İSLAM VE İDARENİN TEMELLERİ [Kerim Balcı]


Zaman’da yazdığım yıllarda en büyük dersi, eleştirilerinde acı bir hakikati acımasızca ifade eden bir okurdan aldım. Okur diyorum, zira benim okurum olmadığı belliydi. Zaten yazdıklarımı okumaya değer de bulmuyordu. “Cümlelerinde hüküm var ama hikmet yok. Okkalı yazıyorsun, ama okumamışsın,” diyordu özetle. Ve haklıydı. Haklılığının, o zamanlar, ancak bir bölümüne vakıf olabilmiştim. Şimdi daha iyi anlıyorum.
Belki de cehaletimden kaynaklanan bir cesaretim vardı. Mesela, “İslam bir siyasi düzen vaz etmez,” diye yazmıştım çok defa, ama Ali Abderrâzık’ın el-İslam ve Usûl el-Hükm’ünü daha okumamıştım. Yazıldığından bu yana bir asır geçmesine karşın hala değerini, ve sıcaklığını koruyan İslam ve İdarenin Temelleri’ni 2019’un ilk günlerinde okudum.
Aktaracağım iddia ve gözlemlerin hiçbirini reddedecek veya kabullenecek ilmim yok. Zaten şimdilerde Müslüman’ın durağanlaşmış beynini harekete geçirecek eksik bir soruyu, düşünceyi durağanlaştıracak kadar mükemmel bin cevaba tercih ediyorum.
Sıradışı sorular soruyor Ali Abderrâzık.
Ali Abderrâzık, Ezher ulemasından, dini yaşantısıyla çevresine örnek olmuş bir insan. Modernist, reformist veya liberal bir fikir adamı değil. Şu temel soruyla uğraşıyor kitabında: Hazreti Peygamber’in halifesi olan zat, O’nun hangi vasıflarının halifesidir? O’nun yokluğunda O’nun hangi yetki ve sorumlulukları halifesine, yani vekiline geçer?
Bu soru öncelikle, “Hazreti Peygamber’in vekaleten devr alınabilecek ne gibi vasıfları, veya bugünün ifadesiyle “ofis”leri vardı?” sorusunun cevaplanmasını gerektiriyor. Hazreti Muhammed peygamberdi ve peygamberliğin kendisinden sonra vekaleten de olsa icra edilemeyeceği açık. Elbette bir eş, bir baba, bir arkadaş, bir tüccar idi aynı zamanda. Ama bunların hiçbiri vekaleten devr alınabilecek vasıflar değil.
Peki bu vasıfların dışında başka ne gibi vazifeleri, otoriteleri vardı? Ve acaba bunlar “halifelik” makamına geçebilecek vazifeler miydi? Bir kral mıydı mesela? Devlet adamı mıydı? Emirü’l-Mü’minin miydi? Ordu komutanı mıydı?
Ali Abderrâzık, “hepsiydi ve hiç biriydi” cevaplarını birlikte veriyor. Hepsiydi, çünkü O varken bunların hiçbirini O’ndan başka birinin yapması düşünülemezdi. Ama hiç biriydi, çünkü bunların herhangi birini sistemleştirmiş, vekaleten yapılacak bir hale getirmiş olarak yürümedi Ruhunun ufkuna. Oysa dinini kemale erdirmiş, peygamberlik vazifesini tamamlamıştı. Eğer kral veya devlet reisi olsaydı, bir devlet yönetimi sistematiği kurmuş, onu da kemale erdirmiş olurdu. Oysa bazı bölgelere geçici görevlerde gönderdiği hakemler ve zekat memurları dışında valiler tayin etmemiş, bir bütçe yapmamış, bırakınız modern devletin bürokrasisiyle kıyaslamayı, Hazreti Ömer döneminde tesis edilecek devlet yönetimini andıracak ölçekte bir yönetim sistemi bile kurgulamamıştı.
“Bugün dininizi kemale erdirdim,” ayetinin siyaset için bir karşılığının olmadığı ortada. Peygamber Aleyhisselam bize henüz kemale ulaşmamış, embriyonik aşamadaki bir yönetim sistemini bıraktıysa, bunun kemal derecesinin bir şahsın halifeliği olduğunu kim, neye dayanarak iddia edebilir?
