmesi gereken sorunlarını ilettik. Tüm partilerin ortak kanaati, Avrupa’dan ilk kez bir heyet gelip, sorunları dile getiriyor oldu. Danimarka’da ise Eğitim bakanıyla görüşüğ Türkçenin bazı okullarda seçmeli ders olmasının önünü açtık ve emeklilerin bir seferde 6 ay izin yapmasını sağladık.
Sıradan salonlarda program yapan Türkler, Hizmetle 5 yıldızlı otellerde program yapmayı gördü. İşte son 2 yıldır biz piyasan çekildik. İşte meydan. Arkanızda devletin gücü de var. Buyurun program yapın… Örneğin, biz Danimarka Meclis’inde 4 yıl üst üste iftar programı yaptık. Haydi buyurun yapın. Bırakın iftar programını Meclis’te bir program düzenleyin.
Avrupa’da Hizmet Hareketi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Genel itibariyle…
Avrupa’da Hizmet, Türkiye’deki herhangi bir ilinin izdüşümü gibi gelişti. Türkiye’de olan Hizmet yapılanmasının benzerini Avrupa’ya taşıdık. Hedef kitle olarak Türkleri seçtik. Türkiye’den tek farkı Avrupa yapılanmasının ’diyalog faaliyetleri’ oldu. Ancak diyaloga yeterince önem verildi mi? Doğrusu buna gönül rahatlığıyla evet demem zor. Biraz da kerhen diyalog yaptık. ’Herkes diyalogçu’ gibi sahaya yansıması ve gerçekliği olmayan bir slogan geliştirdik.
Avrupa’da Hizmet 30 yılı aşkın bir zamandır olmasına karşılık, burada yetişen gençlere görevler vermedik. Hala karar merciinde Türkiye’den tayinle gelenler bulunuyor. Hocaefendi’nin ’Gittiğiniz ülkelerde idareyi kısa zamanda yerlilere terk edin’ tavsiyesini maalesef Avrupa’da görmedik. Türkiye’den gelenlerle, Avrupa’da yetişen arasında bir nevi kuşak çatışması yaşadık. Türkiye’den gelenler, Avrupalıda yetişenleri ’aşırı kuralcı, esnek düşünmeyen’ olarak tanımlarken, Avrupa’da yetişenler Türkiye’den gelenleri, ’Kuralları bilmeyen, burayı Türkiye gibi sananlar’ olarak gördü. Her iki tarafında haklı olduğu yerler vardı ancak ortak noktada buluşma imkanı da yok değildi.
Bir örnek vereyim: Yukarıda bahsettiğim Danimarka’da açılan ilk okulumuz olan HAY Okulu’nun binası küçük gelince yeni bir binaya ihtiyaç oldu. Dönemin Kopenhag Büyükşehir Belediye Başkanı Jens Krammer Mikkelsen, okulu ziyaret ettiğinde bu konu dile getirildi. Bir öğrenci velimiz ’Gördüğün gibi okulun kapasitesi bu kadar. Daha çok öğrenciye hizmet vermek istiyoruz ama siz yardımcı olmuyorsunuz’ dediğinde siz binayı bulun ben yardımcı olacağım sözünü verdi. Binayı bulduk ama bir sorun vardı. Bina imar planında sanayi bölgesinde gözüküyordu. Bölgenin sanayi ile bir alakası yoktu, ama yıllar önce çizilen imar planında böyle kalmıştı. Binayı alıp imzayı attık. Belediye başkanı ’Dışarıya bir çivi çakmayın ama içeride istediğiniz düzenlemeyi yapın. Biz konuyu çözeceğiz’ dedi. Meclis’teki tanıdık milletvekillerine konuyu açtık. Bir vekil ’Bu konu masa önünden çözülecek bir konu değil. Masa arkasında çözmemiz gerekir’ dedi. Yani rutin prosedürle çözülmez demek istiyordu. Kısaca belediye ve mecliste yaptığımız görüşmeler sonunda 800 yıllık Kopenhag tarihinde ilk kez bir bina için bölgenin imar planı değişti. Normal şartlarda böyle bir şey sözkonusu olmazdı. Ama isteyince olmuyor değildi!
