MİZACI BOZULMUŞ ÇOCUK GİBİ… - Safvet Senih
Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Husûmet ve
adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî (Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları) düşmanlığın ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm
olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezâhür etti. Öyleyse
düşmanlarımızın kötülükleri –tecâvüz olmamak şartıyla – düşmanlığınızı
celbetmesin. Onlara Cehennem ve İlâhî azap yeter…”
Onun için “Uhuvvet Risalesi”nde husumet ve adavetin; hakikat, hikmet,
insaniyet-i kübra olan İslamiyet, şahsî hayat, ictimaî hayat ve mânevî
hayat nazarında çirkin, muzır ve zulüm olduğunu hatta bütün insanlık
dünyası için bir zehirden ibaret olduğunu ifade ediyor.
Düşmanlığın hakikat nazarında zulüm olduğunu Hz. Üstad şöyle izah
ediyor: “Nasıl ki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle
beraber dokuz masum ile bir cânî var. O gemiyi batırmaya ve o haneyi
yakmaya çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin ve
zâlimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta bir tek
masum dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir adalet kanunu ile batırılamaz.
Aynen öyle de: Sen Rabbanî bir hâne ve İlâhî bir gemi hükmünde olan bir
müminin vücudunda İMAN, İSLAMİYET ve KOMŞULUK gibi dokuz değil, belki
yirmi mâsum sıfat varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir cânî
sıfat yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o manevî vücut hânesinin
mânen batmasına ve yakılıp tahrip edilmesine teşebbüs veya arzu etmen,
onun gibi alçak ve gaddar bir zulümdür.”
“Muhabbet,
uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, râbıtasıdır. Ehl-i adavet,
mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister; bir şey arıyor
ki, onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz bir şey, ağlamasına
bahane olur. Hem insansız, bedbin bir adama benzer ki, su-i zan mümkün
oldukça hüsn-i zan etmez. Bir seyyie on haseneyi örter. Böyle birşeyi
ise, İSL MÎ SECİYE olan İNSAF ve HÜSN-İ ZAN reddeder.”
“Cenab-ı Hak kerem, merhamet ve adâletinin kemâlinden dolayı iyilik
içinde acele bir MÜK FAT ve fenalıklar içinde de acele bir CEZA
yerleştirmiştir. Hasenat içinde âhiretin sevabını andıracak mânevî
lezzetler, seyyiât içinde, âhiretin azabını hissettirecek mânevî cezalar
yerleştirmiştir.
“Mesela, müminler arasında husumet
ve adâvet bir seyyiedir, bir kötülüktür. O kötülüğün içinde, kalb ve
ruhu sıkıntılarla boğacak VİCD NÎ BİR AZABI, âlicenap ruhlara
hissettirir. Ben kendim, belki yüz defadan fazla tecrübe etmişim ki, bir
mümin kardeşe adâvetim vaktinde, o adavetten öyle bir azap çekiyordum;
şüphe bırakmıyordu ki, bu kötülüğüme acele bir cezadır, çektiriliyor.
“Mesela, hürmete lâyık zâtlara HÜRMET ve merhamete lâyık olanlara
MERHAMET ve HİZMET, bir hasenedir, bir iyiliktir. Bu iyilikte âhiret
sevabını hissettirmek derecede öyle bir ZEVK ve LEZZET vardır ki,
hayatını fedâ etmek derecesine o hürmeti, o merhameti ileri götürür.
Validenin çocuğa merhametindeki şefkat vasıtasıyla kazandığı zevk ve
mükâfat için hayatını o merhamet yolunda feda eder dereceye gider.
Yavrusunu kurtarmak için arslana saldıran tavuk, hayvanat milletinde bu
hakikate bir misaldir. Demek, merhamet ve hürmette acele bir mükâfat
var; âlîcenap ve yüce himmet sahibi insanlar onları hisseder ki,
kahramanca bir vaziyet alıyorlar.
“Hem, mesela HIRS
ve İSRAFTA öyle bir ceza var ki, şekvâli, meraklı, mânevî ve kalbî bir
ceza insanı sersem eder. HASET ve KISKANÇLIKTA öyle acele bir ceza
var ki, haset ve haset edeni yakar. Hem TEVEKKÜL ve KANAAT’te öyle bir
mükâfat var ki, o lezzetli acele sevap, fakirlik ve muhtaçlığın belâsını
ve elemini giderir.
“Hem, mesela GURUR ve KİBİR’de
öyle bir ağır yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister ve istemek
sebebiyle istiskal (ağır gelme, hoşnutsuzluk) gördüğünden, daima azap
çeker. Evet hürmet verilir, istenilmez. Hem, mesela, tevâzuda ve
enâniyeti terketmekte öyle lezzetli bir mükâfat var ki, ağır bir yükten
ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır.
“Hem,
meselâ, su-i zan ve su-i tevil (kötüye yorumlama) de, bu dünyada acele
bir ceza var. ‘Men dakka, dukka’ (Başkasının kapısını çalanın,
kapısını çalarlar. Yani ne yaparsan onu bulursun) kaidesiyle su-i zan
eden, su-i zanna mâruz olur. Mümin kardeşinin hareketlerini su-i tevil
edenlerin (kötüye yoranların) hareketleri, yakın bir zamanda su-i tevile
uğrar, cezasını çeker.
“İşte bunlar gibi güzel veya
kötü ahlâklar bu ölçüye göre ölçülmeli. Ben Allah’ın rahmetinden ümit
ederim ki, Risale-i Nur’dan bu zamanda tezâhür eden Kur’anî mucizeliğini
zevk eden zâtlar, bu mânevî zevkleri hissederler, kötü ahlâka mübtelâ
olmayacaklar inşaallah…”
Bizler bu ölçüler içinde
hareket etmeye mecburuz. Kinlerini din kabul edenler, mizacı bozulmuş
çocuğa benzeyenler ne yaparsa yapsınlar, eğer biz bu Kur’anî prensiplere
sımsıkı sarılıp dimdik durur ve gerçek bir direniş sağlarsak inşaallah
dünyada herkese örnek olacak bir güzellik sergilemiş oluruz… Cenab-ı Hak
bizler son nefesimize kadar Kitaba, Sünnete bağlı ve sâdık kalmaya
muvaffak eylesin ve bizleri sâlihler ve sâdıklar zümresine ilhak
buyursun. min…
Bu Yayına Yorum Yapın