‘O ülke’yi nasıl anlatacağız? - Rüya Karlıova
Çocuk mülteci kampından çıkınca geldiği ülkeyi düşleyecek. Belki çok küçükken gördüğü, alacakaranlıktaki ülkeyi. Şimdi ülkesinden uzaklaşabilmiş bütün ebeveynlerin aklında aynı soru: Peki çocuklarımıza 'o ülke'yi nasıl anlatacağız?
“Ve çocuklar bakıyorlar yüzümüze / Bir şeyleri sormak, anlamak ister gibi / Kim yanıt verecek şimdi onlara? / Neye yarar bütün bu sözler / Yazılmış ve yazılacak yığınla şey? / Artık unuttuk onların düşlerini de / Çoğu şey gibi bu kargaşada.”
Yunanistan’daki bir mülteci kampında, Suriyeli bir çocuk elinde iki resim tutuyor. Boyama defterine kendi çizmiş. Soldaki resimde mavi kuşlar uçuyor, bir anne güven içinde çocuklarının elini tutmuş, resmin üstünde “Avrupa, barışın ve sevginin ülkesi” yazıyor. Sağdaki resimde yerler kan gölü, içinde yerde yatan ölü bedenler var, gönderde bir bayrak sallanıyor; iyi bildiği, Suriye’nin bayrağı. Yarasalar insan bedenlerinin üstüne üşüşmüş. Bu resimde de şöyle yazıyor: “Suriye, canavarların ülkesi.” İki resim düz, siyah bir çizgiyle birbirinden ayrılmış.
Oysa fotoğrafta yüzünü bize dönmüş, hikâyesini paylaşan çocuğun ardındaki Avrupa’da çadırlar görüyoruz. Günlük işlerini dışarıda yapmaya çalışan mülteciler… Çamaşırları iki çadırın arasına asılmış. Çocuğun düşleri bu gerçeğe sığmıyor. Belki yol boyunca dinlediği umutlu hikâyelerle şekillenen taze düşler kurmuş: “Avrupa barışın ve sevginin ülkesi.”
İnsanlar yıllardır tek bir ülkeden, tek bir kıtadan değil, Afrika’dan, Ortadoğu’dan, Güney Amerika’dan kuzeye ve batıya, bir barış ve sevgi ülkesi bulma umuduyla göçüyor. Onların, göç edenlerin, kaçabilenlerin çağı bu; kaçıyor olduklarıyla hatırlanacak bir çağ. Yürüyerek, yüzerek, şişme botlarla, yorgun ayaklarla, nadiren bir uçağa binebilmiş olmanın tedirginliğiyle ama kime sorsan titrek bir kalple, bazen aç. Cepte hayal kırıklıkları, yüzlerde çağın tokadı.
Sanki Suriyeli mülteci çocuğun defterini gösterdiği fotoğrafa inat, daha dün G20’de en büyük ülkelerin liderleri fotoğraf çektiriyordu, bir aile fotoğrafı. Göç veren ülkenin de, göç edilenin de lideri var fotoğrafta. Örneğin bir Türk mülteci bu fotoğrafta şunu görecek: Çocuklarımızla onlardan kaçtığımız adamlar, ülkelerine sığındığımız adamların elini sıkıyor, sırtını sıvazlıyor.
Suriyeli çocuk “barışın ve sevginin ülkesine” dönmüş yüzünü, oysa barışın ve sevginin ülkesinden silahlar taşınıyor “canavarların ülkesine,” bilmiyor çocuk, onun gibi milyonlarca çocuğu komşu bir coğrafyada, Yemen’de açlığa teslim ediyor aynı silahlar. Sonra yine “barışın ve sevginin ülkesinde” alttan gelen büyük bir dalgayla siyasetler değişiyor, bir bir ırkçılığa, popülizme teslim oluyor koltuklar, bir kez daha. Ama “sevgi” ve “barış büyük kelimeler, “canavar” kadar büyük kelimeler. Bu yüzden çocuk, şairin dediği gibi, “yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden / bulacak sanıyordu yenilikleri.”
Suriyeli çocuk, uygarlıklar büyütmüş, toprağı kadim, kültürü kadim, dili kadim, öyküsü kadim o ülkeyi “canavarların ülkesi” biliyor. Çünkü kaçtığı bombaların sesi, gördüğü dehşet o ülkeye ilişkin en yeni bilgisi. Avrupa’da bir okula gider, dili çözülürse öğrenecek nice savaşın aslında vardığı topraklardan çıktığını. Holokost’u ürpererek öğrenecek. Sömürgeciliğin halklara, kültürlere, dilllere, bireylerin ve toplumların psikolojilerine ettiğini de… Daha bugün ajanslara düşen şu günlük ve sıradanlaşmış bilgiden henüz haberi yok mesela:Danimarka göçmenleri ıssız adada toplayacak.
Yeryüzünde siyahtan beyaza geçiş olmadığını, bir ülkenin bir ülkeyi, bir insanın bir başkasını kurtaramayacağını, insanın ancak içine doğru genişleyebileceğini de öğrenecek zamanla, o mülteci kampından çıktığında. “O ülke”yi, geldiği ülkeyi ise hep düşleyecek. Belki çok küçükken gördüğü, belki hiç görmediği uzaktaki, alacakaranlıktaki ülkeyi. O nedenle şimdi uzaklaşabilmiş bütün ebeveynlerin aklında aynı soru: Peki çocuklarımıza ‘o ülke’yi nasıl anlatacağız?
Coğrafyanın kadermiş gibi görünüp aslında kader olmadığını, bunun bir bahane olduğunu bir gün öğrenecek çocuk. Belki halklar iyidir diyeceğiz, insan yine de iyidir. Ama tam insana inanacakken, bir balıkçının bizi o ülkeden alıp, tüm paramızı çalıp, bir adacığa ve öylece açlığa terk ettiğini de okuyacak günün birinde. Belki de sadece mümkündür insan diyecek ve hep özleyeceğimiz mor dağları, erguvan kokusunu, bahçedeki ardıç ağacını anlatacağız ona sadece.
Bilmiyorlardı diyeceğiz, çünkü “ağa vurmuş bir balık kadar yorgun,” acılı, yoksul ve hep alacakaranlıktaydı o ülke.
KRONOS - https://kronos7.news/tr/cocuklarimiza-o-ulkeyi-nasil-anlatacagiz/
Bu Yayına Yorum Yapın