15 TEMMUZ’UN YAKTIĞI KİTAPLAR [Erkam Emre]



“Kitapların yakıldığı bir yerde eninde sonunda yanacak olan insanlardır..”
(Alman Şair, Heinrich Heine, 1821)
O gece televizyondan etrafa yayılan kin ve nefretin önünü almak bir parmak hareketi kadar kolay olsa bile sokaktan evlerin içine kadar taşan şiddet uğultusunu bastırmak, yükselen seslere kulak tıkayarak uyuyabilmek o kadar kolay değildi. Önü alınmaz izdihamın bir toplumu ne türlü cinnet haline sokacağı daha ilk günden işaretini veriyordu sanki. Ekranlardan darbeyi canlı izleyen hiç kimse yoktu ki sokaklarda arabaları ezip geçen tanklarının bir Amerikan filminden aparıldığı hissine kapılmış olmasın. Ancak gerçeklerle yüzleşmek o kadar da uzun zaman almayacaktı. Bu hadiseyi teyit eden onlarca görüntü dakikalar içinde yayılacak, insanlar gerçekleşen darbeyi akıllı telefonlarıyla takip edecekti. An be an gerçekleşen askeri kalkışma, kanlar içinde vurulan insanlar ve olup bitene karşı sokağa çıkan çılgın kalabalık artık inkar edilemez bir gerçeği haykırır olmuştu. Ne yazık ki bu henüz adı konulmamış bir askeri darbeydi.
Daha görüntülerin verdiği ilk şoku atlatamadan büyük bir tutuklama ve sindirme kampanyası başlayıverdi. İnsanlar ne olup ne bittiğini anlamadan çuvala doldurulur gibi kitleler halinde tutuklanırken ekranları başındakiler her gün gelen tutuklama haberleri ile ürkmeye ve durumun vehametini anlamaya başladılar. Gazete sayfaları güvenlik memurlarının koluna giren yazar ve entellektüelleri yayınlıyordu; televizyonlar da hakim, savcı, doktor, öğretmen ve işadamlarını, darbeden sonraki cadı avının ilk mağdurlarını… Toplum büyük bir korku ve tedirginlik haline teslim olmuş, sağduyu ve insafın sesi sloganlar arasında kısılıp gitmişti. Bütün bu hengame içinde haber metinlerinde şu ibare acı haberlerin nakaratı olacaktı adeta: “Polis tarafından yapılan aramada örgüt liderinin yazdığı kitaplar, yasaklı yayınevlerine ait sesli-görüntülü materyal ele geçirildi…”
Devamlı dönüp duran görüntülerden sonra insanların bilinçaltında büyüyen korku bu tür haberle bir panik halini aldı. Evinde, iş yerinde, deposunda Fetullah Gülen’e ait yayın bulunduran hemen herkes ilk fırsatta büyük bir imha işine giriştiler. Tarihin hemen her devrinde yaşanmış bir gaddarlık geleneği, mecburiyetten bile olsa, bir başka tarzda gün yüzüne çıkarken polisin evlerine baskın yapmasından korkan veya darbeci yaftası yemekten kaçınan insanlar binlerce kitap ve çeşitli yayını tek tek yok etti. Bodrumunda kitap saklayan, kitabını çöp kutularına atarken veya arabasının bagajında yakalanan pek çok insan kara propagandanın kurbanları oldu. Aynı ailenin, aynı mahallenin, aynı memleketin insanları bazen tanıdıklarının eliyle büyük bir kovuşturma dizisinin figüranları konumuna düştüler. El altından gerçekleşen bu imha işleminin nereye kadar gidebildiği henüz tam manasıyla bilinmiyor. Belki de hiç öğrenemeyeceğiz veya belki yıllar süren titiz bir çalışmayla ortaya çıkabilecek.
