YAŞLANIYORUZ! | Mahmut Akpınar, Tr724
Bireysel olarak yaşlanıyoruz, saçımızdaki aklar artıyor, enerjimiz azalıyor, ağrılar artıyor. Çocukların büyümesi en bariz yaşlanma göstergesi. Ama yaşlandıkça “çocuk” muamelemesi yapılanların da yaşı yükseliyor. Yetmişlerinde olanlar 50’li yaşlardakilere “yeni yetme”, “toy” diyebiliyor.
GENÇLER OMUZ VERDİ
1989 yılında başlayan vaazlar sanırım 1993’e kadar devam etti. İstanbul’un selatin camilerinde, Ankara’da, İzmir’de Hocaefendi’nin verdiği bu vaazlarda kalabalık ve coşku kadar katılımcıların yaş grubu dikkati çekiyordu. Vaazlardaki dinleyici kitlenin yaş ortalaması ancak 18-20 idi. Kullanılan dilin ağır olmasına, konuların ciddiyetine rağmen vaazların dinleyicileri ortaokul-lise öğrencilerinden ve üniversite gençliğinden oluşuyordu. Esnaf kesimini de gençler oluşturuyordu.
1980’lerde Hizmeti Ege bölgesinde lokal bir hareket olmaktan çıkaran ve ülkenin dört bir yanına dağılan gönül erleri 20-30 yaş grubundaydı. Bir eğitim hareketi olan Hizmet’in telkinleriyle 16-17 yaşındaki gençler hayallerindeki bölümleri yazmaktan vazgeçiyor ve çok yüksek puanlarla eğitim fakültelerini tercih ediyorlardı. Öyle ki bir dönem eğitim fakültelerinin puanları patlama yapmıştı. Anadolu çocukları okusun, hayatın içine eğitimli olarak katılsın diye ülkenin her yerine açılan dershanelerde ilk görev yapanlar gencecik, taze öğretmenlerdi hep. Stajı kalkmış 2-3 yıllık öğretmenden müdür yapılıyor, eğitim kadrosunu 1-2 yıllık yeni öğretmenler oluşturuyordu. Kadronun yetişmediği yerlerde eğitim fakültesi öğrencileri devreye giriyordu. 1990’ların başında hafta içinde okuluna gidip, hafta sonunda İzmir’den Afyon’a, Uşak’a Aydın’a, Isparta’ya, Eşkişehir’e giden yığınla eğitim fakültesi öğrencisi bilirim. O dönemin şartlarında geceleri otobüslerde uyuyarak yolculuk eder, ertesi gün de gün boyu ders anlatırlardı. Okullarda ve dershanelerde yıllarca yaş ortalaması 25 üzerinde olmadı. Uzun seneler pek çok işleri üniversite öğrencileri, okullarıyla birlikte omuzladılar. Maaş, makam, konum kaygıları olmadı.
DÜNYAYA DAĞILANLAR GENÇLERDİ
Yurt dışına ilk açılmalar yine üniversiteyi bitiren 21-22 yaşındaki gençler eliyle oldu. SSCB dağıldıktan sonra haritada yerini bilmediği, yolu, izi olmayan yerlere gözünü kırpmadan, korkmadan, “neler yaşarım”ı düşünmeden ve heyecanla gittiler. Mahrumiyetine, zorluklarına rağmen o dönemin yurt dışı olan Orta Asya’ya gitmek için mezunlarda yarış vardı, akın vardı. Gidemeyenler, Türkiye’de kalanlar hüzünle ağlardı, hasretle arkadaşlarının ardından bakardı. Rahmetli Özal’ın, daha sonra Demirel’in himayesiyle öyle bir açılım oldu ki mezun gençler atalar diyarına yetmedi. Talep çoktu ve yetişilemiyordu. Her yerden okul isteniyordu ama öğretmenler yetersizdi. Bu açığı doldurabilmek ve açılmış kolları boş bırakmamak için yüzlerce üniversite öğrencisi okulunu dondurdu ve Hizmet aşkıyla Hicrete koştu. Nasıl bir Hicret? Yokluklar içinde, karşılayanın olmadığı, en temel ihtiyaçları dahi temin etmenin zor olduğu, camilerde kalarak, ağır şartlarda seyahat ederek, güvensiz, tehlikeli yerlerden geçerek yapılan Hicret!
