Reel sektörün borcu 200 milyar dolar | Harun Odabaşı

Atı alan Üsküdar’ı geçmiş durumda. Doların 3.80’lerde olduğu bir dönemde ve ekonomi durgun giderken şirketlerin vakti zamanı gelen borçları ödemekte zorlandığını tahmin etmek için kahin olmaya da gerek yok





Türkiye halkı dövizle borçlanmanın fırsata dönüştüğü altın dönemi 2002-2008 yılları arasında yaşadı. Döviz kredisi ile ev alanlar ya da yurt dışından borçlanan şirketler ödemelerini yüzde 25-30 seviyesinde kâr ederek gerçekleştirdiler. Düşünün borç alıyorsunuz ve ödemeyi daha az bir tutarla yapıyorsunuz. Örneğin ev için 1.50 TL seviyesinden döviz kredisi alanlar uzun yıllar döviz düştüğü için 1.20-1.30 bandında geri ödeme yaptı. Yurtdışından borç alan şirketler de dövizde gevşemenin nimetlerinden sonuna kadar yararlandı. Bu hikâyenin birde negatif versiyonu var. Dövizin düşmesi borcu olanların ne kadar işine geliyorsa yükselmesi de aynı oranda kabusları oluyor. Nitekim Türkiye bu kâbusu en çok gören ülkelerden biri.
Devlet ve özel sektör öz kaynakları ve tasarrufları yeterli olmadığı için doğal olarak yatırımlarını borçlanarak yapıyor. Enflasyonun düşme eğiliminde dövizin de ateşinin söndüğü dönemlerde borçlanmanın döviz üzerinden yapılması en akılcı yöntem olabilir. Ancak ekonomiyi hararet bastığında devalüasyon hız kazandığında iş tersine dönüyor. Ülkemizin en büyük ekonomik krizi olan 2001 yılında da öyle olmuştu.  Bazı bankalar açık pozisyonunu kapatamadığı için batmıştı. Daha açık bir ifade ile dövizle borçlanıp TL ile yatırıma girişmiş vadeler bittiğinde ise döviz fırladığı için ödeme darboğazına girmişlerdi. Hatta gecelik faizlerin yüzde 3 binlere fırlamasının arkasında açık pozisyon açıkları vardı! Kemal Derviş döneminde acı tecrübeden dolayı bankalara sıkı takip getirildi ve açık pozisyon tutarları en risksiz noktada tutulmaya çalışılıyor. Dövizle kredi alındı ise dövizle borç veriliyor. TL ile borçlanıldı ise TL ile kredi veriliyor. Açık pozisyon her zaman döviz üzerinden olmaz teorik olarak TL’de de yakalanabilirsiniz.
Şimdilik eldeki verilere güvenecek olursak banka cephesinde böyle bir tehlikenin olmadığını varsayabiliriz. Ancak devlet bankaları kontrol edeyim derken reel sektörün borçlanma trafiğine yıllar boyunca hiç müdahale etmedi. Dövizin geçmişte olduğu gibi dengeli gideceğini düşünen şirketler de bu sefer dövizle borçlanmanın cazibesine kapıldı ve bu hakkını sonuna kadar kullandı. Şu anda reel sektörün döviz üzerinden yükümlülüğü 10 senede nerede ise 3 kat artarak 220 milyar dolar seviyesine çıktı.
Döviz borçlanmalarında dövizin yükselişinden kaynaklanan riskleri minimuma indirmek mümkün. Borcu sigortalayarak devalüasyon riskinden arındırabiliyoruz. Reel sektörün döviz borçlarını ve borçlanmanın vadelerini Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası kayıtlarında görülüyor. Fakat borcunu sigortalayan şirketleri göremiyoruz. Buda sağlıklı bir analiz yapmamızı güçleştiriyor. Ancak döviz geliri olmayan şirketlerin dövizle borçlanmasını zorlaştıran yeni düzenleme bize bir fikir veriyor. Bayram değil seyran değilken Bakanlar Kurulu 25 Ocak 2018 tarihinde bu kararı niye aldı? Düzenlemeye göre döviz geliri olmayan Türkiye’de yerleşik kişilerin yurt dışından döviz kredisi temin etmeleri bazı istisnalar dışında yasaklandı. Tabiî bazı kurumlar yine torpilli. Kamu kurum ve kuruluşları, bankalar, finansal kiralama şirketleri ve finansman şirketleri, döviz kredisi yasağı kapsamı dışında tutuldu. Bu tedbiri belki zararın neresinden dönülürse kardır diye düşünebilirdik. Ancak atı alan Üsküdar’ı geçmiş durumda. Şirketler zaten öz kaynakları ile ödemekte zorlanacakları kadar yüksek miktarda borçlanmaları yapmış görünüyor. Doların 3.80’lerde olduğu bir dönemde ve ekonomi durgun giderken şirketlerin vakti zamanı gelen borçları ödemekte zorlandığını tahmin etmek için kahin olmaya da gerek yok.
Türkiye’nin ekonomik dengeleri dövizdeki ateşin düşmesine imkân vermiyor. Önümüzdeki süreç açık pozisyonları daha çok tartışacağımızın sinyalleri ile dolu.
Blogger tarafından desteklenmektedir.