Tilkiler - Gurbet Mektupları

Sabah Namazı için Eyüp Sultan’a gittiğim bir hafta sonu idi. Namazı eda edip hazretin kabri Şerif’i önünde icra edilen duaya iştirakten sonra artık bir gelenek halini almış Eyüp Sultan  Kabristanı turuna geçiyorduk.

Şehir içinden, dışından ve hatta yurt dışından gelmiş misafirlerime haziredeki ve tepede meftun bulunan tanınmış isimleri hem tanıtıyor hem de kabirleri başında dualar ediyorduk.

İşte o gün de Eyüp Sultan’ın Haliç yönündeki kapıdan geçip karşımıza çıkan eski taş mektebin (Sıbyan Mektebi) avlusuna gelmiştik. Orada adeta birer kitabe olan mezar taşlarını anlatırken gözüm bahçede dolaşan birine takıldı. Siması dikkatimi çekecek kadar bana farklı gelmişti.

Tabi bu bahiste hemen mübarek bir zata veya ruhaniyetine denk geldiğimizi zannedeceksiniz. Haliyle Eyüp sultan, sabah namazı ve mübarek mezar taşları atmosferinde başka ne olur...

Ama anlattığım, anlatacağım böylesi bir şey değil. Gördüğüm zat, küçük çocuklarınıza “şu tiplerden aman sakının” nasihatınıza tam da uygun bir tipolojiye sahip idi. Terbiyem müsaade etse dayım gibi, “at hırsızı” görünüşlü diyecektim.

Çenesi epeyce öne çıkmış, sanki kırmızı başlıklı kızdaki babaanne kılığına girmiş kurttu sanki. Ama yine de ondan korkacak bir durum yoktu tabi. Zira babaanneyi de kızı da yiyerek karnı doymuş uysallaşmış bir ruh hali var gibiydi. Bizler onun günah çıkarma anına denk gelmişiz gibi düşünebilirsiniz.

Şekle şemale bakarak nasıl böyle çıkarım yapabilirsiniz. Haklısınız. Ama kastettiğim “yok badem bıyıklı, yok uzun saçlı hippi” söylemlerindeki gibi şartlanmış yanıltıcı toptancı bir zandan öte bir şey.

Suçların simalara yansıması mevzusunu hayat tecrübenize ve ferasetinize havale ederek devam edelim.

O zat, sıbyan mektebinin avlusundaki süslü mezar taşlarına bakmaya devam ediyor diğer manevi atmosferin etkisinde gelişen söylemlerimizi dinliyordu.

“Neden atalarımız 4 yaşlarında çocukları eğitime başlatıyor ve neden genelde; taş mektepler Allah sesinin en gür duyulduğu minarenin yanına kuruluyordu?” mevzusuydu anlatmaya çalıştığım. Sonra da buradan yürüyüp, “çocuklarımızın zalim, hırsız, düzenbaz olmamasını arzuluyorsanız küçük yaşlardan itibaren doğru ve  ahlaklı bir eğitimin...” gereksiminden bahsediyordum.

Ne tek başına din ilmi ne de salt fen veya sosyal ilim.  İlimsiz, din yobazlığa yol açar diyordum. İlimsiz din topal-geri bırakır.

Sadece Fen ilminin de insanları iyi yapmayacağını, ahlaki yozluğa sevk ederek iki varil petrol için sayısız ana kuzularının katledildiğini, ilaç satmak için nasıl da hastalık çıkartıldığını anlatıyordum. Dinsiz ilim ise kör bırakır. Vefaya, acılara, geçiciliğin mesajına ve hayatın anlamına.

İlgiyle kulak verip dinliyordu beni. Sonunda gelerek yanıma; “ben de size iştirak edebilir miyim? dedi. Ben de kabul ettim.

Sonrasında da taş mektebine çay içmek için girdik. Orada da sohbetlerimiz devam etti.

Bizim ki her bahsi ve nasihatı başını sürekli sallayarak tasdik ediyordu. Ama buna rağmen onda beni huzursuz eden - yoo huzursuz demeyeyim de anlayamadığım- garip bir hal vardı. Bilemiyordum ama içimden bu adamın çok büyük bir günahkar olduğunu hissediyordum. Kendi kendime günahlarının vebalinin ağırlığı buraya sürüklemiş bunu diyordum. Her ağzını açıp konuşmaya başladığında da bu duygu bende ziyadesiyle yoğunlaşıyordu.

