O’nun kalbinde kin, dilinde küfür yoktu - Ali Demirel
Geçen hafta “Dindarlık ile kindarlık bağdaşır mı?” sorusuna cevaplar aramaya çalışıyorduk. Kaldığımız yerden devam edelim.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde müslümanın uzak durması gereken günahları şöyle sıralıyor: “Birbirinize hasetlik (kıskançlık) etmeyin, kin tutmayın, başkalarının ayıplarını araştırmayın ve gizli konuşmalarını dinlemeyin.” (Müslim, Birr, 30)
Allah Resulü bu hakikatleri öncelikle hayatında bizzat kendisi yaşıyor, bu çerçevede etrafındaki insanlarla birebir temas kurarak onları hak ve hakikate çağırıyordu.
Efendiler Efendisi, muhataplarıyla sadece konuşarak temas kurmuyor, aynı zamanda elindeki her türlü imkânı değerlendirerek çok farklı stratejiler uyguluyor ve muhataplarına ulaşabilmek için çok geniş bir alanda faaliyet yürütüyordu.
Gönülleri fethediyor
Bu anlamda onun hayatına baktığımızda irşad ve tebliğin, sadece muhatabın ayağına giderek maksadını anlatmak değil, her türlü imkânı kullanarak onunla temas kurulabilecek bütün alanlarda faaliyet göstermeyi ihtiva eden uzun soluklu bir süreç olduğunu görmekteyiz.
Zaten Bedir sonrasında Mekke’de oluşan olumsuz havayı nazara aldığımızda, altı yıl gibi kısa bir zaman içinde bu şehrin fethinin başka türlü mümkün olmadığı anlaşılır.
Kin ve nefretin tavan yaptığı, düşmanlık adına çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-ihtiyar herkesin intikam solukladığı bir şehrin kısa bir sürede şekil değiştirmesi, düne kadar baş düşman olarak gördükleri şahıs ve düşünceyi baş tacı eder hale gelmesi ve içinde barındırmak bile istemediği insanlara şehrin kapılarını sonuna kadar açmasını başka türlü izah etmenin imkânı var mıdır?
Düşmanlıkları siliyor
Esasında Allah Resûlü’nün Mekke fethi, semboliktir; o gün gerçekleşen bir vak’a değil, çok önceden tamamlanmış bir süreçtir. Zaten adı konulmamış bir fetih vardır ve Efendimiz’in gelişiyle kafiyeye son nokta konulmuştur. Genel görüntüye bakıldığında, hiçbir mukavemet görmeden ve tabiri caizse Allah Resulü’nün elini kolunu sallayarak şehre girdiği görülmektedir.
Dört bir koldan şehre girilirken bir yerde var olan direniş ise lokal ve sadece belli başlı insanlarla sınırlıdır ve bunlar da gidişata karşı koyamayacaklarını anlayınca her birisi bir başka tarafa dağılmak zorunda kalmıştır.
Anlaşılan, bu altı yıl içinde, kin ve nefret soluklayan, intikam almadıkları sürece dünya nimetlerinden istifade etmeyi kendisine haram kılan insanların gönlüne girilecek yepyeni kanallar bulunmuş, çok farklı stratejilerle düşmanlıklar silinmiş ve yerine muhabbet filizleri dikilmiştir.
Gergin ortamı yumuşatıyor
Bu, kendiliğinden olmuş bir sonuç olamaz. Şüphesiz bunun arkasında, sürekli kendisinden fedakârlıkta bulunan, elindeki bütün imkanı muhatapları adına kullanan, onlarla irtibat kurabilmek için yeni yeni vesileler icat eden, onlardan gelecek her türlü sıkıntıya katlanıp sabırla mukabelede bulunan, onlara yemekler yedirip hediyeler veren, gerginlikleri tırmandırıp bütünüyle kendisine kapandıkları yerlerde bile akrabalıklar kurarak yeni kapılar aralayan Efendimiz vardı.
Ayrıca sıkıntıya maruz kaldıkları yerde yardımlar gönderip ihtiyaçlarını gideren, süreci sabote edebilmek için devreye konulan her türlü sıkıntıya katlanan ve kim bilir bizim bilemediğimiz daha hangi stratejileri hayata geçirerek en problemli gönüllere bile nüfuz eden hiç kimsenin bilemediği daha nice nebevî adımlar söz konusuydu.
O (s.a.s.), yirmi üç yıllık peygamberlik hayatında her türlü kin-nefret söylem ve eylemine rağmen muhatap olduğu çevrenin tamamının gönlüne girmişti. Zira onun kalbinde kin, dilinde küfür yoktu. Peki ya onun ümmeti olan bizim?
BİR SORU-BİR CEVAP
Kıraati niçin bazı namazlarda sesli, bazılarında sessiz okuyoruz?
Bu soruyu bize Necla Hanım soruyor:
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) malumunuz İslâm’ın ilk yıllarında tebliğ vazifesini gizli yapıyordu. Sahabîlere namaz kıldırdığı zaman da kıraatte sesini yükseltiyor, namazları cehri (sesli) kıldırıyordu. Neden sonra müşrikler Peygamberimizin sesli kıraatini duyunca şiirlerle ve uydurdukları sözlerle karıştırmaya başladılar. Efendimiz’e de hakaret ederek işi alay etmeye kadar vardırdılar.
Müşriklerin bu çirkin hareketine meydan verilmemesi ve müslümanların eziyetlere maruz kalmamaları için bir âyet-i kerime indi: “Namazında sesini pek yükseltme ama iyice de kısma, ikisinin arası bir yol tut.” (İsra, 17/110)
Âyette, müşriklerin duymalarına mâni olmak için Peygamberimizin sesini yükseltmemesi isteniyordu.
Bunun üzerine Peygamberimiz, öğle ve ikindi namazlarında, müşriklerin eziyetiyle muhatap olamamak için kıraati gizli yaptı. Akşam namazı vakit ise onların yemek saati, yatsı ve sabah da uyku saatleri olduğundan bu namazlardaki kıraati açıktan yaptı.
Cuma ve bayram namazları da zaten hicretten sonra farz ve vacip kılındığından, müşriklerin de bir zararı olmayacağından kıraatler cehrî (sesli) oldu.
Peygamberimiz namazlarını bu şekilde kıldığı için biz de namazlarımızı ondan gördüğümüz ve öğrendiğimiz şekilde kılıyoruz.
KAYNAK: http://m2.shaber3.com/yazarlar/ali-demirel/o-nun-kalbinde-kin-dilinde-kufur-yoktu/1321854/
Bu Yayına Yorum Yapın