Bir seçim yazısı | #NaciKaradağ




Yorum | Naci Karadağ

Önce iyi haberi vereyim;
Herkes Muharrem İnce’ye kızıyor ama yapabileceğinin en iyisini yaptı. Fazlasını yapamazdı ve tüm samimiyetimle söylüyorum ki, kan dökülmeden, iç savaş çıkmadan bitmesi en iyi opsiyondu.
Seçimle gitmeyeceklerini milyon defa yazdık ama badem bıyıklı oluşumuzdan sanırım, kimse çok takmadı yazdıklarımızı.
Ve kötü haber de şu:
Gidişleri maalesef çok daha ağır olacak! Yakmadan, yıkmadan gitmezler. Çünkü Rubicon nehri geçildi çoktan. Rubicon da neyin nesidir, diye soracak olursanız şurayı okuyun derim.
Aslında seçim gecesi başka bir yazı kaleme almıştım. Başlığı “Hoş geçmişler ola” idi.
Yazı şöyle bitiyordu;
“Ki öyledir, İstanbul Bizans’tır.
Ama…
Ankara Kahpe Bizans be biladerim…”
Lakin vazgeçtim, çünkü anlamsızdı…
Toplumun yüzde 40’ı dışında kalanların şu bir iki gün içinde son derece ciddi bir travma yaşadığını düşünüyorum.
Bu tür travmaların merhaleleri vardır:
İlk evresi şaşkınlıktır. “Neler oluyor?” diye sorarız kendimize ve anlam veremeyiz, şaşkınızdır. Kısa sürede geçer zannederiz…
İkinci evre de “Vardır bir izahı” limanına sığınırız. Yoksa kafayı yiyeceğizdir çünkü.
Ve üçüncü evre inkâr… En saçma komplo teorileri bile bize mantıklı görünür bu evrede. “Tabii ya” diyerek kendimizi rahatlatacak saçma sapan da olsa izahların ardına sığınıp gerçeği inkâr ederiz.
Geldik mi dördüncü evreye: Öfke efendim öfke. Burnumuzdan soluruz. Büyük bir hayal kırıklığı ve kandırılmışlık hissiyatının savurduğu öfke nöbeti… Canımız sıkılır, içimiz burulur, boğazımız düğümlenir, hatta kalbimiz sıkışır…
Sonrası travma… Bilgi birikim kadar fıtrat da önemlidir bu evreyi geçiştirmek için. Biliyorum çünkü cemaatin yaşadıklarından sonra hala travmayı atlatamayanlar olduğunu görüyorum. Dolayısıyla 3 yıl da sürebilir bu evre, beş gün de, beş saatte…
Ve kabulleniş…
Bakın burada önemli bir nüans var. (Meraklanmayın ‘ince’ kelimesiyle yan yana kullanmayacağım)  Kabulleniş ile teslim oluş aynı şey değildir. Hatta bazen reddediştir teslim oluş, kabulleniş hemen yeni bir rota çizmektir.
Misalen; “Çay koy keçeli” de bir kabulleniştir, “Biz sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedik, bu bize dert olsun. Ama siz de bizi yolumuzdan döndüremediniz, bu da size dert olsun!” da bir kabulleniştir. Ama asla teslim oluş değildir!
Çevrenize bakın, bu 6 evrenin hepsine birden şahit olabilirsiniz. Bakınız çevrenize ya da sosyal medyaya.
Bu seçimde beni en çok şaşırtan şey neydi biliyor musunuz?
Her iki cümlesinden biri “Bu süreç ne zaman bitecek?” olan cemaatin soruyu kendine sorup, cevabı kendinde aramak yerine, siyasete odaklanması ve Tayyip Erdoğan odaklı bir gelecek tahayyülünde bulunmasıydı. Bu kadar dayak yemesine rağmen hala başkasına bakması, kendi varlığının başkasının yokluğuna endeksli olarak düşünmesi hem acı, hem sürekli ötelenen bir gerçekti.
Cemaatin bu sebeple tekrar bir travma yaşadığını düşünüyorum. Oysa bu seçimin en az etkilediği kesimin onlar olması lazım.
Çünkü kaybedilebilecek her şey kaybedildi çoktan. Şu an ellerinde kalan, sahip olduklarını ise alabilecek beşeri bir kuvvet ise zaten yok.
“Aleyküm Enfuseküm” demiyor mu ilahi emirde?
Bu kadar açık ve net olmasına rağmen, kendisini bırakıp başkasının varlığıyla varlık mücadelesi verenler için süreç ne olursa olsun sonsuza kadar gider ve yenilmeye mahkumdur.
Hoş, yenilgi bile güzeldir çoğu zaman.