İşte kuşak çatışması dediğim budur. Türkiye’den gelen birine göre imar planı değiştirmek belediye başkanının bir imzasına bakar, Avrupa’da yetişen içinse kanunda ne yazıyorsa o olur. Ortak nokta ise uğraşırsan 11 ayda plan değişir.
Maalesef Avrupa Hizmeti olarak sadece Türkleri hedef kitle seçtik. Yaptığımız tüm faaliyetler Türklere yönelikti.Dil bilmeyen, geldiği ülkede en fazla 4-5 yıl kalmayı düşünenlerin günü kurtarma adına yaptıkları faaliyetlerin faturasını bugün net olarak görüyoruz.Bazen bulunduğum bölgede öyle toplantılara şahit oluyordum ki, sorumlu kişiler ne yaşadıkları ülkenin dilini ne de kültürünü biliyordu. Sağdan soldan kulaktan duyma bilgilere birazda kendi tecrübelerinden harmanlayarak yaşadıkları ülke analizleri yapıyorlardı. Dinleyenler saygıdan dolayı ses etmiyordu ama körün fili tarafi gibi analizler ortaya çıkıyordu!
Ekipçilik olayı işin ayrı bir boyutu. Nedense benzer isimlerin aynı isimlerle çalışma özelliği vardı. Gelirken zaten ekibiyle geliniyordu. Bugün geriye baktığımda bu insanlar için kötü niyetli diyemem. Ancak tayin olduğu ülkede ’ölmeyi’ değil 4-5 yıla dönmeyi düşüncesi onları verimli kılmıyordu. Uzun vadeli planlar yapmaya gerek duymuyorlar. 4-5 yıl durumu idare eden işler yapılıyordu. Bugün bunun faturasını ağır ödüyoruz. Her giden arkasında enkaz bırakıyor. Böyle isimler için tayin bir nevi mükafat oluyor. Gideni kimse hatırlamıyor ama faturayı arkada kalanlar ödüyor. Artık özellikle tayinler konusunda bir başarı kriteri olması lazım. Tamam yeni bir ülkeye gitmek fedakarlık ama görev vermede fedakarlık tek başına yeterli olmamalıdır.
Avrupa’da şartların bize sunduğu imkanları yeterince değerlendiremedik. Büyük fırsat kaçırdık. Gelen muhacirlerle Avrupa’da Hizmet’in bir kaç yıl içinde çehresinin değişeceğine inanıyorum. Artık büyük kitleye hedeflenmiş bir Hizmet var. Elbette niyet sadece Türklere yönelik hizmet değildi ama ’hazır müşteri’ olunca ekstra bir çaba sarfetmeden olanla yetinmenin faturasını bugün acı şekilde ödüyoruz. Dün bizim programlarımızda birinci sıraya oturmak için yarışanlar, bugün bize hakarette ilk sırada yer alıyor.
Bu konuda bir hayal kırıklığımda burada yetişen arkadaşlar. Evet, yeterince ’adam yerine’ konup, vazife verilmedi. Ama bugün bu arkadaşların pasifliğini içime sindiremiyorum. Evde yangın çıkmış, herkesin eline su kovasını alıp koşması gerektiği günlerde ufak-tefek takıntıların esiri olup, geride durmayı… gerisini getirmeyim.
Hizmet medyası?
Hizmet medyası derken ben iki cepheden bakacağım: Türkiye ve Avrupa.
Bugün geçmişe dönük bazı eleştiler yaparken devrin şartlarını bilmek gerekiyor. Bugünün şartlarıyla geçmişi değerlendirdiğinizde veya araba iyi giderken ses etmeyip kaza yapınca ahkam kesmeyi doğru bulmuyorum. Şuanda Hizmet’te günah keçisi olarak ilk sıraya medya oturtulmuş durumda. 1980’li yılların ortamını düşünmek gerekir. Elinizde tek Sızıntı dergisi var. Sağın devasa kalemlerinin kapısını aşındırıyorsun, bir kez dergiden bahsetsin diye. Adınız ’mürteciye’ çıkmış. Keza, Hizmet’in ilk medyası olan Zaman’ı kurucuları Hizmet mensupları değildi. Kurulup idare edilemeyince Hizmet devreye girmiştir.
