Abonelerin boğazı kesilse… - Selahattin Sevi
Yeni Şafak yazarı, Zaman abonelerinin, camia müntesibi ya da sempatizanlarının 'sürüm sürüm süründüğünü görmek istiyor'... Kim bilir, masum insanlar sokakta 'sallandırıldığında' veya IŞİD'in yaptığı gibi kör bıçakla, misal, At Meydanı'nda kesildiğinde soğur içi... Kim bilir?
2013 yılı Eylül ayının ilk haftası Time dergisini alanlar gözlerine inanamamıştı. O zamanlar ismi yeni yeni duyulmaya başlayan IŞİD militanları esir aldıkları ve tekfir ettikleri kişileri Azez’de, Kefergan’da, Savran’da kör bıçaklarla sokak ortasında güpegündüz kesiyordu. Daha da şaşırtıcı olan, Kuzey Suriye’nin Türkiye’ye yakın köy ve kasabalarda aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu halk olan bitene şahitti.
Kurbanın etrafında halka olan topluluk vahşet tiyatrosu karşısında tepkisizdi. Örgüt daha önce kendi çektiği propaganda videolarını ve görsellerini yayınlasa da, profesyonel gazeteci elinden çıkan ilk görüntülerdi dünyanın gördükleri. Fotoğrafların altında ise ‘anonim’ bir imza olarak “Anonymous Photographer – Le Journal” yazıyordu.
Aynı hafta, Paris Match dergisinin de kullandığı fotoğraflardan sonra yer yerinden oynadı.
Dünya ayağa kalkmıştı. Time’ın yorum sayfalarına o kadar çok tepki geldi ki, dergi o bölümü bu haber için kapatmak zorunda kaldı. Sosyal medyada en fazla 500 bin kez görüntülenen haberler daha ilk günde 2 milyonu geçti.
O gün imzasını güvenliği için saklayan ve Anonymous olarak atan foto muhabiri Emin Özmen inatla sürdürdüğü çabalarının karşılığı olarak birçok ödül kazandı. Bugün ise ülkemizin dünyaya armağan ettiği duyarlı bir göz olarak Magnum Fotoğraf Ajansı’nda mesleğini icra ediyor.
Yayımlanmadan önce de görme fırsatı bulduğum ve Fransa’nın Perpignan kentinde gerçekleşen fotoğraf festivalinde ünlü editörlerin masasına konulan fotoğraflarla ilgili merakımı o günlerde Emin’e sormuştum: “Kim bu kurbanlar, suçları veya kabahatleri ne?” Aldığım cevap korkunçtu. Bir sebebe ihtiyaç yoktu. Sıradan bir Alevi kamyon şoförü olmanız bile yeterliydi.
Ortadoğu’yu kana bulayan son vahşet dalgasının militanları binlerce kanlı infaza imza attılar. Türkiye sınırına ‘kara’ bayraklarını diken IŞİD, Musul’daki Türkiye Konsolosluğu’nu bastı, ‘ibret olsun’ diye çöl ortasında Mehmetçikleri yaktı. Ezidi kadınları ve çocukları kaçırdı. Birer köle gibi meydanlarda sattı, taciz ve tecavüz haberlerinin yayılmasıyla insanlar ülkelerini terk etti.
O günlerde aklıma takılan soru hala cevabını bulamadı: Bir insanın vahşet sınırı nedir? Ne yapabilir, ne kadar ileri gidebilir?
İnsanlar için ‘Esfel-i sâfilîn’ diye tanımlanan ‘aşağıların en aşağısı’ neresidir?
Bugün kanlı terör şebekesi IŞİD belki görece yenilgiye uğratıldı. Fakat bu örgütlerin ‘vahşet teorisi’ cep kitabı gibi elden ele dolaşıyor. Kendisi gibi olmayanlara, kendisi gibi düşünmeyenlere haddini bildirme histerisi bitmedi, günlük gazete sayfalarında bile kendine yer bulabiliyor.