Suriyelilere yakacak
Bilinir ki acil durumlarda en mahrem emanetler en umulmadık yerlere, en masum ellere gizlenir. Suriyeli komşular da o hengamede itimat edilecek adreslerin başında geliyordu kitap imha edenler için. Ve muhakkak onlar da her şeyden habersiz değillerdi. Kitaplarını imha etmek isteyenlerin ilk kapısını çaldığı kişiler sobalı gecekondularda yaşayan Suriyeliler olmuştu. Bir defa onlar Türkçe bilmiyordu. Aldıkları kitapların ne kadar can yaktığından haberleri bile olmazdı diye düşündü kitaplarını atanlar. Hem kitaplar sadece sobayı tutuşturmak için biriktirilen kağıt yığınlarıydı onların gözünde. Hepsi o kadar. Ayrıca polis kitapları bulsa bile onlara dokunmazdı ki…
Mürekkep karışan sular
Adeta bir cinayet sahnesini andıran kitap imha işlemlerinden biri de çamaşır suyu kullanılarak yapılan işlem. Şimdi yurt dışında bulunan bir mülteci hanımefendi içi ezilerek imha ettiği kitapları şöyle anlattı: Etrafımızda hemen herkesin evine geleceklerine dair haberler geliyordu. Kitapları dışarı atsak arasından çıkan bir kağıt parçası bile belki bizi de ele verecekti. O haliyle balya balya taşıdığımız eşyaların komşularımızın gözüne batacağını da biliyorduk. Zaten herkesin birbirini şikayet etmek için bahane kollarken o işe kalkışmak ahmakça olurdu. Kitapları hemen dışarı çıkarmadık. Biraz bekledik etrafın yatışması için. Sonra ben onları su dolu bir leğenin içine koydum. Çamaşır suyu karıştırdığım sulara kitapları iyice bastırarak beklettim. Kitaplar suyu yiyince şişivermişti tek tek. Sonra yapraklarını ayırarak yastık kılıfının içine koydum ve çamaşır makinesine attım. Kağıtlar makinede dağılmasın diye kılıfın ağzını iple bağladım. Program bitince kitaplar artık tanınmayacak hale gelmişti. Kitapları peyder pey çıkarıp uzak mahalledeki boşluk bir alana bıraktık. Onları öylece terk edince içimde pişmanlık hissi belirdi ama başka çaremiz yoktu. Mecburduk.
Yazın yükselen dumanlar
Anadolu’daki ilçelerde ve herkesin birbirini tanıdığı küçük şehirlerde kitaplarından kurtulmak kolay değildir. Artan baskı ve kovuşturmanın ilk adresi herkesin bildiği okullar, yurtlar ve sair hizmet binalarıdır. Yazın durduk yere bir yerin bacasında dumanlar yükselirse, bilenmiş kalabalıkların bundan vazife çıkarması an meselesi olmuştu. Darbeden hemen sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan haberde aynen şu detaylar veriliyor: Muğla’da cemaate ait bir kolejin bacalarından ve bahçesinden çıkan dumanları görenler durumu Menteşe İlçe Jandarma Komutanlığı’na ihbar etti. Güvenlik ekipleri okula geldiklerinde 4 kişinin bazı evrakları yaktığını tespit etti. Okula Jandarma Olay Yeri İnceleme ekibi çağrıldı. Yakılan evraklar arasında muhasebe ve personele ait evraklar ile Fethullah Gülen’e ait kitaplar ele geçirildi. Evrakları yakarken jandarma tarafından suçüstü yapılan H.Z., S.C, S.O. ve Ü.G. isimli dört kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların ikisinin öğretmen, ikisini de şirket personeli olduğu kayıtlara geçti.
