Aslında seçim falan yok - Mehmet Efe Çaman
Bu bir analiz yazısı değil. Aklı başında olan, muhakeme yetisini yitirmemiş, Polyanna olmaktansa gerçekçiliği önceleyen dimağlar için yazılmış bazı gerçekleri özetleyen ve bazı can sıkıcı sorular soran bir yazı!
Bir siyaset bilimci olarak, rejimin meşruiyetini her seçimde yeniden şarj edip, konsolidasyona enerji aktarışını büyük bir hayret ve şaşkınlıkla gözlemliyorum. Onlarca HDP’li milletvekili sanki hapishanede değil! Sanki yüzlerce belediye başkanı ve belediye meclisi üyesi hapse atılmadı. Onlarca büyük belediyeye kayyum atandığı bir halüsinasyon mu? Selahattin Demirtaş Türkiye’de başkanlık seçimlerine hapishaneden katılmadı mı? Ne oldu sonra? Kasım 2016 tarihinden bu yana hapishanede değil mi? Figen Yüksekdağ ile beraber iki eşbaşkanı içeride tutan sistem, bu iki milletvekilinin seçilmiş olup olmadığıyla ilgilendi mi? Bugünkü Ankara adayı Mansur Yavaş’ın seçimleri kazansa bile görevden alınacağını cumhurbaşkanı bizzat mahkeme kararının sonucuna bile gerek duymaksızın söylemiyor mu? Tüm bunlar olurken, havuz medyası, yani Türkiye’deki medya gücünün yüzde doksanının üzerinde medya kuruluşu, sabah-akşam Erdoğan rejiminin uygun bulmadığı parti ve adayları hilafsızca karalamıyor mu? Bunlar başka bir ülkede gerçekleşiyor da ben mi duymadım acaba? Bu adil-özgür seçim yapılacak olan ülkede (!) acaba iki yüze yakın gazeteci içeride değil mi? Beş yüz binin üzerinde rakamlara ulaşmış bulunan tutuklu-mahkûm toplam sayısı, bu seçimlerin adil-demokratik olması önünde bir sorun oluşturmuyor mu diyorsunuz? Böyle bir ortamda seçim olur mu? Olsa da bu seçimin demokratik olağan akışa uygun olduğunu kim iddia edebilir? Seçimin kazanına kim karar veriyor! Haydi, bazı muhalif adaylar kazandı diyelim. Kazananlar göreve atanacak mı? Atanabildi diyelim. O görevde kalabilecek mi? Onlar kalabiliyorsa, bu rejim neden yüzlerce seçilmiş milletvekili ve belediye başkanını hapse attı o halde?
MHP zaten muhalefet değil
CHP ve İYİ Parti muhalefet mi? Tartışılır. Erdoğan’a alternatif olma iddiası muhalif olmaya yeterli gerekçe oluşturuyorsa, diyecek bir şey yok, muhalefettirler tabi. Ama rejimin diliyle konuşan, rejimin diskuruna itiraz etmeyen, kirli güç ilişkilerini gördüğü halde aradan bir yerden kendine iktidar payı devşirebileceğini uman partiler bana göre muhalefet değil. Yani, ben CHP ve İYİ Parti’nin Erdoğan’ın arkasındaki derin güce yönelik olarak Erdoğan ve AKP-MHP koalisyonundan hiç de farklı bir tutum içinde olmadıklarını iddia ediyorum. Bu iddia gerçeği yansıtmıyor diyen varsa şu soruya lütfen yanıt versin: 17/25 Aralık ve 15 Temmuz milatları sonrası kurgulanan yeni Türkiye gerçekliğinde, CHP ve İYİ Parti hiç sistem eleştirisi yaptı mı? Kılıçdaroğlu “kontrollü darbe” diyordu. Sonra neden sustu? Neden bu darbe girişimini kim “kontrol ediyordu”, hiç bu konulara girmedi? Yoksa o darbeyi kontrol eden güç, CHP’yi de mi kontrol ediyordu? Acaba Muharrem İnce bu nedenle mi seçim gecesi ortalıktan kayboldu, sonra da bir tweet atarak “adam kazandı!” dedi! Oysa biz hala daha YSK önüne yığacağı avukatları bekliyoruz! Muharrem Bey, neredesiniz? Sesiniz soluğunuz kısıldı? Oysa mangalda kül bırakmıyordunuz! Yoksa nehrin akıntısı bizi nasıl olsa aynı denize götürüyor, boşa kürek çekmek hem beyhude hem de çok riskli noktasına mı geldiniz? Ya İYİ Parti? Bu parti gerçekten çok iyi rejim için – bunu anlıyoruz. Çünkü rejim diskurunu kullanma konusunda AKP-MHP ile adeta yarışıyor! Yedek kulübesindeki futbolcular gibi, Erdoğan’ın ardından vitrindeki lider olmayı bekliyorlar. Bunlar muhalefet falan değil! Ne içerideki masum yüz binler, ne yürütmenin yetkilerini gasp ettiği yargının partizanlaşması, ne TSK’daki çok tehlikeli tasfiye operasyonu, ne AB süreci, ne insan hakları sorunları, ne sistematik işkenceler. Bunların derdi, tasası bunlar değil! Varsa yoksa Erdoğan! Erdoğan evet, elbette bu rejimin lider figürüdür de, arkasındaki güç kimdir? Bunu bilmiyorlar, düşünemiyorlarsa zaten bunlara oy vermeye değmez. Yok biliyorlar da, yine de görmezden geliyorlarsa, zaten Erdoğan veya bunlar arasında bir fark yoktur; dolayısıyla muhalefet olarak nitelenmeyi hak etmiyorlardır!
