YILANLARIN ÖMRÜ UZAR MI? | Hakan Zafer
Bu hafta Fıkıh Profesörü Hayrettin Karaman’a olan hayretimi, zaruret ve cevaz kavramları üzerinden ifade etmek istiyordum. Hocayla ilgili ne yazsam boş. Ama itiraf etmeliyim ki son yılların en etkili köşe yazarıdır kendisi. Biz ne yazarsak yazalım okuyucunun hayatına onun kadar dokunamayız. Muhterem, Yeni Şafak’ta köşe değil destan yazıyor. Mesela, “faizdir, gasptır, hırsızlıktır haramdır neme lazım, girmeyeyim günaha” diye direnen okuyucuları için öyle edinme yolları açtı ki… Canı kısa yoldan dönüş çeken gariban takımından, ağızı başkasının servetine akmaktan salyasında boğulmak üzere olan resmi zevata dek kim varsa bu denli etkilemeyi iki köşe yazısıyla başarmak her babayiğide, üstelik ahir ömründe nasip olacak iş değil. Hocanın zihnimde kalan imajının fakülte yıllarımdaki gibi olmasını çok isterdim ama O, Konya’da henüz lise çağlarında bir öğrenciyken Said Nursi’nin “Allah ilmini artırsın” diye diye sıvazladığı sırtına öyle yükler alıyor ki taşınacak gibi değil.
Bir o değil ki…
Bu haftanın meşhur sokak röportajından sonra benzer röportajlar izledim epeyce. Yaşı bir seviyeden yukarı olanlarını daha dikkatli dinledim.
“Emekliye ne vermiş/verecek Allasen”
İki cümle de olsa meşhur “Anadolu irfanı” damlayacak mı dilinden amcaların teyzelerin diye beklerken, miras bırakma telaşındakinden şehit yakınına herkes maddi beklentilerini sıralıyor. Görünen o ki kimsenin derdi erdem, ahlak, vicdan vs. değil. Yavru zalimlerce hapishanelerinde ilacı verilmeyerek öldürülen gencecik anneler, panzer paletinden geriye kalanı toplanıp siyah bakkal poşetinde sakatat gibi ailesine teslim edilen nine, açlıktan, işsizlikten canına kıyanlar, vs. bizim yaşlılarımızın umurunda pek değil gibi. Yaşı, geride kalanı görmeye hayli yetecek olanlarımızın hakikat ölçüsünün maalesef cebinden yukarı çıkamaması oldukça üzücü.
Hastalık, doktor, eczane, emekli maaşı vs. derken ahir ömründe rızık endişesine düşürdüğümüzün sonucu bu belli ki. İrfanından, bakış açısından, yaşanmışlıklarından istifade edeceğin sırada amca ve teyzeleri ele ayağa düşmeden sırasını beklemeye mecbur eden bir anlayışın ne tür bir mirası olabilir?
*****
“Yapmayın, etmeyin oğlum/kızım, ayıptır, günahtır” diyeni yok şimdiki garibanların. Ekmeğini veriyor zannettiği kişi kime hasımsa o da bileyliyor tırpanını. Yoksa oğlu yok yere hapisteyken gelini ve iki torununu, oğlunun evinde, kapı dışarı etme tehdidiyle kiraya bağlayan kayın pedere nasıl yer bulur insan zihninde?
Neyse…
Önümüz Ramazan. Ayın sonunda bir kaç arpa ağırlığı ölçüde altından hesaplanarak, kuru üzüm ölçüsüyle resmi kurum tarafından açıklanacak miktarda yaşam sadakası diye fitreyi vicdan ve izan taşımayan kimselerin pek usta dindar edasıyla verecek olmasından şikâyetim var arkadaş. “Sana mı yapıyor, Allah bilir” deyip suratıma soğuk bir tokat atabilirsiniz, kabulüm ama olmaz, olamaz inandığım din bu vicdan yoksunlarının eğlencesi olamaz.
Sahi, yılanlar bin yıl mı yaşar?
Bu Yayına Yorum Yapın