Galip olanın haklı olması çok görülür ama haklı olanın galibiyeti, her zaman kazanacağını kim söylemiş ki?
Bakın size acı bir olayı aktarayım.
Hüsrev Hatemi evet Hatemi ikizlerinin doktor ve şair olanı.
Naiftir, kibardır, efendidir, kalp kırdığı görülmemiştir.
Seçimden bir gün önce Erdoğan’ı destekleyen bir mesaj attı.
Şaşırmamam gerekiyordu ama şaşırdım. Tepkimi görünce, dindarlıktan filan dem vurdu. Cevap verip üzmek, tartışmaya mahal vermek istemedim. Zalime itiraz etmeyenlerin en mide bulandıranı zulmeden kendine, inancına yakın diye susanlardır, deseydim muhtemelen sertleşebilir, bendeki şair Hüsrev Hatemi imajını tuz buz edebilirdi. Sadece ona değil, kendime de bu kötülüğü yapmadım elbette.
Zalim bizden diye susuyorsak, zalimden daha zalimizdir.
Bir fenalık yapan bizim mahallemizden diye gizliyorsak en kötünün de kötüsüyüzdür.
Hırsız aileden diye, “Ne olmuş yani” diye bahane arıyorsak hırsızdan beterizdir.
Önce kendimize bakacağız, evvela kendimize…
Seçim sonuçları açıklanmaya başlandığında, önce şaşkınlık, şuna tevil, ardından komplocu bakış, ardından öfke ve nihayet kabulleniş bu sebeple sıralı olarak geldi.
Şaşkındık.. Ne yani o kadar miting, o kadar umut, “Söyle Recep” filan illüzyon muydu?
Dip dalga, Tsunami filan yalan mı oldu?
Oysa seçimden çok önce şaşırmamız gerekmiyor muydu?
Örneğin çocuğu işten atılmış, hamile gelini tutuklanmış, torunlarının hayatı kararmış amca Erdoğan’a ov verdiği için şaşıranlar, bunlar yapılırken suskun kaldığında niye şaşırıp itiraz etmedik biz?
Sosyal medyada şöyle bir mesaj gördüm:
Senin ikna edemediğini, üstelik aile içinden olduğun halde, Muammer İnce ikna edemediği için mi kızıyorsun?
Hem neye anlam veremiyorduk ki?
Türk halkının giden özgürlüğüne karşı kek ve kıraathane tercihine mi?
CHP’nin destekçilerini yüz üstü bırakmasına mı?
Kürtlerin yüzde 10’a tav olup zılgıt çalmasına mı?
Anadolu Ajansı’nın sahibinin sesi olmasına mı?
Muharrem İnce’nin 10 milyon oy çalmış olamazlar, demesine mi?
Elbette olamazlar…
Yaptıkları şeyin sadece seçimin ikinci tura kalmayacağına yetecek kadar oy taşınması.
CHP rakip AKP’ye odaklanmışken MHP’de manipülasyon yapılması.
AA iktidar partisini geleneksel olarak 30 puan yukarıdan başlattı.
Sonra 50 bandına geleceğini kendileri de biliyordu, millet de..
Şaşırtıcı olanın MHP’nin ilk açıklanan oyu ile son oy oranının aynı olması, değil miydi?
Hesap makinasından çıkmış gibi Akşener ve Demirtaş’ın partisini baraj üstünde tutmak seçim mühendisliği değil de neydi peki?
Son bir not;
İnce ile ilgili hemen her yazımın girişine not ettiğim gibi son kez söylüyorum.
Erdoğan asla seçimle gitmez, gitmeyecek. Çünkü kaybetme ihtimali olan seçime asla girmez. Sadece Erdoğan değil hiçbir zalim, diktatör girmez, girmemiştir çünkü.
Arınç’ın dediği gibi yazı da tura da ona yarayacaksa girer ancak…
Başta cemaat olmak üzere, herkesin bu gerçeği bilmesi, kabullenmesi, içselleştirmesi için daha kaç seçim kazanmalı Erdoğan?
Oğlunu tutuklatan, torunlarını süründüren, ailesini paramparça eden zalim bir adama bilerek, isteyerek oy veren insanların olduğu bir memlekette neden bahsediyorsunuz Allah aşkına!
Tamam; olay seçim ve siyasetle başlamış olabilir ama bitişin öyle olacağından nasıl böyle emin olabiliyorsunuz ki?
Oysa benim farklı fikirlerim var bu konuda.
Üç devre-i istibdat manasında üç eyyam ile ilgili mi yazalım illa ki!
Anlayınız işte…
Söyleyeceklerim bu kadar.

Kaynak: http://www.tr724.com/bir-secim-yazisi/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.