Gelelim HDP’ye
Ben HDP’nin kendi meşru haklarını bile savunmaktan aciz bir parti olduğu gerçeği dışında, aynı zamanda bu partideki bazı dinamiklerin bugün perde arkasında rejimini konsolide eden odaklarla derin bir çıkar birliği içerisinde olduğunu düşünmeye başladım – eğer HDP rasyonel hareket etmekteyse tabii. Zaten rasyonel hareket etmiyorsa, denecek bir şey kalmamış demektir. Demirtaş, Yüksekdağ ve onlarca Kürt vekil ve belediye başkanının içerde olmasını nasıl hazmediyorlar? Bunu hangi kuramla veya hipotezle açıklayacağız? Rasyonel akıl bu partide hâkimse – ki ben bu yaşananların tesadüflerle açıklanamayacak kadar rasyonel bir zincir içerisinde gerçekleştiğini düşünüyorum – bu durumda Kandil-Öcalan ekibi Türkiyeli ve fazla mülayim gördükleri Demirtaş ekibini tasfiye etmek istemiş olmalı. Derin devletin şahin ve militarist Kürt politikası kimin işine yarıyor? HDP’deki şahin kanadın. Bu hipoteze göre, çok ön plana çıkan ve g-fazla popülerleşen Demirtaş, Öcalan ve diğer Kandil ekibini gölgede bırakmaya başlamıştı. Parti merkeze, Türkiyeli bir konuma çekilince, şehirli Türklerden de oy almaya başlamış, etnik siyasetten sol siyasete yelken açmıştı. Bu, hem Öcalan ekibini, hem de derin devleti çok rahatsız etti. Ve düşmanımın düşmanı müttefikimdir stratejisinin zeminini oluşturdu. En eski siyaset stratejisidir bu. Neredeyse siyasetin yerçekimi kanunu gibi, evrensel ve çağlar ötesi bir strateji! Bu hipoteze göre değerlendirirseniz, her şey anlamlı hale geliyor. Mesela HDP’de bazıları neden Demirtaş ve diğer vekillerin hakları yerine Öcalan’ın konforuyla alakalı meseleleri gündeme getiriyor, bu ipe sapa gelmez gerekçeler için açlık grevi falan yapıyorlar? Elbette onun insan hakları bakımından sorunları varsa bunlar da dillendirilebilir de, vekillerin içerdeyken bu konuyu es geçip Öcalan ile ilgilenmeyi sürdürürsen, insanlar şüphelenir! Bu enteresan bir durumdur, en hafif değimiyle! Bunun dışında, HDP de aynı diğer “muhalefet partileri” gibi rejimin dilini kullanıyor! Diyarbakır’ı, Şırnak’ı, Cizre’yi tarumar eden gücün jargonuyla, “FETÖ” savcılarının kumpası söylemi üzerinden bir yerlere göz kırpıyor. Bu yolla “biz de sistem partisiyiz!” mesajı vermeye gayret ediyor!
İşte bu anlayışta partilerden oluşan bir toplam muhalefet var. Bu muhalefet kişisel bakımdan Erdoğan’la mücadele ediyor gibi görünse de, esas rejimi rejim yapan sorunlarla hiç ilgilenmiyor. Zaten ilgilenseydi, bulundukları pozisyonlardan geçilir, rejimin meşruiyetini ortadan kaldırmaya çalışırlardı. Oysa tam tersi oluyor. CHP, İYİ Parti ve HDP’yi birleştiren ortak nokta, her birinin rejimi benimsemiş olması! Bu konuda en ciddi kanıt, kullandıkları dil. Rejim, ana diskurunu tüm muhalefete kabul ettirmeyi başardı. Bu nedenle, Erdoğan gitse bile – ki kısa vadede böyle bir ihtimal yok! – rejim devam edecek. Bunun anlaşılması için çaba göstermeli. Ama ben bunu yazmaktan yoruldum artık! Her seçimde “siz neden hala meclistesiniz?”, “niçin sine-i millete dönerek rejimin meşruiyetini sonlandırmıyorsunuz?” diye soruyorum. Devamlı “ama bu teslimiyet olur!” türü bir yanıt alıyorum, eleştiriliyorum. İyi de, esas teslimiyet, rejimin yelkenlerini rüzgârla dolduran bu “demokrasi illüzyonu” değil mi?
Aslında seçim falan yok! Bunu görmeden rejim hep var olacak!
KAYNAK: http://www.tr724.com/aslinda-secim-falan-yok/
Bu Yayına Yorum Yapın