Tamam elimize eleştiri baltasını alıp Hizmet medyasını dövelim, ama öldürmeden önce az insaf edelim. Şu anki çamur medyasıyla kıyası bile kabil değil Hizmet medyasının. Yayın politikasına benim de ciddi eleştilerim vardı. Örneğin her hafta basma kalıp olarak aynı şeyleri söyleyen partilerin grup toplantılarının haberleştirilmesini anlamsız bulurdum. Muhabir arkadaşlara acırdım.
Ekrem Dumanlı’yı, Hidayet Karaca’yı veya diğer üst düzey isimleri hedefe koymak kolay şimdi. Ama herkes dürüstçe çıkıp şunun hesabını versin, hangi ilin, ilçenin veya beldenin abisi o ilin, beldenin ve ilçenin siyasileriyle içli-dışlı olmadı?Yolsuzluk haberleri neden 17/25 Aralık öncesi girmedi diyenler biraz da bunun nedenini hizmet-siyaset yakın ilişkisinde arasın. Bağımsız gazetecilik yapamadık. Dengeleri gözetmeden işimize odaklanamadık. Hatalarımız var mı? Elbette var. Bugün bunu eleştiren arkadaşlar –bende dahil- zamanında çıkıp elimizi masaya vurup istifa ettik mi? Dışarda eleştirip içerde sustuysak sorumlu birazda biziz. Ha ben söyledim diyen arkadaşlar var. Onlara neden istifa etmedin diye sorarım. Amacım birilerini döğmek değil. İnsanın olduğu yerde hata olur. Eleştirdiğimiz insanların yerinde olsak acaba biz nasıl davranırdık? Bazen davulun sesi uzaktan kulağa hoş geliyor. Rahmetli Mehmet Ali Birand çok başarılı bir gazeteci ama Milliyet’e yayın yönetmeni olunca göreve ancak bir kaç gün dayanmış biriydi.
Türkiye’ye sık giden biri olarak İstanbul günlerimin çoğunluğu gazetede geçiyordu. Bugün duyduğum eleştirileri o gün de dile getirenler olduğu gibi, toz pembe bir dünyada yaşayanlar da vardı. Bana Avrupa çöküyor ne zaman Türkiye’ye döneceksin diye takılanlar oluyordu. Ben de aylık 12 bin tl maaş verirseniz gelirim deyip ilave ediyordum; Avrupa bugün yerinde dursa, Türkiye bu hızla ilerlese ancak 50 yılda yakalarsınız diyordum. Bugün eleştirdiklerimizi zamanında çıkıp yüksek sesle söylesek daha anlamlı olurdu. Son olarak şu soruya cevap verelim; Hizmet medyası hangi büyük suçu işledi ki, haramice el konuldu. Olsa olsa gazetecilik hatası yapmıştır. Bugünkü çamur medyasıyla kıyaslamıyorum bile. Ayrıca hadi Zaman & STV direk Hizmet medyasıyla ya Koza- İpek? O ne yaptı? Akın İpek, Ankara’dan gelen talimata ’evet’ deseydi, bugünkü medya patronları gibi medyasını Saray’ın emrine verseydi başına bu işler gelir miydi? Hizmet bugün doğru yerde durmanın bedelini ödüyor.
