13 Eylül’ü beklerken | Harun Odabaşı
Hamasi açıklamalara rağmen şu an için hükümetin en öncelikli hedefinin kur kontrolü olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yok. Bunu için Merkez Bankası faiz artırmaya hazırlanıyor. Peki bu faiz artışı, tıpkı eski günlerdeki gibi dövizin fiyatını düşürebilir ya da en azından yükselişini durdurabilir mi?
Gözler 13 Eylül’de Merkez Bankası’nın “yapacağım” dediği faiz artışında. Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya piyasa yapıcılara “sakın artırmayacağımızı düşünerek dövize saldırmayın” subliminal mesajıyla birlikte 10 gün öncesinden teamüllere aykırı bir şekilde faiz artıracağını açıkladı. Piyasalar nisbeten bu netleştirmemin tesiri ile sakin bir sürece girdi. Bu sakinlik 13 Eylül’de alınan kararın etki gücüne bağlı olarak yerini aşağı ya da yukarı yönlü yeni bir dalgalanmaya bırakabilir. Adeta bir faiz totosu oynanıyor. Piyasaları hangi faiz oranının tatmin edeceğini kestirmek oldukça zor. Ancak enflasyon ve kredi faizlerinin seyri dikkate alındığında 500 baz puan ve üzeri şaşırtıcı olmaz.
Hamasi açıklamalara rağmen şu an için hükümetin en öncelikli hedefinin kur kontrolü olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yok. Peki bu faiz artışı tıpkı eski günlerdeki gibi dövizin fiyatını düşürebilir ya da en azından yükselişini durdurabilir mi?
Bu hayati sorunun cevabı kuru artıran faktörlerde gizli. Yüksek faiz, ilk olarak dövize saldırıyı durdurarak yeniden TL’yi cazip bir yatırım aracına dönüştürmeyi hedefliyor. Türk vatandaşları bazında bu beklenti gerçekleşebilir. Vatandaş TL’den daha fazla kazanacağını düşünürse dövizden uzaklaşıp devlet tahvili ve hazine bonosuna yönelebilir. Ancak yabancı sermaye için aynı parametreler geçerli değil. Bir kere ana akım yabancı sermaye gelişmekte olan ülkeleri terk etme eğiliminde. FED Başkanı geçenlerde gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik krizlerin kendi faiz artışı kararlarını etkilemeyeceğini açık açık söyledi. Dolayısı ile MB faizleri ne kadar artırırsa artırsın ülkeyi terk etmeyi kafasına koymuş bir yabancı sermaye kesimi mevcut. İkinci önemli nokta ise 235 milyar doları bulan özel sektör artı kamu dış borcunun yarattığı devasa döviz ihtiyacı. Bu borcun çevrilmesi ise taze sıcak paraya bağlı görünüyor. Sıcak para gelmeyecekse MB faizi artırdığı ile kalabilir.
Geçen hafta Arjantin’de yaşanan gelişmelerde Türkiye’yi bekleyen akıbet konusunda ipuçlarıyla dolu. IMF ile anlaşan Arjantin faizleri 15 puan birden artırarak yüzde 60’a çıkardı. Buna rağmen Peso’daki eriyişin önüne geçilemedi. Ülkede çaresizlik o kadar derin boyuttaki enflasyon yüzde 31’i gösterirken faiz iki katına çıkıyor, ama dolara hücum devam ediyor.
Türkiye’de içlerinde muhalif isimlerinde yer aldığı bazı ekonomistler şok bir faiz artışının TL’yi yeniden cazip hale getirebileceğini savunuyor. Enflasyon ve kur değişiminin faiz oranlarını gözden geçirmeyi mecbur kıldığı muhakkak ama Arjantin örneğini MB çok iyi analiz etmeli. Herşeyden önce ödenmesi ve çevrilmesi gereken döviz borçlarının faiz oranları ile hiçbir alakası yok. 180 milyar dolarlık özel sektör borçlarının yüzde 80’ine tekabül eden 2150 şirket şu anda parasını devlet tahvilinde mi yoksa dövizde mi tutması gerektiği noktasında bir tercihle karşı karşıya değil. Şirketler şu anda ne yapıp edip döviz bulup borç ödeme telaşında.
ABD ile Rahip Brunson üzerinden yaşanan siyasi krizin Türkiye’nin NATO’dan çıkması gibi uçuk senaryoları bile gündeme getirmesi ekonomiyi tehdit eden bir diğer fay hattı. Siyasi krizin gelişmelere göre ekonomiye etkisi azalacak ya da çoğalacak. Trump’un tetiklediği ticaret savaşları ise hız kesmeden bir meçhule doğru emin adımlarla ilerliyor.
Krizin adı şimdilik döviz krizi. Sıcak para akışı devam etse idi AKP çok az bir hasarla yerel seçimlere kadar ekonomiyi idare edebilirdi. Geçmiş senelerde böyle oldu. Ve Ağustos Böceği ile karınca masalındaki gibi AKP hükümeti kara kışın geleceğini hiç hesap etmeden yıllarını har vurup harman savurmakla geçirdi. Şimdi gerçeklerle yüzleşiyoruz.
Kaynak: https://kronos4.news/tr/13-eylulu-beklerken/
Bu Yayına Yorum Yapın