 Ne zaman erdemli bir vasıf, bir davranış mevzu olduğunda hemen kendinden örnekler vererek araya giriyordu.

İnsanlar yarası, zaafı olduğu konularda rahat duramaz ve bu rahatsızlığını tersi anlamda aşırı iddialı cümlelerle kapatmaya çalışır.

O, sıbyan mektebinde küçük çocuklara bilgi yüklemekten ziyade ahlaki terbiye verildiği konu olduğunda çocukluğunda etrafında nasıl da faziletli yaşamların olduğundan dem vuruyordu. Ne zaman bir ahlak kahramanlığından bahsetsem nefesinin de duyulduğu kısık bir sesle “bir defasında” diye başlayan kendinden örnekler veriyordu. 

Hayatın kötülük yapmak için kısa olduğuna dair Bediüzzaman'ın, “nasıl ki bir gün bu mekandan, bu Eyüp Sultan’dan, bu şehirden çıkacağım. Bir gün gelecek bu dünya memleketinden de zamanı geldiğinde öyle çıkacağım” sözleriyle başlayan ders boyunca da başlar epey bir tasdikle sallandı. 

Ve bu Fasıl hoş temennilerle devam edip ve bitti. Bir gün geldi hem o mekandan, hem Eyüp Sultandan, hem İstanbul’dan hem de memleketten çıkmak zorunda kaldım. Ama bu mevzu dışımız tabi. Belki de alakalı. Ama o kadarına girmeden hikayemize devam edelim.

Benim merakım bu işkillendiğim insanın ne iş yaptığı idi.

Ve dışarı çıktığımızda sorabildim.

Demez mi ben TOKİ’de müdürüm. Hiç şaşırmadım diyecektim ama demedim tabi.

Kuzu girsen kuzu kuzu kalamayacağın ve sonunda çakallaşacağın bir çark oralar.

TOKİ’yi de ilk olarak sohbetlerimize geldiğinde hep ihlas risalesi dersini yapmak zorunda kaldığım bir genç işadamı tarafından öğrenmiştim. Hayır işlerine bağış toplandığı bir toplantıda sıfır çekip sonrasında; ''kazandırın ki verebileyim'' diyen bir müteahitten. TOKİ ihaleleri için şartnameye uygun olsun diye alüminyüm doğramalara kum koyduklarını da. Bunu da direkt itiraf değil, tanıştırdığım bu işlerin üreticisi bir dostuma yaptığı tekliften öğrenmiştim.

Devlet ve belediyeler dünden bugüne işleyişiyle veballer yüklü bir kir bataklığı. Kaç tane dürüst arkadaşımın yolsuzluk tekliflerine veya baskılarına karşı çıktığı için el etek çektirilmesini bilmemin yanı sıra bir ara ticaret yaptığım 2007’de İstanbul’da bir belediye kuruluşu olan İSTAÇ’ta bizzat tecrübem var. Teklif verdiğimiz iş meğerse bu işle alakası olmayan Avukatlık mesleği olan İl gençlik başkanına ihale duyurulmadan evvel verilmiş.

Asfalttan inşaata, mezarlıktan çöpe kadar gözlerin döndüğü tam bir haramîyet yuvası.

“Canım şimdi belediyenin başına gelenler daha mı dürüst?”

Pek bir farkı yok elbet. Zaten de anlatmak istediğim bu, ne tuttuğum parti seçimi kaybetti diye yas tutun diyorum, ne de onların dışında başkaları geldi diye bayram ilan edin.

Ne üzülmeye ne de öyle sevinmeye lüzum yok anlayacağınız. Çakalların rengi değişti diye yas tutanları da hiç anlayamıyorum. Bu ideolojik el değiştirme mevzusu değil inanın.  

Ha mevcut belediyelerde bir çıkarınız varsa o üzüntünüz başka. Veya benim gibi;  Zulüm çarkını propagandalar vesilesiyle vicdanları susturarak sinsice işletenlerin iktidarının sarsılmasına sevinenler de yine bahsettiklerimin dışındadır.

Her zaman her dönem en kalabalık klik, grup, cemaat gerçekte bir ideolojileri ve prensipleri bulunmayan menfaatçiler ve korkaklar topluluğudur.

gurbetmektuplari@gmail.com

KAYNAK: http://m2.shaber3.com/yazarlar/yazar/gurbetten-mektuplar/tilkiler/1321888/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.