Gelelim Avrupa’daki Hizmet medyasına. Zaman, 1992’de Avrupa’da çıkmaya başladı ama gazeteci yetitiremedik. Çünkü yatırım yapmadık. Bunun vebali hem Avrupadakilerin hem de İstanbul merkezin üzerindedir. Medya olmazsa olmaz deyip muhabire yatırım yapmadık. Gazeteci temsilciliği adı altında ’Hizmet içi bürokrasi’ ürettik. Aslında ’abinin’ yakın mesai arkadaşı olacak, abone temsilciliğinden öte bir vazifesi olmayan temsilciler türedi. Bunlar haber yazmayı basitlik olarak gördüler. Koskoca temsilci haber mi yazar? Ortalık temsilciden geçilmiyordu ama haber yazacak muhabir yoktu. Son dönemde Avrupa’nın 8 farklı ülkesinde Zaman çıkıyordu. Onlarca haber yazan vardı. Şimdi nerdeler? Çünkü çoğunluğu gazeteciliği bir meslek olarak görmedi. Gazetelerin başına hayatında haber yazmamış yayın yönetmenleri getirildi. Nasıl olsa mesleği gazetecilik olmayınca, gazeteler kapanınca daha önceki yaptıklara işlere geri döndüler. İstanbul merkez, bizi Avrupa’daki abilerin insafına bıraktı. Ben gazeteye 1992’den itibaren yazmaya başladım ama maaş almaya 2002’de başladım. Neden? Sebebi basit; günde 2 haber yazmak kaç saat alır? 4 saat diyelim. Günlük 4 saat çalışan için fulltime maaş verilir miydi? İşte maalesef zihniyet buydu. Bakın meydanda bugün yine bizler kaldık. Benim yapacak başka işim yok. Temizlik yapmaktan, pizza yapmaktan gocunmam ama bu mesleğe yıllarımı verdiysem kolay pesetmek istemiyorum. Bırakıp gitmek en kolayı. Dile getirdiğim sorunları Avrupa’da muhabir olupta yaşamayan arkadaş yoktur. Durum son dönemde değişmişti. Ama uzun yılların ihmalinin faturası ağır oldu.
İçerden eleştilerle ilgili değerlendirmeleriniz? Ve Hareket’le ilgili kendi eleştileriniz var mı? Varsa neler?
Son dönemde yapılan içerden eleştilerin tamamını okuyorum. Hiç kimsenin yaptığı eleştiriden dolayı dışlanmasını doğru bulmuyorum. İstifade ettiklerim olduğu gibi, vakit israfı olarak okuduklarım da oluyor. Niyet okuyucu değilim, kimsenin kalbini açıp bakmam sözkonusu değil, ama bazı eleştileri çok sığ buluyorum.
Hizmet, refanslarını dinden alan bir hareket. Hizmet’i ’seküler bir yapı’ olarak görürseniz yaptığınız eleştiler doğrudur. Hocaefendi’yi o zaman bir CEO olarak görmek gerekir. Yolun kaderi diyeceğim kaderci ilan edecekler ama kader benim imanımın bir parçası. Kimse bana bu yolda dünyada cenneti vaat etmedi. Ne yapsak engel olamazdık diyenlerden de değilim ama şimdi Allah aşkına şunun cevabını verin; 17 bin kadın, 700 bebek hangi suçu işledi de hapiste? Geçtim erkekleri. Buna cevap verelim. Akın İpek’in, Boydakların, Nakipoğulları’nın ve daha yüzlercesinin suçunu yazında bilelim.
Hizmet, bu kirli dünyada temiz kalmanın bedelini ödüyor.Doğru yerde durmanın bir bedeli olacak. Kim bilebilirdi; bizimle aynı safta namaza durup, gözyaşı dökenler, Hizmet’e bizden daha çok sahip çıkanların bugünün en büyük zalimi olacağını? Yaşayıp öğrendik. Hakikaten siyasetçi sadece oy ütmeyi düşünürmüş. Acı oldu ama öğrendik.
Yarın bugün yaptığımız eleştilerden ziyade, bu felaket günlerinde neler yaptıklarımız hatırda kalacak. Yangın çıkmış binamızda. Önce yangını söndürelim sonra zaten nerede hata yaptıysak oturup tartışıp, sorumluyu buluruz.