Ve ‘Ağaç kökü yesinler’ ya da ‘Bir yudum su bile yok’ diye formüle edilen zulüm ideolojisi kendine taraftar bulmakta pek zorlanmıyor.
Hayatta bir kez bile karşılaşmadığım, Yeni Şafak’ta kendisine köşe tahsis edilen İsmail Kılıçarslan’ın son yazısını görünce birden 2013 yılı yazına gittim. O günlerde çalıştığım Zaman’ın aydınlık ortamında, bembeyaz masamın üzerinde duran Time ve Paris Match dergilerine yansıyan korkunç görüntüler karşısında ürperdiğim gibi ürperdim. Kılıçarslan’ın o günkü okuyucularımızla ilgili düşünceleri karşısında kanım dondu. 17-25 sürecinden sonra Zaman Gazetesi aboneliklerini iptal etmeyen kişilere hapis cezası verilmesini yahut görevden uzaklaştırma cezasıyla cezalandırılmalarını desteklediğini söyleyen yazar, “Şaka yapmıyorum” diye üstüne basa basa söylüyordu: “Her bir üyenin, müntesibin, sempatizanın sürüm sürüm süründüğünü görmek istiyorum.”
‘Gündelik politika perhizi’ni bozan mezkur yazar daha da ileri gitmekten çekinmiyor. Hiçbir mahkeme kararı olmadan KHK ile işlerinden atılan doktorlarla ilgili de, “Bence o alçaklar için yapılacak en güzel şey onları ölüme terk etmektir” diyor, haklarında TBMM tarafından yapılan kısmi iyileştirmeleri bile içine sindiremiyor.
Her biri ‘hedef gösterme’, ‘ayrımcılık’ ve ‘nefret suçu’ içeren önerilerini sıralayan Kılıçarslan için milyonlarca insan daha nasıl sürüm sürüm süründürebilir ki?
Okulda kaydı var, bankada hesabı var diye karartılan hayatlar yetmedi demek! Kermes yaptı, Afrika’da su kuyusu açtı, Bangladeş’te kurban kesti diye buğzedilmek kafi gelmiyor artık.
İş yerlerinin talan edilmesi, evlerin yağmalanması vız geliyor.
Hayatını televizyon zevzekliği, yazı ‘cin’liği, belediye konuşmacılığı eyyamcılığı arasında geçiren bir yetersiz bile olsa başkalarına karşı biriktirdiği kini ve nefreti anlamak yine de mümkün değil İsmail’lerin.
Türkiye gibi bir ülkede tıp eğitimi alabilecek kadar zeki, bu okulları bitirecek kadar çalışkan ve azimli doktorların ellerinden diplomalarını almak neden İsmail’leri ve onun gibi düşünen vahşileri kesmiyor?
Uluslararası hukukta, anayasa ve yasalarda açıkça yazmasına rağmen gözaltına alınan, tutuklanan hamile kadınlar, hapishanelerdeki 700’den fazla bebek bile onların nefret hararetini söndüremiyorsa daha ne yapılabilir?
‘Bir yudum su’ esirgenen, yemeleri için ağaç kökü menüsü sunulan, IŞİD ve devlet terörü yüzünden yollara düşen Suriyelilerle birlikte çıktıkları özgürlük ve adalet yolculuğunda nehirlerde, denizlerde can veren insanlar neden onların vicdanında en küçük bir ürpermeye yol açmıyor?
Kim bilir, belki insanlar Sultanahmet Meydanı’nda ‘sallandırıldığında’ veya, kör bıçakla At Meydanı’nda kesildiğinde soğur içi İsmail Kılıçarslan’ın.
Kim bilir?
KRONOS - https://kronos7.news/tr/zaman-abonelerinin-bogazi-kor-bicakla-kesilse/
Bu Yayına Yorum Yapın