Camide istenmeyen Kur’an-ı Kerimler
Darbe sonrasında minarelerden yükselen sâlâ sesleri insanların ne kadar diken üstünde yaşadıklarının bir manzarasıydı adeta. Darbenin meydana geldiği Cuma gününe müteakip günlerde cuma namazını kılmak üzere İstanbul’da bir mahalle camisine girdim. Cemaate hitap eden imam ibadetin öncesinde sözlerini tamamlarken şu uyarıda bulunuyordu: “Cemaatimizden ve etraftaki mahalle sakinlerinden bazıları kanunen yasaklı yayın evlerinden çıkma Kur’an-ı Kerimleri bırakıyorlar. Bizden habersiz bırakılan bu Kur’anlar’ı bulunca biz din görevlileri olarak zor durumda kalıyoruz. Bunları biz atıyoruz veya imha ediyoruz. Siz cemaatimden rica ediyorum bize diyanet haricindeki kitapları getirmeyin.” O günlerde sık sık gündeme gelen haberlerden biri de çöplüklerden çıkan Kur’an-ı Kerimler ve sakıncalı görülen yayınlar olduğunu hatırlamak gerekir ki…
“Ormanda kitap yakarken…”
İnsanlar arasında tedirginlik hakimdi. Kitaplarını imha etmek isteyen herkes kendini izbe yerlere, tekinsiz koruluklara atar olmuştu. Kitapları toprağa gömmek şehir efsanesi miydi bilinmez ancak 15 Temmuz darbe girişimini müteakip günlerde boş arazilerden, sahipsiz çalılar arasında dumanlar yükselmeye başladığı bir gerçekti. Bir devrin dumanların arasında sönüp gittiğine şahitlik ediyorduk. Aslında sözü beyhude uzatmaya gerek yok. O günlerde ulusal bir gazetenin attığı başlık ülkede sessizce olup biten bir gerçeği gayet güzel özetliyordu: “Gülen’in kitaplarından kurtulmak isteyen isteyene”
Medya organları birbirini tekrar edercesine yayın yaparken, eline gazetesini alanlar üçüncü sayfada çöplere terk edilmiş “sakıncalı yayınları”, dere yatağına bulunan kutsal kitap haberlerini okuyordu ister istemez. İki arada kalmanın verdiği korku her yeri kaplamıştı. Evinde kitap bulundurmak ile kitaplarını imha ederken yakalanmak korkusu cemaat mensuplarını sıkıştırdıkça sıkıştırıyordu. Havada beliren egemen söylem kaçışan insanların üzerine daha da abanacak, dehşet ortamına evrilen bu gidiş kendisini gazetelerin dilinde belli edecekti. “Tire’de FETÖcüler Gülen’in kitaplarını yakarken arazi yangını çıkardı.” 8 Ağustos 2016, Ordu Büyük Tire Gazetesi
Uzak olsun bizden uzak
O sancılı günler geçerken her türlü izbe arazide, tekinsiz yerlerden kara dumanlar yükseldiğini söylemiştik. Bu arada terk edilen tek şey kitaplar da değildi elbette. Fethullah Gülen’e ait çeşitli vaaz ve görüntülerin bulunduğu CD’ler ile sesli kasetler kitleler halinde imha edildi. Sert plastikten yapılma diskler tek tek kırıldı, kasetlerin bantları çıkarılarak kullanılmaz hale getirildi. Ama bunların içinde kitapların yeri başkaydı. Zor bile olsa kitapları atmak büyük bir kıyımın parçası olmak demekti. Kimileri siyaseten karşıt görüşlü olduğunu bildiği ama emin olduğu arkadaşlarına verdiler kitaplarını veya komşularına teslim ettiler. Belki birgün herşey hatırasıyla geri döner diye… Ancak pek çoğu o cesareti de bulamamıştı kendinde.
Sözü toparlarken şunu söylemek gerekir. Kitap imha etmek bir fikre, bir düşünceye gözü dönmüşçe saldırmanın simgesidir. Asırlar boyu hıncın ve nefretin bir fikre diş geçiremediği yerde belirir ve cinayetini infaz eder. Ancak şimdi yüzlerce kişi kendi selametleri için bunu yapmak mecburiyetinde kaldığında ortaya şu manzara çıkacaktır. Tarihin fendi şu ki birinin ismini sayfalardan silmeye kalkanlar veya onları buna zorlayanlar ne yazık ki kendi isimlerinin gelecekte barbar sıfatıyla anılmasına mani olamamışlardır. Almanya’da Nazi yanlısı öğrencilerin milli olmayan herşeye açtığı savaşta yaptıklarını hatırlayın. 1930’lu yıllarda üniversitelerin kütüphanelerini basarak el konulan kitapların şişirdiği dev alevleri ve o ateşin içinde çıtırdayan kitaplara karşı gençlerin ayaklarını vura vura yaptığı nümayişleri göz önüne getirin. Tarih tekrar ediyor mu ediyor dersiniz, yoksa uzayıp giden şiirine yeni bir kafiye mi uyduruyor?
KAYNAK: http://www.tr724.com/15-temmuzun-yaktigi-kitaplar/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.