Eleştilerin hedef noktası, bürokrasi oluyor. Hizmet, kavun- karpuz yetiştirmedi. Eğitim faaliyetleri yapacaksın, insan yetiştireceksin sonra bunlar bürokraside görev almasın diyeceksin. Neden? Bunlar başka bir ülkenin vatandaşımı? Sorun Hizmet’te değil sistemde. Türkiye’de Danimarka demokrasisi vardı da Hizmet ’gizli’ yapılanmaya mı gitti? Daha düne kadar askeriden irtica adı altında namaz kılanlar atılmıyor muydu? Türkiye’nin sorunu sadece Hizmet’e mahsus değildi. Hangi Alevi göğsünü gere gere ’Ben Aleviyim’ diyebiliyor bürokraside. Başından beri hep aynı şeyi söylüyorum; kim suç işlediyse hesabı sorulsun. Devlette likayatı olan herkes görev alır. Kim emirleri kanun ve yönetmenliklerden değilde bağlı bulunduğu tarikat, cemaat liderinden alıyorsa hesap sorulsun. Bürokrasi deyince Hizmet’ten olduğu ifade edilen polislerin yaptığı 17/25 Aralık operasyonları geliyor. Bir grup polis, Hizmet’i kayaya çarptı deniliyor. Dosyanın içerğine bakmak lazım. Şuan hala üst düzey bir gazetenin yönetisine bir Avrupa muhabiri 17/25 Aralık’ı sorunca ’Buz gibi yolsuzluk operasyonu, hepsi doğru ama patronun ilişkilerinden dolayı yazamıyoruz’ demiş. Yine Türkiye’de emniyette önemli görevlerde bulunmuş birine sorulduğunda ’Kesinlikle doğru bir operasyon’ demişti.
Sizin eleştiriniz?
Elbette var. Artık ’vazife istenmez verilir, verildiğinde itiraz edilmez’ klişesinin rafa kalkması lazım. Likayat olmazsa olmaz kural olmalı.
Ekipçilik yapanların önü kesilmeli.
Herkes hesap vermeli. Yıllarca aynı koltukta idarecilik yapanlar, başarı grafiğini ortaya koymalıdır. Bir abinin sevdiğim bir sözü var; ’Bu Hizmet’te herkesin yedeği var, Hocaefendi hariç’. Kimse bulunmaz hint kumaşı değil. Hesap verebilir, başarı kriterinin olduğu bir Hizmet ortamı olması lazım. Bölgeciden, okuldaki öğretmene kadar herkes buna dahil olmalıdır.
Hareket’in lider Fethullah Gülen’le ilgili değerlendirmeleriniz nedir?
Fethullah Gülen, benim için Hocaefendi’dir. Hizmet mensupları olarak Hocaefendi’yi son dönemde yalnız bırakıp, vefasızlık ettiğimizi düşünyorum.Dışardan bu kadar zalimce ve alçakça saldırı varken, biz yeterince sahip çıkamadık. Hocaefendi’yi 50 yıldır ortaya koyduğu işler en güzel şekilde anlatıyor. Ancak benim için Hocaefendi’yi farklı kılan bugün acı yüzünü gördüğümüz Türkiye toplumunda pırlanta gibi insanlar yetiştirmesidir. Elbette Hocaefendi de insan. Hatadan beri değil. Ama rica ederim, baltayı alıp dalmadan önce az insaf edelim…
Hareket’in geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Yine kaderci diyecekler bana, ama Allah’ın bitirdiğini kimse bitiremez! Biz kendi içimizde bozulmadıkça yolumuza devam ederiz. Bu dünya imtihan dünyası. Bunu baştan kabul ediyorsak sorun yok. Elbette çekilen acılar yüreğimizi dağlıyor. Hayatımızda tad-tuz kalmadı. Hergün baldıran zehiri içiyoruz.
Hizmet’i farklı kılan aksiyoner olmasıydı. Evet sarsıldık. Evet hasar gördük. Evet kayıplar yaşadık. Hangi suçu işledik ki bunlar başımıza geldi? Biat etseydik gelir miydi? Bence Hizmet işte o zaman biterdi. Bugün Hizmet’i bitirmek için yola çıkanlar, Türkiye’de cemaatleri bitirdi. Hizmet kervanı yoluna devam eder.
