Boğazlanmış kuzular ülkesi [Beklenmedik Yolculuk-5] | Veysel Ayhan





“Umarım, adalet ve sevgi hafifletir de
birazdan sırtınızı, çırparsınız sizi gönlünüzce
yükseltecek kanatlarınızı;
Yaşarken böyle saygılı olmayı bilemedim,
çünkü büyük bir üstünlük hırsı
olanca benliğimi sarmıştı.
Burada ödeniyor bu tutkunun cezası,
günah işlenilen yerde Tanrı’ya dönmeseydim,
inan buraya bile gelemezdim.
Âraf 11. Kanto
– Tamam ben masum değilim ama bunlar darbe destekçisi idiler, darbe yaptılar.
– Senin zindana yolladıklarından bahsettiğin hadiselerle itham ettiğin suçlu var mıydı?
Genç yargıç cevap bulamadı. Sözlerini dinleyip onu bu hale düşürenlerin hiç biri şu an ona yardım edemiyordu. Başını önüne eğdi. Melek aklından geçenlere cevap verdi:
– Şu çaresizliğin haberi Kur’an’da var:
“… Hani, siz dünyada iken Allah’a şerik olduğunu iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya, aranızdaki bağlar bir bir koptu ve ortak olduklarını iddia edip güvendiklerinizin hepsi sizden uzaklaştı.” (En’am 94) Sana bu zulümleri yaptırdıklarını söyledikleri bugün sana yardım etmeyecekler, haşir meydanında ise senden kaçacaklar.
İlk melek:
– Hüküm verirken adaletle davranmadınız. ‘Allah’ı unuttunuz. Allah da size, sizi unutturdu. Böylece yoldan çıktınız.’ (Haşir 19) Ne kadar korkunç zulümler yaptığınızı göremediniz. Melek bir perde daha açtı:
– Şu köşedeki yaşlı teyzeyi de zindana sen attın. Namaz kılıp tesbih çekmekten başka ameli yok. Hastalıkları ilerliyor. Yakında…
Genç yargıcın aklı başına gelmişti ama geçti. Meleğe yalvararak:
– Bana bir günlük izin verseniz dünyaya dönüp onları beraat ettirip dönsem?
– Dönüş ihtimali olmayan bir yere geldin. Onların çektiği zulüm ve dualarla azabın gittikçe artacak.
– Ben onları akılları başlarına gelsin diye zindana yolladım. Kötü yola düşmüşlerdi.
– Söylediklerin doğru değil. Onların suçsuz olduğunu biliyordun. Yaptığının farkındaydı. Ama derdin terfi etmekti. En yukarılara yükselmeyi hayal ettin.
– Evet, ama onları tahliye etsem o zaman beni zindana atarlardı.
– Buraya böyle gelmek daha mı iyi oldu? Masumları hapse atmayıp zindana girseydin şimdi burada aziz bir misafir olarak karşılanacaktın. Belki de Rabbimiz atâsıyla ömrünü uzatacaktı.
Genç yargıç, pişmanlığın boğuculuğuyla ilk defa karşılaşıyordu. Nefesi hiç böyle kesilmemişti. Sanki üzerine çimento harcı dökülmüş ve betonlaşmıştı. Hem bedenindeymiş gibi azap çekiyordu. Hem de vücudunu yukarıdan seyrediyordu. Kaskatı kalmıştı. Hiç kımıldayamamanın bir azap olduğunu şimdi öğreniyordu. Her yanı karıncalanıyordu ama parmağını bile hareket ettiremiyordu. Kıpırdayamıyor, her nefes alışta bir kez daha boğuluyordu.
Hala öldüğüne inanamıyordu. Bu, bir rüya olsun, kâbus olsun istiyordu. 26 yaşında nasıl ölünürdü ki! En üst makamlara çıkacaktı. Vekil olacaktı. Belki bakan olacaktı. Çok sonar emekli olacak, 70 ve 80’li yaşlarını deniz kenarında bahçeli bir evde tamamlayacaktı. Hepsi bitmişti. Çaresizlik ve dönüşsüzlüğe inanmak istemiyordu. Şimdi kekeleyerek ne diyeceğini düşünen bir talihsizdi. Kendini savunmaya çalıştı.
– ‘Acırsak acınacak duruma geliriz’ diye korktuk.
– Yanıldınız. Acımadığınız için acınacak halde düştünüz. Onlar ne yaptı, sizin ne kötülüğünüzü düşündü ki acımasızlığı tercih ettiniz? Sizin vazifeniz ‘adalet’ idi. Acımak veya acımamak değil.
Diğer melek:
– Sen acırken de zulmettin. Acımazken de.
Melek bir perde daha açtı:
– Acıyıp serbest bıraktığın şu suçlu önceki gün masum bir kadına tecavüz etti sonra da öldürdü. Haberin bile olmadı. İnsanlar bilmedi. O suçların bir nüshası da senin defterine kaydedilmiş.
***
“Hiç yaşamamış olan bu zavallılar
çırılçıplaktı ve oradaki at sinekleri,
eşek arıları sokuyordu her taraflarını