Hazreti Peygamber’in inananların birlikteliğinin başı olduğu tezini elbette kabul ediyor Ali Abderrâzık, ama bu vasfın halifelik müessesesine geçmiş olduğunu reddediyor. Halifeliğin daha ilk halifeden itibaren ümmet arasında bölünmelere yol açtığının ve daha ilk halifeden itibaren baskı ve zor kullanılarak tesis edilmiş olduğunun altını çiziyor yazar, elbette, ilk dört halife için bu ifadeleri kullanırken ne kadar zorlandığını da vurgulayarak. Ancak bunu bir sorun ve bir eksiklik olarak görmüyor Abderrâzık: Krallık, padişahlık, liderlik veya her ne isim verilirse verilsin, siyasi hüküm şiddet veya şiddet tehdidi ile tesis edilir zira…
Özetle, halifelik müessesesinin, veya siyasal iradenin gerekliliğini tartışmıyor Ali Abderrâzık; halifelerin Hazreti Peygamber’in, ve bazı Batınî mezheplerin iddia ettikleri üzere Hazreti Allah’ın halifesi oldukları iddiasına karşı çıkıyor.
Şu sorunun da cevaplarını arıyor kitabında: Eğer dini bir müessese olmuş olsaydı Kur’an’da ve hadiste halifeliğe neredeyse hiç yer verilmemiş olur muydu? Peygamberini “Leste aleyhim bi-musaytır — Sen onlar üzerine zorlayıcı değilsin,” diye tanımlayan bir dinin inananları, zorla tesis ve idame edilen halifelik makamına nasıl oldu da kutsallık yüklediler?
Yöneticilerle alakalı bazı ayetleri ve hadisleri yorumlarken de özetle şöyle diyor Ali Abderrâzık: “Bunlar bir halife olması gerektiğini değil, bir kralın, bir siyasi idarenin kaçınılmaz olarak olacağını söylerler. Yöneticilere itaati emreden ibarelerden yola çıkarak halifelik müessesesinin kutsallığına ulaşan, ilgasını küfürle eşit gören mantıkla, dilencilere iyi davranılmasını emreden hadisten dilencilerin kutsal varlıklar olduğu ve her şehrin bir dilencisi olması gerektiği sonucuna da ulaşılmış olmaz mı?”
Kitabın beni düşünceye asıl sevk eden bölümü şu sorunun cevabının arandığı bölüm: İslam alimleri Yunan medeniyetinin kitaplarının Arapçaya çevrildiği dönemde mantık, felsefe, tıp, müzik, anatomi, gök bilimi ve daha ne kadar antik Yunan bilimi varsa hepsini içselleştirdi ve geliştirdiler. Ama Eski Yunan’ın en ziyade meşgul olduğu siyaset bilimi konusunda Farabi’nin Medinet’ül-Fadıla’sı ve Kelile ve Dimne gibi birkaç pedagojik eser dışında elle tutulur hiçbir çalışma yapılmadı. Neden?
Abderrâzık cevabını da veriyor bu sorunun. Ama ben soruyu cevaptan daha çok sevdiğimden, o cevabı özetlemeyeceğim burada…
Zaman’da yazarken bana, beni sarsan o eleştiriyi gönderen okuru unutmamak ve her daim minnetle dua etmek için e-postasını bilgisayarıma kaydetmiştim. Zalimler el koydular. Bediüzzaman’ın hayat hikayesini yazmak üzere hazırladığım Işık Yolculuğu adlı bir projem de kayıtlıydı o bilgisayarda. Yayıncı kuruluşa sunmak için hazırladığım projeye iliştirdiğim Bediüzzaman’ın uğradığı mekanlar haritası basına, hem de ülkenin bakanının ağzından “gizli toplantılarını yaptıkları yerlerin adreslerini bulduk” diye yansıtıldı. Şimdilerde adı Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi olan ve o zamanlar Üsküdar’da bulunan Toptaşı Bimarhanesi’nde nasıl bir gizli toplantı yaptığımızı düşünmüşlerdi artık bilemem… Ama o okur, kaydettiğim o e-postadan dolayı zarar gördüyse özür dilerim kendisinden…

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.