Bu dönemde üniversiteyi yeni bitirmiş, hayat tecrübesi olmayan gençler tohum gibi her biri bir ülkeye/şehre atıldılar. Yirmili yaşların başındaki bu gençler Allah’ın izniyle oralarda en üst devlet adamlarıyla muhatap oldular. Okul açmak gibi çok ciddi birikim, sermaye, tecrübe isteyen konularda devlet adamlarını ikna ettiler ve o okulları açtılar. İlk gidenlerin etrafında ne esnaf vardı, ne tecrübesinden yararlanacağı kimseler! Ulubatlı Hasan gibi kapıları açmak için atıldılar ve açtılar. Esnaflar, aileler, abiler hep arkadan geldiler. Onlar gittiğinde hemen hiçbir ülkede Türkiye Cumhuriyetinin diplomatik temsilcisi dahi yoktu
GENÇLERİN FEDAKÂRLIĞI, SAMİMİYETİ
Ege bölgesinde yeni açılan bir dershanede müdür 3 yıllık, müdür yardımcısı 2 yıllık, geri kalan diğer bütün öğretmenler yeni mezundu. Birkaç tane de dersi kalmış, okulu bitirmemiş arkadaş vardı. Coğrafya branşından mezun yeterli değildi. O sebeple yerelden temin etme yoluna gidildi. Eğitime önem veren, dershaneciliğin, özel dersin yaygın olduğu bu şehirde genç-tecrübesiz arkadaşlarla bu iş nasıl olur acaba diye tereddüt oluştu. Bu nedenle en azından bulunacak coğrafyacı tecrübeli ve iddialı olmalıydı. O şehrin en iyi coğrafyacısı bulundu. İyi de bir ücret takdir edildi. Aylar günler geçti, dershane emsallerine karşı ciddi başarı gösterdi ve öğretmenlerin fedakarlığı, yoğun özverisiyle memnuniyet oluşturdu. O genç arkadaşların hiçbiriyle ilgili bir şikayet gelmedi. Şikayet edilen tek hoca vardı: Coğrafyacı! Öğrenciler müdür beye: “Hocam keşke coğrafyacımız da diğer hocalarımız gibi genç olsaydı!” diyordu. Gençlerin fedakarlığı, samimiyeti tecrübe ve bilgi eksikliğini kapatıyor; hatta avantaja dönüştürüyordu. Kendine yakın yaştaki öğrencilerle çok iyi diyalog kuruyor, onların halinden, problemlerinden, beklentilerinden anlıyor ve onları rahatlıkla yönlendirebiliyorlardı.
Zamanla amatör ruh yerini profesyonelliğe, kurumlara, makamlara, konumlara bıraktı. Hizmet kadrolarında yaş ortalaması artmaya başladı. Alttan yeni nesiller geldikçe sorumlu konumundaki insanlar daha yukarıya, daha yukarıya çıkıyordu ve kadrolar yaşlanıyordu. Bir zaman geldi yirmili yaşlarda gençlerin yaptığı pek çok işi kerli-ferli kırklı, ellili yaşlarda adamlar yapmaya başladı. Yaş arttıkça konumların önemi arttı, hareket kabiliyeti azaldı; bağlar, bukağılar arttı. Otuzlu yaşlardaki insanlar çoluk çocuk görülmeye ve kendilerine güven duyulmamaya başlandı. Yaşlar arttı ama değişen zamana, nesillere göre yenilenme, güncelleme yapılamadı. Dijital çağda zaman çok hızlı akıyor, gençlerin alışkanlıkları, algıları hızlı değişiyordu. Zamanla yaşlanmış yönetici kitle ile yeni nesil arasında mesafeler oluştu. Gençler koca koca adamların arasında kendilerine alan da açamadılar. Kurumsallaşma, bürokratik direnç, hantallık gibi problemler arızaları tespit etmeyi ve çözüm üretmeyi engelledi. Çoğu zaman anlaşılmadığından veya o fazda olunmadığında gençlerin söyledikleri, istekleri “saçma”, “gereksiz” görüldü. Binlerce kurum, okul, dershane vb. açıldı. Ama bu kurumlardan yetişen gençler jenerasyonlar arasındaki kopukluk ve boşluk nedeniyle, zamanın gerektirdiği dönüşümleri yapamama sebebiyle elde tutulamadı. Özellikle son dönemlerde bu gençlerin pek çoğu Hizmeti sevmekle birlikte kendisine farklı yollar çizmeye başlamıştı.
GENÇLERDEN BİR KOPUŞ MU VAR?
