Zor zamanda gazetecilik yapmak | Selahattin Sevi

Gazeteciler olarak yanlışa yanlış, haksızlığa haksızlık, baskıya baskı demenin bir yolunu bulmamız gerekiyor. Ama öyle, ama böyle...
Cengiz Abi’yi tanısanız severdiniz.
Ben çok sevmiştim.
Hayatım boyunca bir kez gördüğüm Tevfik Cengiz Kaluç’la ve sadece bir saat sohbet ettim. O bir saatte öğrendiğim ‘gazetecilik dersi’ni hiç unutmadım.
90’lı yılların başıydı. Mesleğe adım attığım Türkiye Çocuk bir derginin ötesinde anlam ifade ediyordu benim için. Ortaokuldaki resim öğretmenim Şaban Çibir’in yönetiminde Türkiye’nin nitelikli yazarları, ressamları, karikatüristleri bir aradaydı. İlerleyen yıllarda foto muhabiri olmamda o günlerin izi vardı. Çocuklar için magazin ve ünlülerle söyleşi yaptığım günlerde rahmetli Barış Manço’nun bütün Türkiye’nin bildiği -kendi deyişiyle- 81 bin 300 Moda’daki evindeydik. Raftan bir önceki söyleşimizin olduğu nüshayı getirdi ve iki sayfasını açarak hepimize gösterdi: “Fotoğraf dediğin böyle olur, gözüne sağlık kardeşim.” Mahcubiyetten yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Sözünü ettiği fotoğraf analog -o günlerde aksi düşünülemezdi- Yashica’ya taktığım yan sanayi bir tele lensle çektiğim yakın plan Barış Manço portresiydi. Dergiye iki sayfa açmıştık. Manço çok sevmiş ve genç bir gazeteci adayını yüreklendirimek istemişti muhtemelen.
İşte tam da o günlerde Türkiye’nin ilk muhafazakâr özel televizyon kanallarından biri olan TGRT yeni kuruluyordu. Yenibosna’da sanayi tesislerinin olduğu mahalledeki binasının bir katı da radyoya ve İhlas Haber Ajansı’na tahsis edilmişti.
Önceden biz ünlülerin evlerine, ofislerine giderken artık onlar İhlas’ın ‘mekânına’ geliyordu. Çoğu zaman Cağaloğlu Türbedar Sokak’tan günün ilk saatlerinde yola çıkıyor, günümüzü orada geçiriyorduk. Cengiz Abi’yle de işte o yoğunluğun arasında tanıştık ve bir saate yakın sohbet ettik.
Cengiz Kaluç, İhlas’ta tanıdığımız insanlara ve gazetecilere benzemiyordu. Zayıf mı zayıf, çelimsiz mi çelimsizdi. Uzun ince yüzünde elmacık kemikleri hemen göze çarpıyordu. İki yana atılmış seyrek saçlarını burnunun altında iki yana sarkan ince bıyıkları tamamlıyordu. Kısmen boş ve yankılanan soğuk salonun uzun duvarına paralel masalardan birine oturmuştu. Yeni alındığı belli olan mavi büro sandalyelerinin arkasında adeta iki büklümdü.
İlk şokumu Bulvar gazetesinden geldiğini öğrendiğimde yaşamıştım. Başka bir muhafazakâr gazetenin sahibinin sıra dışı eşi Nazlı Ilıcak, kendine yeterince özgür bir ortam bulamamış olacak ki Bulvar‘ı tam da adına layık bir şekilde çıkarmaya başlamıştı.
Cengiz Kulaç yönetici olduğu Bulvar deneyiminden söz ederken, “Başka çaremiz mi vardı?” diyordu:
– 12 Eylül cuntası ve generallerle başka nasıl mücadele edecektik!
Sağ-sol demeden, hatta ‘bir onlardan bir bunlardan’ anlayışı ile memleket evlatlarını zindanlara tıkan, darağaçlarında sallandıran ihtilalin kudretli paşalarının şerrinden basın da nasibini almıştı. Geçici sürelerle kapatılan gazeteler, ikide bir hâkim karşısına çıkarılan basın emekçileri çaresizdi.
“Ama,” demişti “biz Bulvar gibi, Tan gibi gazetelerle çaktırmadan herkesin titrediği cuntayı ifşa ediyor, arada küfrediyor, çokça da eğleniyorduk!”
“Nasıl yani” dememe kalmadan Cengiz Abi anlatmaya devam ediyordu: Bir kere baskı ve şiddet ahlaksızlığı doğurur, meşrulaştırır. Generaller ‘siyasi’ diye emekçilerle, gençlerle uğraşırken sıradan suçların peşine düşmezler. Adi vakalar adiyetten olur… Biz bol bol bunların haberlerini yaparak ‘cunta ahlaksızlığını’, hatta onların dolaylı işbirliğini yazarız.
(Tacizler, tecavüzler, kedicikler, hocacıklar tesadüf mü dersiniz?)
