Kulun Manevî Sığınağı - Mehmet Ali Şengül
Duâ, insanda doğuştan var olan bir duygudur. İnsanın en
güçlü silahı duâdır. Duâ, insanın Rabbi ile irtibâtını sağlar. Kulun
Allah’a olan ihtiyâcını hissetmesidir. İnsana kulluğunu hatırlatır.
Duâ, maddî hastalıkların vesîlesi olan stres, sıkıntı ve dertleri
izâle eder, giderir. Zorlukları yenme duâ iledir. Duâ, mü’min için
Allah’a karşı mânevî bir sığınaktır. Duâ, görünür görünmez, güç ve takat
yetişmez her türlü kazâ, belâ ve musîbetlerden insanı korur.
İnsan sadece sıkıştığı zaman değil, her an ve hâlükârda duâ etmeli,
Allah’a sığınmalıdır.Duâ, mü’minin hayâtının ayrılmaz bir parçası
olmalıdır.
Duâ da bir isteyen vardır. O, âciz
bir kuldur. Bir de, istenen vardır ki, O (cc) zerrelerden kürelere
semeklerden sistemlere kadar bütün mevcudatın tek hâkimi, tek sâhibi
Allah’dır. O (cc), hiçbir şeye muhtaç olmayan, herşeyin kendisine muhtaç
olduğu mutlak kudret sâhibidir.
Efendimiz (sav); “En faziletli ibâdet duâdır.” (Hakîm)
“Duâ, ibâdetin özüdür.” (Tirmizi)
“Biliniz ki Allah, gâfil bir kalpten gelen duâyı kabul etmez.”
(Tirmizi) buyurmaktadır. Binâenaleyh insan, irâdî ve şuurlu bir
şekilde, kime duâ ettiğinin farkında olarak, dilini kalbine tercüman
olarak kullanmalıdır.
Şartlarına uygun, ihlâs,
samîmiyet, vefâ ve sadâkat duygusu ile yapılan duâları, Cenâb-ı Hak
kabul buyurur. Duâ, Allah’a îman etmenin gereğidir. Her hayırlı işte
olduğu gibi, duâya da ‘Euzu Besmele’ ile başlanmalıdır.
Efendimiz (sav); “Biriniz duâ ettiği zaman, Allah’a hamd ve besmele
ile başlasın, sonra Peygambere salât etsin, sonra dilediği duâyı
yapsın.” Buyurmuşlardır. (Tirmizi)
Efendimiz
(sav); “Üç kişinin duâsı reddedilmez: Oruçlu kimsenin, âdil idâreci ve
zulme mâruz kalan mazlumun duâsı.” Buyurmuşlardır. (Tirmizi, İbn-i Mâce)
Efendimiz (sav); “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, secde anıdır. O
anda çok duâ ediniz” (Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî) tavsiyesinde
bulunmuşlardır.
Rabbimiz’de (cc), “Duâ edin
kabul edeyim” (Mü’min, 60) ve “Duânız olmazsa ne kıymetiniz
var?”(Furkan, 77) îkâzında bulunmuştur.
Duâ,
mü’minler için mânevî bir sığınaktır. Moral ve güç tazeleme kapısıdır.
İnsan sâdece sıkıntı ve zor anlarında değil, huzurlu ve mutlu olduğu
anlarda da duâ etmelidir. İnsanın zorlukları yenmesi, işlerinde başarılı
olması duâya bağlıdır. Allah inâyet etmezse insan, maddî mânevî hiçbir
şeyde başarılı olamaz.
İnsan aczini, zaafını
farkedip, sebeplerde kusur yapmadan, Müsebbibü’l esbab’a, Allah’a
yalvarmalı ve her an O’na muhtaç olduğunu duâ ile îtirafta bulunmalıdır.
Çünkü Allah (cc); zerreden kürelere, semekten sistemlere, bildiğimiz
bilmediğimiz bütün mevcudatın sâhibidir.
Efendimiz (sav); “Duâ (rahmet kapılarını) açan bir anahtardır.” (Suyuti)
; ve yine Allah Rasûlü (sav); ‘Allah katında duâdan daha şerefli bir
şey yoktur’ (Tirmizi) buyurmuşlardır.
İnsanın
hayatındaki en değerli an, Rabbü’l âlemin olan Allah’la başbaşa kaldığı
zaman dilimidir. Hûd sûresi 61.âyette; “...Çünkü Rabbim kullarına çok
yakın ve onların tövbe ve duâlarını kabul edendir.”,
Hadid sûresi 4.âyette; “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.” ,
Kâf
sûresi 16.ayette de; “İnsanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin
kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de Biz pek iyi
biliriz. Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Buyrulmaktadır.
