Öğretmenin son dersi [Beklenmedik Yolculuk – 6] | Veysel Ayhan
“En sevdiğin ne varsa hepsini bırakacaksın;
bunun, gurbet yayının attığı
ilk ok olduğunu anlayacaksın.
Başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu,
başkasının merdiveninden çıkmanın
ne denli zor olduğunu göreceksin.
Omuzlarına en büyük yükü de,
bu vadiye düşerken sana eşlik edecek
budala sürüsü bindirecek;
değer bilmez, inançsız bu kötü kişiler
sana kötülük edecekler; ama çok geçmeyecek
senin değil, onların yüzü/kıpkırmızı kesecek.
Onların yaptıkları, aptallıklarını gösterecek;
kendi başına davranışın
sana güzellikler verecek.”
Cennet XVII. Kanto
Domenico’nun kutsal sürüsünde
bir kuzuydum ben de, yoldan sapmadıkça
iyi beslenilir bu sürüde.
Cennet X. Kanto
Melekler ve ihtiyar halıcı kabristana gelmişti. Geldikleri yer küçük bir köy mezarlığıydı. Vefat eden orta yaşlı bir üniversite hocasıydı. Önce işini elinden almışlardı. Geçinebilmek için ailece köyüne dönmüştü. Tarlada çalışmış. Sonra yakın bir akrabasının ihbarıyla tutuklanmış 20 ay zindanda kalmıştı. Bununla kalmamış üniversite öğrencisi oğlu da tutuklanmıştı. Bünyesi bu ağır çileyi kaldırmamış zindanın zor şartlarında kanser olmuştu. Defalarca hastaneye gitmek istemiş, izin verilmemişti. Hastalık ilerlemiş üstüne bir de zatürre olmuştu. Kanser çilesi belki daha da uzayacaktı. Zatürre çileli günlerini nihayete erdirdi. İki hafta kadar öksürüp inledi. Koğuş arkadaşlarını rahatsız ettiği için ayrıca üzülüyordu. Bir an önce dünyadan ayrılmak için duaya başlamıştı. Arkadaşlarının kurtuluşu için “bedel” ve “kurban” olmak onun için bayram sevinci olacaktı. Koğuş arkadaşları bir sabah kanlı mendillerini ve cansız cesedini bulmuşlardı. Cenazesi köyüne götürülmüştü. Her köye gittiğinde yanından ayrılmayan köy imamı eniştesi bu kez “vatan haini” diye namazını kıldırmamıştı. Sonra bir arkadaşı 5 kişilik cemaatle namazını kıldırmış, sessizce defnetmişlerdi. Mezar tahtasına isim bile yoktu.
Melekler kabir kapısını araladığında gece karanlığında onları, göz alıcı bir gündüz aydınlığı karşıladı. Dünyadaki bahçelerin yanında bodrum gibi kalacağı tasviri zor bir bahçeydi. İhtiyar halıcı öldüğü saatten beri ilk defa rahatlamıştı. İçi aydınlanmış sanki tüm hücreleri huzura ermişti. Nur denen şey bu olmalıydı. Hem aydınlık hem de iç huzuru veriyordu. Demek ki nur ışıktan ibaret değilmiş diye düşündü. Bu ücra ve mezbelelik köy mezarlığının aslında bir cennet bahçesine ev sahipliği yaptığı kimin aklına gelirdi ki!
Mezarda, öğretmenin naaşı vardı. Ama ruhu görünmüyordu. Salih bir mezar komşusu yandan gelip onları karşıladı. Kendini tanıttı.
– Ben 1359’da buraya geldim. Muallim, benim torunumun torunu olur. Şu caminin ilk imamıyım. Akrabayız yani. Bugünkü gibi muazzam bir merasim, böyle bir izdiham, böyle istikbal edilme yaşamamıştım. Dünden beri bu kabristanda onun hatırı için kimseye azap çektirilmiyor. Başka şehitlerimiz de geldi ama bu başka oldu. Gökten tabur tabur melekler onu selamlamak ve karşılamak için ha bire ha geldiler, geliyorlar. Bizim cenazeye katılmamıza izin verildi. Melekler de gûnâgûn, rengarenk kıyafetlerle gözün aldığı yere kadar saf yaptı.
İhtiyar halıcı:
– Peki şimdi nerede?
Mezar komşusu eliyle işaret etti:
– Bedeni işte ama ruhu geziyor. Burada durmadı. “Benim çok işim var. Derse yetişeceğim, arkadaşlarını ziyaret edeceğim, sonra gelirim” dedi ve gitti. Dünden beri bir defa uğradı.
Melekler başını salladı. Olan biteni biliyorlardı. Şehitlere kabir sorgusu yapılmazdı. Çünkü henüz gerçek anlamda ölmüş değillerdi. İnsanlar onları ölmüş sanıyordu. Şehit olarak bedenlerini yitirmişlerdi ama ruhları hür ve serbestti. Ölü değillerdi. Hayatta da değillerdi. Bir başka hayat mertebesinde dünyadaki kutsi emellerinin peşinde koşuyor, ruh ve mefkure beraberliği içinde oldukları insanları dünyanın neresinde olursa olsun ziyaret edip eşlik ediyor onların dualarına katılıyorlardı. Doğruydu öğretmenin gezecek çok yeri ve arkadaşı vardı. Bir de dünya yaratıldığı günden bugüne tüm şehit olanlarla tanışma, görme lütfuna kavuşmuşlardı. Onları sadece melekler karşılamamıştı. Hz. Adem’den(ra) bugüne ne kadar tasarruf sahibi veli varsa onlarla tanışmak istiyordu. Yapacakları çok iş vardı. O yüzden öğretmeni görmek zor olacaktı. Kıyamete kadarki hayatları bir bayram sevinci ve telaşı içinde geçecek.