Benim derdim, Hizmet’in ne olacağı değil, benim ne olacağım. Ben bana düşen vazifeyi yapma derdindeyim. Kendi hesabımı vereceğim, başkasının değil. Hizmet’in sahibi var. Biz kendi içimizdeki saffet ve samimiyeti koruyup, yeni şartlara göre hareket planı yapıp, geçmişin hatalarını tekrarlamazsak uzun soluklu olarak yolumuza devam ederiz.
Ayrıca bugün Hizmet bir testen geçiyor. Düne kadar söylemlerimiz teoride kalıyordu bugün pratikte gösterdik. Bu baskıya uğrayınca şiddete başvurup- vurmayacağımızdı. Çünkü benzer baskıya maruz kalan hareketler şiddete başvurup, marjinalleşmişti. Hizmet’in bu sınavdan yüz akıyla çıktığına inanıyorum. Bunun sebebi de bizi yetiştiren zatın ortaya koyduğu prensipler ve hayatımıza verdiği yeni yöndür.
15 Temmuz?
Mayıs 2016’da Bakanlar Kurulu kararıyla terör örgütü ilan edilen Hizmet’in ’silahlı’ olduğunu gösterme adına ortaya konmuş, çok başarılı bir projedir.
15 Temmuz olmasa Hizmet’le mücadelede bu kadar hızlı sonuç alamazlardı. Bir haraket kimin işine en çok yarıyorsa, faili onlardır. Hizmet’in darbe yapması için cinnet geçirmesi lazım. Hizmet’ten olup da katılanlar varsa, Hizmet’e ihanet etmişlerdir. Tel tel dökülen bir darbe senaryosu var ortada. İnsan aklına hakaret gibi. Ama kimin umurunda! Zalim, mazlumu yemeyi kafasına koymuş. Benim duruşum net; yerim demokrasinin yanıdır. Farzı muhal Hizmet darbe yapacak olsa, arkadaş yolum burada ayrılıyor derim.
Meriç?
Ben Sivaslıyım. Kızılırmak bizim için hayat kaynağı olduğu kadar hüzündür. Kızılırmak’ta boğulanlar üzerine onlarca türkü yakılmıştır. Meriç de Hizmet’in Kızılırmak’ı oldu. Özgürlük ile ölüm arasında bir hat artık Meriç.
Son olarak söylemek istedikleriniz?
Allahın bir lütfu olarak Hizmet’le tanıştım. Hizmet benim hayatıma bir anlam kattı. Bugün bir adım varsa bunu Hizmet’e borçluyum. Dünyaya bin kez gelme imkanım olsa yine Hizmet içinde olmayı tercih ederim. Hayatımda pişmanlıklarım, sadece üzerime düşen vazifeyi yeterince yapamadığımla ilgilidir. Melek misali arkadaşlar tanıdım. Kurtuluşumu bu arkadaşlar arasında olmakta gördüm, görmeye de devam ediyorum. Bizim oralarda gelinler ’Ben bu eve alımla (gelinlik) geldim, salımla çıkarım’ dermiş. Benim için en büyük ödül son nefesi bu daire içinde vermektir.
Bakın 4 yıldır hakkımızda söylenmedik söz kalmadı. İnanın her gece ’Acaba bunlar doğru mu?’ diye muhasebe yaptım. İnanın söylediklerinde tek bir doğru görsem çeker giderdim. Ben ahiretimi kimse için yakmam. Bütün bu olanlara karşı iradi olarak Hizmet cephesinde bulunuyoruz. Şayet bu dedikleri gibiysek ne dünya da ne ahirette yatacak yerimiz yok. Ya peki öyle değilsek? Bize bu iftiraları atanlar bunu biraz düşündük. Çünkü biz değişmedik. Aynıyız. Herkes ama herkes yerin altını düşünerek adımını atsın.
Bugünler elbette geçecek. Yarınlar ne getirir bilinmez ama bizim yeni şartlara gore Hizmet’e devam etmemiz gerekir.
Bu Yayına Yorum Yapın