iğrenç kurtçuklar emiyordu,
yüzlerinden akıp gözyaşlarıyla
ayaklarının dibine inen kanı.”
Cehennem III. Kanto
“…DÜNYA KURULALI BERİ BOĞAZLANMIŞ KUZU’DUR.” (Vahiy, 13:8)
Melek bir perde daha açtı:
– Acımayıp içeri attığın şu köşede ayağında bebeğini sallayan ve sessizce gözyaşı döken genç anne senin küçük kızının öğretmeni idi.
Melek bir perde daha açtı. Genç yargıç zindana attığı öğretmeni ve kendi kızını bir arada görünce dünyası bir kere daha başına yıkıldı. Nasıl bir yerse kızını bile unutmuştu. Görünce içi yandı. Öğretmen kuşkusuz masumdu ve kızına kendi annesi gibi şefkat ve yakınlık gösteriyordu. Kendi kendine ‘Ben nasıl böyle merhametsiz davranabilmişim’ diye düşündü.
Cevabı ilk melekten geldi:
– Bu bir sonuçtur. Sebebi şunda gizli. Rabbimiz sizi gözü, gönlü ve kulağı açık olarak yaratır. Ama siz kendinize, ailenize ve çevrenize zulmettikçe, kibirlenip azdıkça bunlar kapanır. Zulüm insan benliğinde vicdana yer bırakmaz. Dünyada merhametsiz olman vicdanını kaybetmenden dolayı idi. Masumları zindana atmak veya katilleri salıvermek bunun neticesi. Gözün, gönlün ve kulağın mühürlendi her zulmünde kat kat kilitlendi.
Diğer melek:
– Ölümü aklından çıkaranlar ‘adalet’i kaybeder. Hayat boyu sadece bir masuma bile zulmetsen kâfi. Adaletsizlik bir kere bile yapılsa yapanın hayatını düğümler. Tövbe etmedikçe ahireti unutur ve kaybeder. Mağdur hakkını helal etmedikçe iflah olmaz. Ve bu iki sebeple kalbi, gözü ve kulağı kapanır. Vicdanı kömürleşir. Sonraki hayatında Rabbimizin Rahmetinden tamamen uzaklaşır. Hiç bir işinde inayete erişmez.
Melek yeni bir perde açtı:
– Bak görüyor musun? Kızının öğretmenini bebeğiyle zindana attığında yaşlı annesi kapına gelmiş ağlayarak senden kızını serbest bırakmanı istiyor. Kalbi taşlaşmamış hiç bir insan bu talebi reddetmez. Sen kolayca reddettin. Bir de bağırıp kovuyorsun. Mübaşiri çağırıp dışarı attırıyorsun.
Genç yargıcın dünyada mühürlü olan kalbi, gözü ve kulağı mezarda açılmıştı. “Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir. (Kaf, 22) ayeti tahakkuk etmişti.
Yaptığı zulüm kendini dehşete düşürdü. Ben ne yapmışım, diye inledi.
– Madem dünyaya dönüşüm yok bari izin verseniz bir arkadaşımın rüyasına girsem onları serbest bırakmalarını söylesem?
– Senin o hakkın yok. Sadece şehitler ve imtiyazlı ölüler içindir, istisnaidir. Sadece onlar yakınlarına rüyalarında görünebilir. Dünyaya müdahale imtihan sırrını bozar.
İlk melek:
– Bir de defterinde şu var. İnsanları yakınlarına iftiraya zorluyorsun. Bazısı kurtulmak için senin istediğini yapmış. Böylece başka masumlar da zindana girmiş. Bunların da vebali senin sırtında. Daha kötüsü defterin açık ve dolmaya devam ediyor.
Pişmanlığı bir azap haline gelmişti. Dönüşsüzlük azabı büyüdükçe büyüdü. Bu arada gözü kendi cesedine ilişti. Bakmaya dayanamadı. Korkuç bir şekle girmişti. İğrenerek yüzünü çevirdi. Ne yapabileceğini bilmiyordu. Sonu bu mu olacaktı? Son bir çare kendisine bu zulümleri yaptıranları suçlayacaktı ki melek niyetini anlamıştı. Söyleyeceklerin size haber verilmişti, dedi ve bir hadis okudu:
“… ölü ‘insanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum’, der. Melekler de, ‘Böyle söylediğini zaten biliyorduk.’derler. Sonra arza: ‘Onu sıkıştır’ denir. Arz onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azap edilir.” (Tirmizi, Cenâiz, 70)
Genç yargıcı öylece bırakıp çıktıklarında İhtiyar halıcının korkusu katlanmıştı. Başka azaba gerek yoktu. Pişmanlık ve dönüşsüzlük bir kemirgen gibi dişlerini ruhuna geçirmiş onu nefessiz bırakmıştı.
Melek:
– Şimdi genç bir mazluma uğrayacağız. Rabbimizin ona lütüflarını görmen azabını artırabilir. Göze alırsan gel. İzin verirse sen de katılırsın.
– Geleyim.
***
“Ama yine de bir rüzgâr estiğini sezince,
dedim ki: Usta, nereden geliyor bu esinti?
burada buhar yoktu hani?

O dedi ki: “Birazdan varacağımız yerde
gözlerinle göreceksin esintinin kaynağını,
gözlerin verecek sorduğun sorunun yanıtını.”
Cehennem XXXIII.Kanto

Yarın: Öğretmenin son dersi, Beklenmedik Yolculuk – 6

Kaynak: http://www.tr724.com/bogazlanmis-kuzular-ulkesi-beklenmedik-yolculuk-5/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.