Bakara sûresi 186.âyette; “Kullarım Beni senden soracak olurlarsa,
bilsinler ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ edenin duâsına icâbet
ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icâbet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik
etsinler ki, doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler.”
raf sûresi 182.âyette; “En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu
isimlerle O’na duâ edin. O’nun isimleri konusunda haktan sapanları
terkedin. Onlar işlediklerinin cezâsını çekeceklerdir.” Buyurmaktadır.
Kudsî hadiste de Cenâb-ı Hak; “Beni zikrettiği ve dudaklarını benim
için hareket ettirdiği zaman ben kulumla beraberim” (Hâkim) buyurmuştur.
Hz.Yunus (as); inanmayan, kendisini dinlemeyen kavminden ayrıldı.
Ayrıldı ama, -lihikmetin- kendini balığın karnında buldu. O anda
sebepler bilkülliye sukût ettiği için, Müsebbibül esbâb’a bütün kalbiyle
yönelip; ‘Yâ Rabbi! Sensin İlah, Senden başka yoktur ilah, Sübhansın.
Bütün noksanlardan münezzehsin, Yücesin. Doğrusu kendime zulmettim,
yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!” diye yalvardı.
İrtikâp etiği zelleden dolayı, ‘kendime zulmettim, yazık ettim’
diyor, cürmü üzerine alıp Allah’dan affını diliyor. Cenâb-ı Hak duâsına
icâbet buyurup balığı bir denizaltı gemisi hükmüne getiriyor; sahil-i
selâmete çıkıp, şecere-i yaktin altında gözünü dünyaya açıyor. Daha
sonra kavmine geri döndüğünde, onların büyük çoğunluğunun îmanla
şereflendiğini müşâhade ediyor.
Hz.Üstad, bu
vak’ayı Birinci Lem’a’da rapor ederken; ‘Hz.Yunus’un (as) durumundan yüz
derece daha müthiş bir vaziyetteyiz’ diyor. Çünkü, onun hûtu -balığı-
yüz senelik bir hayâtı mahvederken, bizim hûtumuz yüz milyon seneler
hayâtın mahvına çalışıyor’ diyerek, âhiret hayâtını kazanmamız için
dikkatlerimiz celbediyor.
Hz.Eyyub (as), zâhirî
hastalıkları karşısında, ‘Yâ Rab! Zarar bana dokundu. Lisânen zikrime ve
kalben ubûdiyetime halel veriyor’ diye yapmış olduğu münâcâtına
mukâbil, duâsının kabul buyrulduğu Enbiya sûresi 84.âyette ifâde
edilmektedir:
“Biz de onun duâsını kabul buyurup
katımızdan bir lütuf ve ibâdet edenlere bir ders olmak üzere,
hastalığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlarını bir misliyle
beraber vermiştik.”
Aynı şekilde sabır kahramanı Hz.Eyyub’un (as) durumunu yine Hz.Üstad şöyle değerlendiriyor:
‘Hz.Eyyub’un (as) zâhirî hastalıklarının mukâbili, bizim batınî ve
ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek,
Hz.Eyyub’dan daha tehlikeli bir görünüm arzetmiş oluruz.’ (Lem’alar)
Helâket ve felâketlerin zirve yaptığı bu asırda, kefere ve
fecerenin, zâlimlerin, münâfık, fâsık ve fâcirlerin; aynı yolun
yolcuları bulunan, aynı kervana katılan îman ve Kur’an hâdimlerine
yapmış oldukları bütün zulümler karşısında, sebeplerin bilkülliye sükût
ettiği günümüzde aczimizi, zaafımızı itirâf ederek hâlimizi Allah’a
arzetmeliyiz.
Bununla beraber Rabbimizin bize
lütfettiği bütün fırsatları değerlendirerek, ye’se düşmeden ümitle
şahlanıp, üzerimize düşen vazîfeleri en ağır şartlarda bile yapmakla
mükellef ve mecburuz.
“Ya Rab! Bizi doğru yola,
Sana doğru varan yola ilet! Nimet ve lütfuna nâil ettiklerinin yoluna
ilet! Gazâba uğrayanların ve sapkınlarınkine değil! min.”(Fâtiha, 6-7)
shaber
Bu Yayına Yorum Yapın