Baba Soğuğu Ve Mandalina | Hakan Zafer
Kar yağıyor.
Beş onu birbirine sarılmış gibi lapa lapa yağıyor.
Hazır, yanımda bu şahane tablonun seyrini, “Biliyor musun, kar taneleri yere düşerken birbirine asla çarpmazlar” diye vaaz verenim de yokken, bu haftanın konusunu erteleyip içimden geçenleri yazmak istedim.
***
Şimdi daha anlamlı gelen, çocukluğumdan zihnime tutturduğum iki raptiye var: Baba soğuğu ve mandalina.
Bende kışın imajı bunlar. Dışarıdan, gocuğunun tüylü yakasında soğukla, elindeki filede mandalinayla gelen baba. Soğuğu kendi çekip lezzeti yavrularına getiren dev omuzlu bir varlığın etrafını sarmanın sevincini de kuzularının kapıya koşup etrafına toplaşacağı neşesiyle yere basarken gösterdiği dikkati yitirecek kadar acele eden üşümüş babanın merhametini de her zaman arıyor insan.
Epeydir, her durumda babacan bir tavra olan açlığımız ve ağızda tat namına bir şey kalmadığından oluyor galiba.
Hepimiz yorulduk. Duygu dengemiz alt üst oldu. Beklenmedik soğuklara dayanmaya çalışıyoruz. Kimimiz daha çok yoruluyor ama kimse nasipsiz kalmıyor soğuktan.
Devlet baba da merhametsizmiş meğer. Soğuğu evlatlarına çektiriyor. Kiminin sırtını sert eliyle yalandan yere sıvazlayıp kurşunların önüne atıyor, kimini hapishane köşelerinde esir tutuyor. Hasta yatağında, ameliyat masasında bile bileklerine kelepçe takıyor evlatlarının. Kimine gökyüzünü haram ederken kimilerini denizlerde boğuyor. Kireç kuyularında erittiği de var, yaftalayıp diline düğüm atarak açlığa mahkûm ettiği de. Kurtulanın sırtına da sürgünlerde özlem yüklüyor.
İnsan işte… Ömrünü adadığı memleketinden bulamayınca merhameti, o ömrün içinden hatıralara tutunuyor.
Yola İşaret Dökmek
Masal malumunuz. Fakir adam eşini kaybedince iki çocuğu Hansel ve Gretel ile ortada kalır. Yeniden evlenir. Üvey anne evlatlıklara hiç iyi davranmamaktadır. Geçim sıkıntısı, üvey annenin hırsı derken çocukları bir bahaneyle ormana götürüp bırakma planı yapılır. Korkunç planı öğrenince Hansel, ormana bırakılacaklarından bir gün önce cebine çakıl taşları toplar. Ertesi gün orman yoluna giderken taşları yola aralıklarla bırakır. Baba ve üvey anne, çocukları ormana terk edip eve döner. Çocuklar, akşama kadar babalarının merhamete gelmesini beklerler. Umudu kesince, sabah Hansel’in döktüğü çakıl taşlarını takip ede ede eve dönerler. Üvey anne, planı bir kez daha uygular. Bu defa Hansel, yere ekmek parçaları döker. Yine ormanda bırakılırlar. Gelen giden olmayınca yola düşerler ama bu kez işaretleri bulamazlar. Ekmek kırıntılarını kuşlar yediği için ormanda kaybolurlar.
Masal devam ediyor ama buraya kadar olanı demek istediğimi anlatmam için kâfi.
Kaybolmamak için güzel günlerin dönüş yoluna hiç olmazsa zihninde, Hansel’in yere döktüğü, kuşların kapıp götüremeyeceği çakıl taşları gibi takip edebileceği hatıralar bırakmaya göstereceği özenin, insanı canlı tutacağına inandım hep. Arada eski fotoğraflara bakmanın, geriye gidip işaretlediği güzel yerlerin, anların, insanların ve yaşanmışlıkların, yürüdüğü yoldan insanın toplayacağı izler olduğuna inanıyorum.
Son dönemlerde aklıma düşen bir şey daha var: Hatıralarından utanmamak.
Kendi ormanında bekleyenlerin, iz sürmeye çalışanların bu esnada dikkatlerini uyanık tutacak bir hal bu. Hata etmekten geri durduran bir güç gibi hatıralarına hürmet etmek, kişinin kendisiyle çelişip geçmişine yok yere kıymaktan kurtulması için bir otokontrol aracı olarak hatıralar toplamak da bizi başkalarından yersiz merhamet beklemenin soğuğunda üşütmeyebilir.
Son Söz
Nobel ödüllü Polonyalı şair Czeslaw Milosz, hatırlamanın, kullanılması gereken bir silah olduğunu söylüyor. Zaten başka silahlara meyletmemiş masumların elinde kalan da her zaman, hatırlamak oluyor. Neyse ki ona kimse karışamıyor.
Bu Yayına Yorum Yapın