“Küfür, nasıl küfrediyorsunuz peki…” sorusunun geleceğini biliyormuşçasına, “Çok kolay küfrederiz,” dedi: “Bulvar gibi hafif gazetelerin sadece okuyucularının anlayacağı özel bir dili vardır. Mesela ‘geçmeli’ başlıklarla bir fuhuş operasyonunu haber yaparız, ama yan haberi ondan daha büyük fotoğrafla alakası olmayan bir cunta yöneticisi vardır. Bizim başlığımız ‘Hötöröfler…’dir. Yani paşalara açıkça ‘..t herifler’ diyemediğimiz için, okuyucuyla bizim bildiğimiz böyle bir dil geliştirdik. O sözün kime gittiğini inan o hafif diye küçümsenen Bulvar gazetelerinin okuyucuları bilir. Tan‘ın, Bulvar‘ın tirajlarına bakarsanız bu kadar çok satmasını başka türlü izah etmek mümkün olmaz.”
Şaşırıp kalmıştım. Gazetecilerin yanlışa yanlış, haksızlığa haksızlık, baskıya baskı demenenin bir yolunu mutlaka bulmaları gerektiğini o genç yaşta duayen bir meslektaştan öğrenmek bir şanstı. İletişim fakültelerine devam etmek kadar erken yaşta çalışmanın değerini bir kez daha anlamıştım.
Yıllar geçti, hafif gazetelerin yerini hafif gazeteciler aldı. 13 Mayıs 2014 basın ödüllerinin dağıtıldığı törenle ilgili, yazı masası elinden alınmış ’emekçi’ bir gazeteci olarak sosyal medyadan yazıyordu cesur gazeteci Cengiz Kulaç: “Baskı yokmuş. Peh.. Güneş Gazetesi’nde karar heyetinde olan ikinci kişi olarak, yaşadıklarımı nereye koyacaksın o zaman. Mobbing miiş.. 10 yıllık kıdemime tekme atarak istifa etmemin sebebi ne.. Tetikçiliğe zorlama mobbing değil de ne? Eyy Tayyip, yalan ve yanlış konuşuyorsun.”
Kendisine laf yetiştirmeye çalışanlara bir iki laf etmeden de duramıyordu. Dolambaçlı yolları da bırakmış, doğrudan ‘saydırıyordu’: “Korkuyor olabilirsiniz, bakın ben hiç korkmadan küfrediyorum” diyor, “İslamcı geçinen ..yyuslarla hesabımız mahşeredir” sözleriyle herkese haddini bildiriyordu. Mehmet Ocaktan da alıyordu hiddetinden nasibini, patronları da…
Ve en önemlisi hep ezilenlerin yanındaydı. Gezi’de tomanın önünde duran gençlerin, hunharca öldürülen ve ahlaksızca hakarete uğrayan Berkin’in, kapatılan dersanelerin öğrencilerinin yanında… Acılı annelerin, kederli babaların yanıda…
15 Temmuz darbe girişiminden günler önce, 66 yaşında aramızdan ayrılan Cengiz Kaluç eğer bugün yaşasaydı ızdırabını ne çok sevdiği rakısı ne de okkalı küfürleri dindirebilirdi. Yeri de muhtemelen yüzlerce hapisteki gazetecinin yeri olurdu.
Son çalıştığı Güneş gazetesinde haber koordinatörlüğü yapan, gazetenin el değiştirmesinden ve iktidar kontrolüne geçmesinden sonra görevinden ayrılan genel yayın yönetmeni Murat Büyükçelebi ile birlikte istifa etmişti.
Bu onurlu duruşu ve yol ayrımlarındaki tercihi Cengiz Kaluç’un gazetecilikteki başarısı kadar bilinir.
Hayat biraz da duruşlar ve tercihler değil midir?
Belki Cengiz Abi gibi yapmaya ‘terbiyemiz’ el vermeyecek ama, hötöröflere ‘hötöröf’ demenin bir yolunu mutlaka bulmamız gerekiyor. Ama öyle, ama böyle…
KİMDİR | TEVFİK CENGİZ KALUÇ
Babıali’ye ilk adımını 1975 yılında Hürriyet gazetesinde atan Kaluç, daha sonra uzun yıllar Bulvar gazetesinin yurt haberler müdürlüğünü yaptı.
Kuruluşunu gerçekleştirdiği İhlas Haber Ajansı’nı, özellikle görüntülü haber servisiyle kısa sürede dünyaca ünlü ajanslar arasına sokmayı başaran Tevfik Cengiz Kaluç, gelen teklifler üzerine yeniden gazetenin mutfağı olan yazı işlerine döndü. Önce Türkiye ardından BugünAkşamve Güneş gazetelerinin yazı işleri ve haber müdürlüğü görevlerinde bulundu. Usta gazeteci, uzun yıllar aktif olarak sürdürdüğü mesleğine bir süre önce ara vermişti. Babıali’de çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile tanınan Kaluç birlikte görev yaptığı arkadaşlarının da sevgisini kazanmıştı.
15 Haziran 2016’da aramızdan ayrılan Kaluç, 1950 yılında Giresun’da doğdu. Nilgün Kaluç’la evliydi, Güneş Döner, Deniz, Zeynep ve Nur’un babasıydı.


Kaynak: https://kronos1.news/tr/zor-zamanda-gazetecilik-yapmak/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.