Hep gençlerle, gençlikle anılmış Hareket’te gençlerden bir kopuş mu var diye endişeliyim. Zira etrafıma baktığımda hep 40 yaş üstü insanları görüyorum. Gençlere hitap etme, onları memnun etme noktasında problemler görüyorum. Kendi çocuklarıma ve çevremdeki insanların çocuklarına bakıyorum pek çoğu meselenin içinde olmak istemiyor. Kenarda durmayı, en iyimser haliyle sempatizan olmayı tercih ediyor. Türkiye dışında bu problemin daha ağır olduğu görüyorum. Zira zihinleri alaturka kültürle şekillenmiş, klasik Ortadoğulu mentalitesine sahip insanlar buraların dilini, kültürünü bilen gençlere güvenemiyor; onlara yol açmaktan korkuyorlar. Pek çok genç bohemliğin ağında eriyip gidiyor. Kafası çalışan, iyi eğitimli gençler ise sorumluluk almak için ya cesaret veya alan bulamıyor. İşler hala Türkçeden başka dil kullanamayan, Türkiye mantığıyla hareket eden, Türkleri hedef kitle kabul eden 40’lı yaşlardaki arkadaşların omzunda gidiyor. Buralarda yetişen gençlerle ilgilenecek kimseler dahi dil bilmiyor ve muhatap kitlesiyle ciddi yaş farkına sahip. Sanırım bu insanlar batı kültürüyle yetişmiş bu çocuklarla nasıl diyalog kuracak, nasıl empati yapacak, onlarla hangi ortak yönü olacak, onlara ne sunabilecek diye düşünülmüyor. Elbette yurt dışında da zıpkın gibi çocuklar var. Ama bazen onların kıyafetine, bazen küpesine takılıyor ve önlerini açmıyoruz. Türkiye’den gelen ailelerin çocukları ise ayrı ve zengin bir kaynak. Ailelerinden dolayı hepsi başarılı çocuklar. Kısa sürede dillerini hallediyorlar; buralara da uyum sağlayacaklar. Ama benzer sebeplerle bu çocukların da kenara itilmesi, Hizmet denklemine katılamaması ihtimali var.
Hazreti Ali: “Çocuklarınızı içinde bulunduğunuz çağa göre değil, gelecek çağa göre yetiştirin” diyor. Bediüzzaman gençleri özel olarak muhatap almış ve sağlığında onlara yönelik “Gençlik Rehberi” hazırlatıp ulaştırılmasına itina göstermiş. Etrafında daima gençler bulunmuş. Hala hayatta olan talebeleri Üstad’ın son dönemlerinde en fazla 20’li yaşlardaydı ve seksen küsur yaşında bir adamın peşindeydiler. Hoca Efendi 1986 tarihli “Gençlik Ruhu” başlıklı yazıda: “Toplumlar gençlik ruhuyla canlılıklarını korur, onunla gelişir ve onunla ihtişama ulaşırlar. Bu ruhu kaybedince de, kılcalları kesilmiş çiçekler gibi pörsür, dökülür ve ayaklar altında kalırlar. ..Gençlerin pek çoğu, bir makam kapıp bir memuriyete geçtikten sonra, içlerindeki bu kıvılcımlar yavaş yavaş sönmeye yüz tutar; ruhlarında bir külleşme, gönüllerinde de bir çölleşme baş gösterir.” diyor.
Genç Adam şiirinde ise:
Genç adam; bu bâdirenin bahâdırı sensin!
Yıllardır, hayâllerde, düşlerde beklenensin…
..Sensin asırlardan beri beklenen kahraman,
Gel ki, artık dizlerimizde kalmadı derman..!
diyerek umudunu gençlere bağladığını söylüyor.
Allah için Hocaefendi kocaman bir ömrü bu işe harcayarak bir gençlik inşa etti. Şiirde, yazılarda bahsedilen bu gençlik geldi; çok da güzel işler yaptı. Ama sanki dünün bu civanmert, yiğit, fedakar, idealist gençleri yaşlanınca gençlere yol açmayı başaramadı. Yeni nesillere yükü devretmeyi, onlara kol kanat germeyi olması gerektiği kadar yapamadı. Kendilerinin 20’li yaşlarda altına girip Allah’ın inayetiyle yaptıkları işleri şimdilerde 40’lı yaşlardaki insanlara bile emanet etmekten çekiniyorlar. Koca koca eğitimli, donanımlı adamları/hanımları “çoluk çocuk” görüp kenara itenler olabiliyor.
Son yaşananlar yaş ve kıdem gibi gençlerin önünü tıkayan, Hizmete takos olan anlayışları da bitirdi; bitirmiş olması lazım. Bu yönüyle yaşanılan süreç Hizmet’e tekrar gençleşme, global anlamda gençlere yeni misyonlar yükleme, onların enerjisinden yararlanma fırsatları sunuyor.
Keşke bizim gibi 50 ve üstü yaşlardaki arkadaşlar kenara çekilip gençlere mentörlük yapsak, onların sırtını sıvazlayıp arkasından dua etsek, tecrübelerimizi onların emrine versek!
Bu Yayına Yorum Yapın