Ve en güzeli kazanç haneleri kapanmazdı. Dua ve gayretleri sanki ölmemişler gibi hasenat defterlerine işleniyordu.
***
KİMSESİZLER KİMSESİ
Şehidin mezar komşusu olan büyük dedesi, meleğe döndü:
– Torunum, en çok çocuklarını çok merak ediyordu?
Melek:
– “Bütün validelerin şefkatleri, ancak bir lem’a-i tecellî-i rahmettir.” Anne ve babanın varlığı çocuklara Rabbimizin bir ihsanıdır. Anne ve babalarını alırsa ya o çocuklara müekkel melekler veya hâmi sadık kullarını lutfeder. Ama her durumda anne ve babalarıyla beraberken erişemeyecekleri lütuf ve ihsanlar, yetim ve öksüzlüklerine binaen başlarından Rahmet halinde yağmur gibi yağar.
Mezar komşusu meleğe: Peki anne baba kaldıysa, çocuklar vefat ettiyse?
– Mağdur ve mazlum olmasa da çocuklar nasıl öldüklerini fark etmez. Suhuletle, uykuya dalma rahatlığında alem değiştiriler. Rabbimiz merhametiyle onların her birine bir müekkel meleği arkadaş olarak lütfeder. Kendileri gibi oyun arkadaşları ihsan eder. Kıyamete kadar mutlu ve neşe içinde oyun oynarlar. Cennete gidecekleri güne kadar “Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin aklından bile geçirmediği” (Müslim) bir alemde sevinçle yaşarlar.
Diğer melek:
– Haşirde ise ebeveynlerinden önce vefat edenler de sonraya kalanlar da aileleri için bir necat sebebi olabilir. Rabbimiz onların anne ve babalarını görme isteklerini reddetmez. Ebeveynlerinin çok büyük seyyiatı yoksa çocuklar; anne ve babalarını yanlarına alır cennete gider. Bu ölüm acısına karşı sabrın bir mükafatıtır.
İhtiyar Halıcı her duyduğuyla kaybettiklerinin acısına gömülüyordu. Meleklerin dediği olmuş, azabı artmıştı. Bu azabı daha fazla taşıyamayacağını fark etti. Ama kaçış yoktu. Yok olmak da söz konusu değildi. Kur’an’da okumuştu ama hissederek söylemesi çok acıydı. “Ah ne olurdu, keşke toprak olaydım! ”(Nebe 40) diye mırıldandı.
Melekler, ihtiyar Halıcıya döndü:
– Başınıza gelenler ve kaybettikleriniz hep zulmünüz sebebiyle oldu. Allah mazlumların duasını reddetmez. Siz musibeti dünyevi kayıplar zannettiniz. Ahireti göz göre göre kaybettiniz. Bu da size haber verildi: “Zulme uğrayanların duası reddedilmez. Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Cenab-ı Hak: “İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!” buyurur.” (Tirmizi, 2528)
Son bir ümitle meleklere döndü:
– Bizim için hiç bir kurtuluş yolu yok mu?
– Bizim sizin akibetiniz hakkında, kıyamet ve haşir hakkında sizden fazla bilgimiz yok. Size gelen ayet ve hadislerden ötesini bilmeyiz. Şöyle bir hadis var. Size hitap eder mi bilmeyiz.
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
– Cehenneme giren iki kişinin oradaki feryadı öyle şiddetlenecek ki Rabbimiz:
– Çıkarın bunları, buyuracak. Onlara:
– Niçin bağırıyorsunuz?” diye sorulacak. Onlar:
– Bize merhamet edesin diye böyle yaptık! diyecekler. Rabbimiz:
– Benim size rahmetim, gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir! buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Cenab-ı Hak ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri kendini ateşe atamaz. Rabbimiz:
– Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini cehenneme atmaktan alıkoyan nedir? diye sorar.
– Ey Rabbim, beni cehennemden çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümid ediyorum! der. Rabbimiz:
– Haydi ümidini verdim! der. İkisi de Allah’ın rahmetiyle cennete sokulurlar. ” (Tirmizi, 2602).
Genç öğretmenin kabrinden ayrıldılar. İhtiyar halıcının içi biraz rahatlamıştı. Ama felaha kavuşmayı ümid edeceği günler yakın değildi. Ya haşre kadar olan sürede çekecekleri…
Diğer melek:
– Ümidin iyiye alamet. Şu ayeti biliyor muydun: “…Onlar ki ölüp kabre giren bir kâfir nasıl âhiret mutluluğundan ümidini kesmişse, kendileri de âhiretten öyle ümitlerini kesmişlerdir.” (Mümtehine, 13) İçinde şu an var olan ümidin bu ayete göre sahih bir ümit kaynağı.
İhtiyar halıcı bunla teselli olacaktı ama kıyamete kadar pişmanlıklar ve dönüşsüzlük azabı içinde bekleyecekti. Melekler ihtiyar halıcıyı kabrine bırakıp bir başka misafirlerine doğru yöneldiler.
İlk melek diğerine:
– Nasıl günlere erdiysek gelenler ya en aziz veya en zelil.
Yarın: Uğursuz fetva, Beklenmedik Yolculuk – 7
Kaynak: http://www.tr724.com/ogretmenin-son-dersi-beklenmedik-yolculuk-6/
Bu Yayına Yorum Yapın